- 1198 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Mavi Sakal
Kadın yeni geldiği evinde henüz çizmesini çıkarmadan pencereye koştu. Yukarı baktı. Karanlık.Yağmur dinmişti. Ay bitişik binaların arasından sadece sitenin küçük süs havuzunda yansıyordu. Havuzun çevresinde oluşan karaltı ayın aksini kapadı. Gözlerini kıstı. Dikkatle karaltıya baktı.Karanlığa gözleri alıştığında bir adamın siluetini gördü.
“Hey bayım manzaramı kesiyorsun.” dedi.
Sesi çevredeki eski binaların duvarlarına çarparak geri geldi. Adam siyah melon şapkasının altından kafasını kaldırdı. Kadının bulunduğu pencereye baktı.
“Bayan, ay yerine şavkıyla meşk ediyorsanız manzaraya değil mezarınıza bakıyorsunuzdur.” dedi ukala bir tavırla.
“Bu...” dedi kadın burnundan soluyarak “Sizi hiç ilgilendirmez.”
Adam avuçlarına aldığı suyla sakalını sıvazladı. Eline bulaşan siyah boyayı havuzdaki suyla çıkartmaya çalışınca su bulandı. Adam eğilip yüzünü enikonu yıkadıktan sonra tekrar pencereye döndüğünde ayın havuzdaki aksi neredeyse ölmüştü.
“Adınızı bağışlayın bayan. Ben de mezarınız başından duasız çekileyim.”
Kadın, başındaki devasa topuzu çözerken “Rapunzel...” dedi “Şimdi lütfen gidin ve beni ayla yalnız bırakın.”
Adam koltuğunun altına sıkıştırdığı baston saplı şemsiyesine yaslanıp şapkasını çıkartarak kadını güler bir yüzle selamladı ve havuzun başından ayrılırken “Yarın yine görüşeceğiz tatlı Rapunzel.” diye seslenip “Kadınlar... ışığa uçan zavallı küçük sinekler.” dedi kendi kendine mırıldanarak.
Adam ara sokağa girdikten hemen sonra bir kadının acı dolu haykırışları Rapunzel’in tüylerini ürpertti.
‘Rapunzel ha ‘ dedi kadın kendi kendine, bu isim aklına nerden gelmişti. Adamı kafasından atmak için uydurmuştu. Ama küçüklüğünden beri kendisine uzun gür saçları yüzünden arkadaşları “Rapunzel” demiyorlar mıydı?
Lanet olası modern ticari mimari, kentleri kulelerle donattığından beri kendisi de minimalizm denen akımla şişirilmiş küçük kutulardan birinde prensini bekler olmuştu.
Gülümsedi, “Ayın şavkına mezar dedi yaa...” dedi kendi kendine “Allah’ın belası ukala... bu devirde Chaplin şapkası takan mı kaldı?”
Ayağındaki çizmeyi çıkardı. Yatağının yanına attı. Günün yorgunluğundan arınma isteği ağır bastı. Banyoya yöneldi. Soyundu. Aynada sırtındaki ensesinden kuyruk sokumuna kadar olan yanık izine baktı. Harmanlanmış toprak gibi canlıydı, halâ oradaydı. Saçlarının örtebildiği tek çirkinliği... Tüm ailesini o yangında kaybetmesine ve yetiştirme yurdunda büyümesine rağmen sırtındaki bu iz, hepsinin acısını bastırıyordu.
“Mezarımı üstümde taşıyorum bayım...”
Adam şemsiyesine yaslanarak vitrin ışıklarında ve hareketli kent gece yaşantısının arasında kaybolup, ağır ağır yürüyerek kaldığı otelin kapısına geldi. Tuttuğu nefesini bırakırken ne kadar süredir soluk almadığını anımsamaya çalıştı. Resepsiyonistin selamını karşılıksız bırakarak asansöre yöneldi. Dört yüz yirmi dokuz numaralı odaya girdi.Kumandayı aldı,yarasa kulaklı tilkinin akreple boğuşmasını gösteren belgeseli izlerken akrebin direnişi kendisini tahrik etti. Otuz yedi ekran televizyondan gözünü ayırmadan mastürbasyon yaptı.
