- 13011 Okunma
- 21 Yorum
- 3 Beğeni
KIZLAR... KOCALARINIZ GELDİ.
Üniversite hayatına yeni başladığım yıllardı. Henüz daha babam ve üvey annemle birlikte Bakırköy’de yaşıyordum.
O sene üvey annemin kız kardeşinin oğlu İsa bizim eve geldi ve uzun bir süre bizle yaşadı. İsa okula filan gitmiyordu. Benimle aynı yaşta olmasına rağmen bir işi gücü de yoktu. Aslen Muş’lu olmalarına rağmen Hatay’ın Kırıkhan ilçesine yerleşmişlerdi ve babası pamuk ağasıydı. Akciğerlerinden de biraz rahatsız olduğu için babasının gönderdiği paraları yiyip içip yatıyordu.
Kısa zamanda İsa ile çok iyi arkadaş olduk. Kafa dengi bir delikanlıydı. Hatta onun gelmesi sonucunda evde üvey annemin, üzerimdeki baskıları da azalmıştı. O kadar ki İsa’nın hatırına artık üvey annemin yanında sigara içmeye bile başlamıştım.
İsa Kısa zamanda İstanbul’un tanımadığı tek kaldırım taşını bile bırakmadı. Nedereyse doğma büyüme İstanbul’lu olan ben İstanbul’un ancak üçte birini bilirken İsa tamamını öğrenmişti bir kaç ayda.
Bir gün beraberce Büyük Adaya gittik. Dönüşte Vapurumuz Karaköy Rıhtımına geldiğinde İsa ’’ Burada bir arkadaşım var. Gel seninle onun yanına uğrayalım’’ dedi. Bir kaç sokağa girip çıktıktan sonra uzun bir yokuşun başına geldik. Geldiğimiz sokak o kadar kalabalıktı ki iğne atsanız yere düşecek gibi değil. Ama işin ilginç tarafı sokakta tek kadın vatandaş yok. Başladık İsa ile konuşmaya.
-Ya İsa neresi burası oğlum. Ne kadar kalabalık böyle.
-Bilmiyor musun burayı?
-İlk kez geliyorum. Nereden bileceğim. Hakket neresi burası?
-Buraya mektep denir.
-Hastir lan. Ne biçim mektep bu böyle? Tüm öğrenciler kazık kadar herifler. Hiç bayan öğrenci filan yok.
-Bayan öğrenciler içeride oğlum. Bayan öğretmenler de var içeride.
Daha önceden duymuştum genel evin Karaköy’de olduğunu. ’’ Bu namussuz beni acaba oraya mı getirdi. Ama olamaz. Daha ayağının tozuyla ne zaman öğrendi ki bu?’’ diye düşünerek yokuşu tırmanmaya başladım.
Dikkat ettim. İnsanlar bazı kulübemsi evlerin camına üşüşmüşler içerileri gözlüyorlar. Bütün sokağa iğrenç bir koku hakim durumda. Midem ağzıma gelecek neredeyse. Ama merak da var ya işin içinde. Artık biliyorum ki o meşhur Karaköy Genelevinin olduğu sokaktayım. Hayatımda ilk kez bir genel kadın göreceğim. Nasıl bir şey bunlar? Neye benziyorlar? Filmlerdeki gibi güzeller mi? İşte bu merakla ben de gözlerimi dayadım pencerelerden birine.
Kimi eşofmanlı, kimi bildiğin alalade ev kıyafetleri içinde, bir iki tanesi de sütyen külot katına dolaşıyor ortalıkta. Memeler karınlarına yapışmış, karınları karnabahar gibi öne fırlamış, kalçalar artık Merinos mu desem Dağlıç mı desem kuyruk yağı içinde bir sürü et, alıcı bekliyor. Ve o pis koku genzimi yakıyor.
Kadınlardan biri seslendi:
-Kocacığım öyle uzak durma yanaş. Korkma yemem seni.
Öteki söze girdi.
-Ayol bu daha süt kuzusu. Gel yavrum gel de seni milli yapayım. Belli ki bakiresin daha.
Neredeyse Milli Takımdan da okuduğum tüm mekteplerden de nefret edeceğim. O ne biçim koku öyle. Hem bu et parçaları ile insan nasıl yatar? Aşk denilen, sevişme denilen o yüce duygu buradaki kasaplık malzeme ile nasıl olur? Hem içerideki o kadınlar nasıl olur da üç kuruş para için dışarıda bekleyen bu ağzı salyalı kuduz köpeklerle aynı yatağı palaşabilirler? Ağzı salyalı sözü mecaz değil. Resmen ağzı salyalı bir sürü hasta insan var orada. Başında saçı olmayan, ağzında dişi olmayan, gözü görmez, beli tutmaz bir sürü tip var orada. İhtiyarı, genci, evlisi, bekarı bir sürü insan...
