AL KARISI..
AL KARISI.....
Çok uzun boylu üzerinde kapkara bir çarşaf içinde ayakları hiç görünmeyen bir anda kaybolup, bir anda ortaya çıkan biri olarak hep aklımdaydı.. Alkarısı.. Çocukluğumun karabasanı..
Onun nereden geleceği hiç belli olmaz, bazen Fırat kenarından Halanın taşının dibindeki söğüt ağacının altından çıkar, bazen Keşiş Boğ an’dan çıkıp yol boyundan gelir, bazen de kengerlikten aşağı Killik Dere’sinden, kimi zamanlarda Kahramanlının kuyusunun içinden çıkar gelirdi.. Her yandan Alkarısı ablukasındaydık kısacası..
Mahallemin bütün yengeleri, toplanmış tandır evinde hamur döküyorlar. Yeni geline teslim edilen bizler ise büyük odanın divanının üzerinde sıra ile dizilmiş önümüze koyulan çedeneli buğday kavurgası yiyoruz. Ara sıra çişimiz var mı diye bizleri yoklamaya gelen annelerimiz “ sakın dışarı çıkmayın bak Alkarısı sizi götürür” diye tembih ediyor. Tekrar işlerinin başına dönüyor. Yaşmak tutan zavallı gelin tedirgin merak ediyor ama soramıyor.. Bazılarımız Alkarısı korkusundan çişimiz bile var diyemiyoruz... Kasıklarımızı sıkıp, sıkıp duruyoruz.
Tandır ekmeği yapmadan bir gün önce hamur dökme işi yapıldığından ekmek pişirilecek evlerde bu serenomiyi yaşardık. Aslında hamur dökme merasimi dedikodunun en teferruatlısının konuşulduğu zamanlardı. Bir sonraki hamur dökmeye kadar bir önceki ekmek pişirilen evden kalan yarım mevzular sonuçlanır yenileri konuşulurdu. Üç beş günlük gündem burada oluşurdu.
Ellerindeki hamurları yuvarlayarak ıslak bez dastarın üzerine dizerken bazen önemli bir hususta bütün ekip bir anda durur; mevzuyu iyice yorumlar, sonra en kıdemlisinin uyarısı ile tekrar işlerini yapmaya başlarlardı. Saatler sürer mevzular bitmez,hiç farkında olmadan yüzlerce ekşimiş hamur topları yan yana dizilirdi.
Aslında en zor iş yeni gelinindi. O bir dizine çocuk ile uğraşmak zorunda kalırdı. Hepsini üç dört saat bir odanın içinde tutmak maharet işi idi. Gelin mahallenin kızı ise çok çabuk hal yoluna koyardı. Çünkü o usulü bilir çocukların en çok sevdiği “Gıgırcım Burnu, Elimelim Kepenek” oyunuyla işi götürürdü. Eğer dışarıdan gelmiş ise anasından emdiği süt burnundan gelirdi. Uyanık olan bazısı erkek çocukları Cami Hocasının küçük oğluna emanet eder ; oda babasının edası ile İhlastan başlar, Elem tereye kadar gerile, gerile ne kadar maharetli olduğunu bizlere gösterirdi ger.. Babası Alkarısı geldiğinde okunacak bir dua bile öğretmişti. Ama en çokta o tırsardı.. Hocanın oğlunu cebimde her zaman taşıdığım aşık kemiği oyunu ile sürekli yenmiştim. Her seferinde içinden dua okuyup attığı halde hiç dik getiremiyordu. Sinir oluyordu..Zaten gelemezdi çünkü dik gelecek tarafın sırrını sadece ben biliyordum..Birde onu bana veren abim..
Kız çocuklarının keyfine diyecek yoktu. Çünkü hepsinin saçları yeniden taranır ince, ince örülürdü. Sıralarını beklerler bu da onlara bakan gelinin işine gelir yapar, bozar ağırdan alır böylece zamanı geçirirdi.. Ya da becerebilenlerin ellerine bir tığ b ile ip verilip zincir çekmesi öğretilirdi. Bazısı kanaviçe üzerine işlenen desenleri meraklı gözlerle izlerdi.. Bu arada annelerinin işi de biterdi..