Boşaldığında akrep tilkinin dişleri arasındaydı.
Bayan Chloe duştan çıktığında gece ilerlemişti. Uzun saçlarının uçlarını hızlıca öç alırcasına tarayarak açtı. Tarağa takılıp kopan saçlarına nefretle baktı.
“Lanet olası cinayetler... orospu çocuğu katiller, tecavüzcüler... hepiniz insanlığın sırtındaki yanık izlerisiniz.”
Kafasındaki sorulara cevap aramak için oflayarak masasının çekmecesindeki dosyalardan birini çekip kanepeye yöneldi. Çelik dolap ve çelik çekmeceler... odayı ofis haline getirmiş olan Chloe bir an havuz başındaki adamın kendi mezarına bakmasıyla ilgili sözlerini düşündü. Saçmaladığını farketti.
Dosyayı okudukça heyecanlanıyor yüzü şekilden şekille giriyordu. Dosyadaki fotoğraflara uzun uzun baktı. Midesi bulandı, akşam yediği pizzada abarttığı hardal ve mayonez tadı ağzına geldi, kusmuğunu gerisin geriye yuttu.
“Rapor değil roman yazıyorlar sanki...” dedi yüzünün buruşukluğu geçmemişti.
Uyumak için yatağına girdi.
Bay Jack, organını yıkarken elinin üstünden küvete akan ilk su kızıldı.
“Sıcak su yine yok... duş da yok.” dedi. Yattığında şapkasıyla gözlerini örttü fakat ışığı kapatmadı.
* * *
Chloe arabasında sabah trafiğine girmek zorunda kalmıştı ve trafik çok yoğundu. İçinden okkalı bir küfür savurdu .
“Departmandaki toplantıya geç kalacağım” diye söylendi.
Çantasındaki telefonu çıkardı.
“Alo Bay Cape şu lanet trafik açılınca orada olacağım.”
Bay Cape bunun için sorun çıkarmadı. Toplantının başlamak üzre olduğu dışında bir şey söylemedi. Zaten konuşmak adeti sayılmazdı. Küçük yeşil gözlerini kırışıklarının ardına saklayıp sadece insanları izlerdi.
Ofise ulaştığında toplantı başlamıştı. Dosyayı çıkardı. Fotoğrafları geniş ekrana yansıttı. Gözleriyle arkadaşlarının yüzündeki ifadeleri algılamaya çalıştı.
Hepsi kasaptaki etlere bakar gibi ilgisizdi. Doktorlardan ve polislerden bu yüzden nefret ediyordu. Teşkilatta ölüye bakamayan tek dedektif belki de kendisiydi. İnsanları iş olarak göremiyordu.
Gözlerinizi kaçırmayın beyler.” dedi dehşeti vurgulayabilmek için.
Ama bu zaten kimsenin umrunda değildi. Bay Cape kahvesinden bir yudum alırken, David sosislisinden iri bir ısırık alırken ketçap hem masaya hem gömleğine damlıyordu.
Sanki başka bir yere dikkat çekmek istermişçesine “İyi bakın bir önceki olaydaki benzerliği görüyor musunuz? İyi bakın ne görüyorsunuz?” diye sordu.
Bay Cape elini şakağına koyarak “Dehşet bir manzara, yine dağınık bir oda, dağınık eşyalar, dağılmış kafatası...” Chloe’nin kalbini kırmak istemediğinden duyarlı gibi davranmayı öğrenmişti.
“Ya başka ne var bu fotoğrafta?” aynı soruyu diğer dedektiflere yöneltti.
Kimsenin umrunda değildi. Raporlar önlerine konmadan resme bakıp kafa yormayı sevmiyorlardı.Chloe kendini yine yalnız hissetti.