Mezbahadaki ya da kasap dükkanındaki çengele takılı bir sığır budunu seyretmek insanlara nasıl bir zevk verebilir ki? Her halde ya ben insan değilim ya da bunlar. Üstelik de o koku. Aman ya Rabbim o koku... Bir çöp tenekesi olsa kafamı sokup derin derin koklayacağım. Yeter ki o kokuyu duymayayım.
Az sonra İsa yanıma geldi.
-İstersen gir. Parası benden.
Artık dayanamamıştım o kokuya. Büyük Ada’da yediğim içtiğim ne varsa genelev sokağına boşalttım. Midem isyan etmişti.
Bu olay benim geneleve ilk ve son gidişim oldu.
Ertesi yıl Öz annemin yanına Eyüp’e taşındım. Harıl harıl fakültedeki derslerime çelışıyordum. Çünkü üçü de her Allah’ın günü topuklarına kadar mermer tozu soluyan üç kardeş içerisinde tek üniversite mezunu ben olacaktım. Abim ve iki kardeşimin kalpleri benimle birlikte atıyor. Bu fakir gecekondudan bir öğretmen çıkabilecek mi acaba? Çok şükür onların emeklerini boşa çıkarmıyorum. Fakültede bölümün en parlak öğrencisiyim.
Adını zaman zaman duyduğunuz kardeşlerimden Naci bir gün elinde bir davetiye ile geldi eve.
-Abi bu gün Dünya Tiyatrolar günüymüş. Patrona ( Yani dayımıza ) Bir sürü davetiye vermişler. O da bizlere dağıttı. İki kişilik bu davetiyeler. Gel seninle bu akşam tiyatroya gidelim.
-Gidelim be biraderim. Ders çalışmaktan anam ağladı ne zamandır. Biraz da eğlenelim madem. Oyunun adı neymiş?
-Ay Işığında Şamata diye bir oyun. Müzikli filan bir oyunmuş.
Sene 1976 filan. İmparator Justinyen Su kemerinin hemen yakınındaki İstanbul Şehir Tiyatrosuna daldık. Işıklar karardı önce. Sahnede kırmızı neonlarla Nazım Hikmet diye bir yazı belirdi. Daha sonra o günkü Devlet Tiyatroları Genel Müdürüydü sanırım Ergün Orbey sahneye çıkıp uzun bir konuşma yaptı. Daha sonra en arka sıradaki parkalı pos bıyıklı kardeşler ayağa kalktı. Devrim antları, devrim marşları, kısacası devrim de devrim bir şeyler söylüyorlar. Naci, ben ve Naci’in fabrika arkadaşları da kalktık ayağa. Zavallı gariplerim sağ yumruklarını kaldırmışlardı ki benim ikazımla hemen yumruk değişimi yaptılar.
Bekliyoruz ’’ Ay Işığında Şamata ’’ başlasın diye. Lakin sazı eline alan fırladı sahneye ve ’’ Yılmaz, Yılmaz. Bizim gençler yılmaz’’’ Yılmaz ha Yılmaz...Başka bir şey yok. Ne ay ışığı var ortada ne de şamata. Kalkıp gitmek de olmaz. Parkalı abilere ayıp olmasın maksat.
Bir saatlik Yılmaz Yılmaz faslından sonra verilen aradan istifade kendimizi dışarı attık. İyi de o saatten sonra sinemaya gidelim desen olmaz. Eve dönsen o da olmaz. Böyle sap gibi eve dönmek için mi ta Eyüp’ten buralara geldik. Ne yapmalı? ’’Haydi hep beraber Tarlabaşı’na’’ diyor Naci. En büyükleri yirmi üç yaşındaki ben olan yedi kafadar oradan ta Tarlabaşı’na kadar taban teptik.Tarla Başı’nda ne b.k var onu da bildiğim yok. Eşşek sıpaları bir de lakap taktılar bana ’’ Samo Ağa’’ diye. Samo Ağa aşağı, Samo Ağa yukarı...
Güya Ağa benim ama rehber Naci. Fırlamanın bilmediği namussuzluk yok. Bakmayın şimdilerde beş vakit namazında niyazında olmasına. Arkadaşlarının da iteklemesi sonucunda hep beraber bir gece kulübüne girdik. Bizimkiler etrafımda ’’Samo Ağam’’ diye pervane olunca otomatik olarak gece kulübünün garson, konsomatris, hatta patronu bile pervane oldu etrafımda. Resmen sopa yiyeceğiz. Cepte beş kuruş para yok. Ötekiler de benden pek farklı değil. Beğenmemiş pozlarına yatarak bir kaç gece kulübünü böylece dolaştıktan sonra ben ’’ Artık dönelim’’ dediysem de Naci yanımda ne yazık ki ve maalesef o bana değil ben ona uymak zorundayım. Ağa benim ama arkadaşları tarafından emri dinlenen Naci.