Çocukların bulunduğu odaya kalbur içinde çermesi armut, elma, ceviz gelirdi üzerinde bir bez pestil gelirdi. Sorumlu gelin ablamız önce cevizleri pay ederdi hepimize. Birer elma armut verirdi. Sonra pestilin yarısını “bunu da al karısına atalım” diye yeleğinin içine zula edip kalan yarısını bizlere kırdığı cevizlerimizle birlikte dağıtırdı.
Pestilin kalan yarısının Alkarısına verilmediği kiminle yediğini yaşımız onaltıya yaşımıza vardığında ancak anlayı vermiştik. Meğerse o eniştelerin hissesiymiş. Oysa evlerde bile sıkı sıkı saklanan pestillerin hep Alkarısından saklandığını düşünüyorduk.
Sebiha’nın kızı Ferüzan abla ile Berber Şevketin Kızı İclal ablanın uydurduğu türlü ,türlü Alkarısı hikayelerini dinleyen çocuklar ertesi günü kalktıklarında muhakkak altına kaçırmış olurdu. İkisi de tam bir stendapcı maharetinde yüz mimiklerini hareketleri ile birleştirerek öyle bir anlatırlardı. Uykuda karabasanları görmemek mümkün değildi. Bu ikili sanki birbiri ile yarış halindeydi. Anlattıkları sayesinde mahallemizin her yerinde her köşesinde Alkarısı vardı. Korka, korka yürüyor tedirgin ürkek geziyorduk.
Kiminin çocuğunu kaçırılıyor karşı kayalıktaki taş bedende leylek yuvasına götürülüyor. Leylekler onu güya yiyor. Akşam ezanından sonra yerler bağlanıyor bu saatte dışarıda olan çocukları kaparak Katmer kaya’nın arkasındaki Kurt Mağarasında kurtlara yem oluyordu. Küçük kuzuların kulaklarını, kuyruklarını bile yiyordu. Hakikaten kuzuların kulaklarında ya bir yırtık vardı ya bir delik.. Atların yelelerini örüyordu! Buda doğruydu her gün kapının önünden geçen Salut’lu Süleyman Amcanın atının saçları, kuyruğu hep örgülü idi..
Bazen Alkarısı Tren ile beraber gezdiği için tren yolunun kenarına yaklaşanı hemen rüzgarı ile trenin altına çekiyordu.. Bu yüzden tren geçerken Alkarısının rüzgarına kapılmamak için hep haddinden fazla açılır son vagon iyice uzaklaştıktan sonra yola devam ederdik..
Aslında onların anlattıklarından korkup çekinen küçük çocukları Fırat Nehri’ne ve mahallenin içinden geçen demiryoluna yaklaştırmıyordu. Akşam ezanından sonra küçükler Alkarısı gezdiği için evlerinin kapısından başka yere ayrılamıyordu.
En çok Hashatun ninenin tandır odasında mutlu olurduk. Hamur dökme sırasının ona gelmesini dört gözle beklerdik. Karanfil kokulu kırmızı akide şekerleri hep onda olurdu. Dolma Güveci bile herkesinkinden daha büyüktü. Etli yaprak dolmasını doya, doya yiyorduk. Hele birde kapısının önündeki ekşi Aluça’dan kuruttuğu erik kurusunu güvecinin içerisine koymuşsa; Dolmalar kapanın elinde kalıyordu. O vefat ettiğinde bütün mahallenin çocuklarının çok üzüldüğünü biliyorum. Bu dolmalar hatırına sılayı rahim yapan her kes Hıdırellez kabristanını ziyaret ederken hiç çocuğu olmayan bu Hashatun Ninemin mezarının başında muhakkak bir Fatiha okur ruhuna gönderir. Meğer bütün mahallenin çocukları onun çocuğuymuş nerden bilelim. ..