“Yeter bu kadar sanırım, gidip kafa dağıtayım şimdi.” dedi Cape. Toplantıyı bitirdi.
“Chloe, seninle konuşalım, ofisime gel.” dedi Cape...
“Şef henüz kahvaltı yapmadım.”
“Gelince konuşalım, gergin görünüyorsun yine.”
Chloe dağınık topuzlu kafasını sallayarak alelacele ofisten çıktı. Acıktığında gözü dönüyordu fakat her şey yemeğin başına oturana kadardı.
Bayan Chloe kendini sokağın başındaki lokantaya attı. Menüyü gözden geçirdi.
“Şarap ve balık sanırım istediğim bu.” dedi.
Garson
“Hanımefendi saat henüz on.”
“Affedersin.” dedi Chloe. “O zaman onda yenebilecek bir şeyler getir, jambonlu omlete ne dersin?”
Garson “İyi bir seçim” dedi ve gülümseyerek gitti.
“Güzel bir lokanta değil mi Rapunzel, mimarisinde bir derinlik var. Ben de severim burayı ve oldukça sık gelirim.”
Chloe sesin geldiği yöne kafasını çevirdi. Adamı tanımıştı.
“Fikrinizi sordum mu bayım?”
Adam arsız bir biçimde okuduğu gazeteyi katlayıp masaya bıraktı ve masasından kalkıp kadının yanına geçti.
“Ben Jack Suarez iskambilde valeyim yani. Ne ısmarladınız? Burada sabah yenebilecek en iyi şey sanırım omlet.”
“Siz hep konuşur musunuz?”
“Sıklıkla susarım.”
“Bana denk gelmiyor öyle mi?”
“Bakın güzel bir kadının aya tek başına bakmasına gönlüm razı olmaz dün akşam canım çok sıkılmıştı öylesine gezinirken zevksiz havuzunuza işemek için gelmiştim. Çizdiğim proje kabul edilmemişti dik ve ruhsuz binalardan bıktım.’
“Yani bir mimar olduğunuzu söylemek istiyorsunuz bana.”
“Size doğrudan bir şey söylemek yasak olduğu için dolandırmak zorunda kalıyorum. Evet mimarım; kadınların ruhları gibi binaların da ruhları olmalı diye düşünüyorum. Kadınların ruhu aya benzer, çıkar ve batarlar bazen.”
“Peki ya sizin ruhunuz?”
“Ben ruhumu ilk kabul edilen projemin temeline gömdüm Rapunzel.”
lacivertiğnedenlik / chaotica
YORUMLAR
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
Ofisinde içinde insan her an bir cinayete gidecekmişçesine hisseder ya; bütün olarak yazı da o cehennemden çıkmak ister gibi aynen...
Aynaya bakınca, bu cinayeti kimin işleyeceğini sordum kendi kendime. Ayna dönüp bakmadı, oralı dahi olmadı.
Pencereyi açtım. Dışarıdaki onlarca sesten birinde benim sessizliğimde vardı. Devam edersem, hiçbir ruhun bir daha başını dik olarak kaldırdığını göremeyeceğim. Bazen insanın başını toprağa gömesi geliyor. Bırak lütfen masal anlatmayı, hepimizin son hikayesi aynı ne de olsa!
O değil de, ikiniz de koro içinde solo gibi, kendinizi belli etmişsiniz. Güzel ayrıntı burada!
Hürmetle..
lacivertiğnedenlik
İki yazarımızı da kutluyorum. İkisi de kendi tarzlarında özgün ve kaliteli.
Bu öykü daha çok lacivert kokulu ama. Chaotica'dan çok fazla bir renk göremedim. Kendini gizlemeyi tercih etmiş olmalı.
Sevgiler her ikinize de...
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
devamı olmayacak mı?
tam içine gömülmüşken bitiverdi.
süperdi.
öğle vakti matinasında film seyreder gibiydim..
ama kısalığından dolayı aşkolsun..
elinize sağlık arkadaşlar..
tebrikler..