Daha sonraki durağımız bir pavyonl oldu. İlk girdiğimiz pavyonda hayatımda ilk kez hep filmlerde gördüğüm bir pavyon kızına o kadar yakın oldum. Bolca makyaj ve oldukça dekolte kıyafetler içinde ama genel ev kadınlarına göre çok güzel olan pavyon kızları etrafımızda dolaşmaya başladılar. Ama... Aman ya Rabbim ! Onca parfümler sürünmelerine rağmen o genelevdeki kokuyu burada da alıyorum. Oradaki kadar yoğun olmasa da burada da var o koku.
Mama dedikleri yaşlı bir kadın seslendi.
-Haydi bakalım beyler kızlarımız boş.
Kızlardan biri iyice sokuldu bana.
-Ateşin var mı aslanım?
Ateş var olmasına var da söndürecek kadar para yok. Hem olsa da harcama niyetinde değilim. Çünkü kız yanıma yaklaştıkça o iğrenç koku da parfümü ile birlikte yaklaşıyor burnuma. Parfüm kokusu ve o iğrenç koku. Bir yerlerden hatırladığım ama bir türlü neyin kokusu olduğunu çıkaramadığım o iğrenç koku...
-Buyurun...Dedim ve çakmağımı çaktım.
Kız, elimi iki avucuyla birlikte tutarak sigarasını yaktı.
-Hiç mi silah tutmadın aslanım. Ellerin titriyor.
’’ Ne silahı yahu. Ben lastik sapan bile kullanmadım hayatımda ’’ demiyorum.
Mama söze karıştı.
-Beğendiysen al da çık yukarı.
Kaçmak lazım buradan. Yoksa iş sakat. Belleri tabancalı fedailer pis pis bakıyorlar.
-Başka kız yok mu? diyorum.
Biraz önce benden ateş isteyen kız cevap veriyor
-Hayvanat bahçemizdeki hayvanların hepsi bu kadar. Beğenmediyseniz başka bir hayvanat bahçesine gidebilirsiniz. Buralarda çok.
İçim bir tuhaf oldu. Kim bilir bu kızın ne kadar hüzünlü bir hikayesi vardı. Ama ne o anlatabildi bana hikayesini ne de benim dinlemek için zamanım oldu bir daha. Kardeşimi ve arkadaşlarını alarak çıktık oradan ve doğru evlerimizin yolunu tuttuk.
Hayatımın ilk ve son pavyon macerası da böylece bitmişti.
Yıllar sonra bir Türk filmi girdi vizyona. Hani baş rollerini Hande Ataizi, Halil Ergün ve Yasemin Alkaya’nın oynadığı bir zamanların oldukça ses getiren bir filmi. ’’Mum Kokulu Kadınlar’’ İşte ben o filmi seyrettiğimde hatırlamıştım o kokunun ne kokusu olduğunu. Evet o koku mum kokusuydu .Söndürülen bir mumun çıkardığı koku.
YORUMLAR
Bu günün şartlarıyla kıyasladığımızda pek hoşumuza gitmese de, bence o günün şartlarında belki de bu evlerin olması gerekiyordu. Hatırladığım kadarıyla vergi levhaları bile vardı. O günün şartlarında bir kadın vücudunu yakından görebilmek bile bir hayaldi. Belki bir çoğumuz da kadın vücudunu ilk orada gördü. Dolayısıyla, her olayı kendi zaman diliminde ve kendi şartlarında değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Doğru ya, çocukluğumuzun hayal dünyasında bir de Sevtap Parman vardı. :)
Yazı için; Elinize sağlık ve teşekkürler!
Sami hocam ben bu filmi duymuştum ama izleyemedim bu gün deftere eklediğim şiirimin
ismi ne tesadüftür ki mum kokulu kadınlar belki isim aklımda kaldı belki vurucu olduğunu düşündüm
yani benim şiirin içeriği ile sizin yazınızın son bölümündeki bağlantının hiç bir benzeşen yanı yok
yüce rabbim düşen düşürülen kadınlarımızın yardımcısı olsun kapitalist bir sistemde ve bilinçli olmayan bir toplumda bu sosyal yaralar daha yıllarca kapanmayacaktır günümüz koşullarında lüks tüketimler ahlak erozyonunu körüklüyor..
anlamlı bir yazı sami hocam saygı ve selamlarımla...