Hamurcu kadınlar tandır ekmeği imecesine götürdüğü çocukların yaşına laf taşırlar diye bir sınırlama getirmişti. On yaşından büyükler evde oturur gelemezlerdi. Bizim mahallede herkes on yaşına basınca böylece rüştünü ispat edip y abi yada abla oluyordu .Kızlar yazmasını örtüyor. Erkekler ilk defa üç numara kafa tıraşından alaburuz tıraşa kavuşuyordu. Alkarısı meclisinden de kurtuluyordu. Onları da bu sefer on altı yaşlarına kadar Stara hikayeleri bekliyordu.Bu versiyon olarak çok farklı izahı bile çok teferruatlı idi. Olayları hep ev içinde geçer; stara ya tavanda, ya helanın kuburun da gezerdi.. On altıdan yaştan sonraları onların hikayeleri farklıydı. Onlar Namık Kemal’ci idiler.
Evimize misafir gelen komşumuzun beş yaşındaki küçük yaramaz kızına kızıp “akıllı dur bak alkarısına söylerim seni götürür diye kızmıştım.. Kız o anda televizyonda seyrettiği çizgi filmdeki cadıyı gösterip “Amca bak Alkarısı”.. Ama o kutudan çıkamaz ki. bana bir şey yapmaz ki.. diye cevap verdiğimde çocukluk cahilliğimin altında bu yaşta eziliverdim zemane veledinin karşısında. Ne ucuzca kandırılmışız be...
Benim bu yaşta bile o zamanlara ait zihnimi canlı tutacak anılarım vardı.. Hatta altını ıslatıp dayak yiyen çocukların bu kusurlarının sebebi belki bilinmiyordu. Ama ne tren yolunda ezilen çocuk oldu; nede Fırat kenarında boğulan. Küçük kuzuların, danaların kulaklarındaki deliklerin ev sahibine ait bir “en” işaret olduğu da Çoban Zeynel’ den öğrendik...
Bu altı pirima bağlı hazır cevap çokbilmiş veled büyüyünce çocukluğuna ait hatırlayacağı ne hatırası olacak doğrusu onu kestiremiyorum. Benim on yaşımda öğrendiğim şeyleri o şimdiden biliyordu. Stara moduna bile geçmişti..
Faruk KÜÇÜKTAŞ 15.01.2012 ©
YORUMLAR
ERZİNCANLI OLSUN DA ÇAMURDAN OLSUN. ÇALIŞMA HAYATIMIN EN GÜZEL YILLARINI GEÇİRDİĞİM ŞEHİR. ORADAYKEN BEN DE BU "ALKARISI" ÖYKÜLERİNİ ÇOK DUYARDIM DA, PEK MANTIKLI GELMEZDİ, İTİRAZ EDERDİM. AMA, YEMİNLE ANLATIYORUM, BİR DOSTUMUN EMEKTAR ATINA MUSALLAT OLDUĞUNA ŞU GÖZLERİMLE ŞAHİT OLDUM.Atın yeleleri yarım metre, öyle de güzel. Akşam oldumu o yeleleri öylece salıverip eve gidiyor, sabah gidip baktığımızda da, bir insan eliyle yapılamayacak kadar özenli öyle bir örülmüş halde buluyorduk ki... O ahırda, o saatlerde ALKARISI peydah olup da yapıyordu bunu. Bir keresinde de atın canhıraş kişnemeleri ile o dostla birlikte koşturup vardık ahıra, at sırılsıklam ter içinde ve göğsü körük gibi nefes nefese. O KARANLIK, DAR AHIRDA AT SANKİ 3 BİN METRE KOŞMUŞ... İnanmayan dostlara tavsiyem, yakalayın bir alkarısı, size ömür billah hizmetçilik etsin, diyorum.. SAYGIYLA
.
kemnur tarafından 1/23/2012 10:13:56 PM zamanında düzenlenmiştir.
KEMAH_LI
çok güzel hazırlamışsınız elinize sağlık...
kutlarım....
saygılarımla....