Sevgili Kardeşim
Çok güzel bir anekdot du , halini gözümün önüne getirerek içinde bulunduğun durumu yaşadım.
Yaşamın bir de bu yönü var işte.
Eline sağlık Kardeşim.
sami biberoğulları
Benim kerhane ve pavyon maceram da işte böyle))))))))))
Selam ve sevgilerimle.
evet arkadaşım kimse öyle bir hayatı istemez allah yardımcıları olssun
sami biberoğulları
Çok haklısınız. İnsan yaratılışına tamamen ters bir durum.
Selam ve sevgiler.
ay hocam ayyyy napdiniz yahu siz..okudum ve etkisinde kalmisim o gece..seyde takili kalmisim ben hocam.hani tiyatro bölümü varya haah orda.yilmaz yilmaz diye yumruklar kalkmis ya..iste o kalabalik sanki ispanya sokaklarindan yokus yukari bizleri kovalyiorlar.Baslarinda kasklar var pesimize düsmüsler..ay bi korkdum bi korkdum sanki essah gibiydi.Bi evin kapisinda dar düsdük iceri.Kapidada ne hikmetse kocaman bi delik varmis ve ben o delikden bakiyom.Ve kaskli adamin biri geli acin diye bagirarak bi bakdi o delikden,gözüm belerdi sanki korkudan..bi uyandim kimse yok yanimda.bi sevindim bi sevindim sorman..80 li yillari bende bilirim..lise caddesinde genclik bagira cagira ilerliyordu ve ben cocukdum..zannimca o yillar canlandi gözlerimde..mum kokusuna gelincede igrenc bir kokudur o koku.Allahim böyle yerlere düsen insanlara hidayet versin ve kurtulsunlar oralardan..tenleri sermaye eden o adi insanlarin sonlari cehennemde ateslerin icinde olmali..kadere sözüm yok ama insanlara cok diyeceklerim var hemde en sansürlüsünden..saygi ve selamlarimi sunuyoyrum.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar.
sami biberoğulları
Evet Allah yardımcıları olsun.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Sizlerden aldığım bu ödül bana yeter de artar bile. Gerisi seçki kurulunun bileceği şey.
Sağ olun var olun.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Ödülün benim için en büyük onurdur. Çok teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Dediğiniz gibi o koku oldukça fazla her yere yayılınca burunlar da alıştı sanırım. Şimdilerde hiç kimse duymuyor o kokuyu maalesef.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
O kadınların hiç birisi isteyerek oraya düşmüyor. Yalnız şu var: Bazıları çıkmış oldukları yolun sonunda oraya düşme ihtimalinin de olduğunu bildikleri halde giriyorlar yanlış bir hayat yoluna, bazıları ise kendilerini hiç ummadıkları bir anda orada buluyorlar.
Selam ve saygılarımla.
Ne güzel yazmışsınız,bir yandan güdürürken bir yandan da düşündürüyorsunuz;tıpkı hayat gibi...Kaleminize sağlık!
sami biberoğulları
Sayfama şeref verdiniz.
Selam ve saygılarımla.
o kokuyu alan ve rahatsız olan erkek azdır herhalde siz ahlaklı e namuslu bir adamsınız ki o kouyu duymuş ve tiksinmişsiniz ilginç deneyimler Allah gençlerimizi öyle yerlerden korusun
sami biberoğulları
Allah Bütün insanlığı o gibi yerlere düşmekten de gitmekten de korusun.
Selam ve sevgilerimle.
sönen mum kokusu hiç düşünmemiştim zor oralardaki hayata sürüklenmek parçası olmak çoğunun kader kurbanı olduğunu düşünüyorum para için bir kadın bu denli iğrenç durumlara düşemez...Mantığım asla diyor..ya erkekler onları anlamak imkansız...başkalarının acizliğinden zorluğundan istifade edip bunun adını da erkek olmak olarak yorumlayan...ne yalan söyleyeyim sizle bir midem kalktı..mum kokusu ile idare edelim kimseler gidip görmesin oraları saygılar selamlar
sami biberoğulları
Öyle bir rezillik ve sfillkk içinde yaşanan şey aşk denilmesi işin daha da feci tarafı.
En fecisi ise arz ve talep olayı. Nasıl talep ediliyorlar bu yaşıma kadar hâla anlayabilmiş değilim. Ama ne yazık ki insan denen bu yaratık daha fecisini bile talep edebiliyor.
Allah hiç kimsenin mumunu söndürmesin ki o kokuyu duymayalım.
Selam ve saygılarımla.