- 1218 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ceset Çiçeği
Psikiyatrist Anuşavan’a
‘’Sevgili doktorum, son günlerde yaşadığım korkunç gerçeği yazmak istedim. Çünkü beni en iyi anlayacak olan sizsiniz.
Adını dahi tanımlayamadığım hastalığın pençesinde can çekişirken, vücut semptomlarımı yanlış yorumlayıp, yalnızca hastalık hastası olduğumu düşünerek kendimi kandırdım. İçinde bulunduğum düşünce biçimlerinin; hastalık kaygısı ve korkusu taşımış olmasının suçlusu ben miyim? Bu akıl almaz karanlığın içinden kopardığım sözcükleri, size sunmaktan başka hiç bir şey gelmiyor elimden.
Size şimdi yaşadığım yeri ve karısı tarafından terk edilmiş adamın öyküsünü anlatacağım:
Ah! Terk edildim, sevilmedim, gele bilme ihtimalini düşünerek, sürekli pencereden işlek caddeyi izledim. Hasta olduğum ve tanrı tarafından cezalandırıldığımı düşünmek, sizce insan psikolojisi için normal sayılır mı? Hayır, hayır sayılmaz!
O ruhumu, beynimi ve tüm düşüncelerimi ele geçirdikten sonra, karımı göremedim, var olan bir et yığınını, siyah güzel saçlarını, iri gözlerini, sıska parmak uçlarını göremeyecek kadar kör olmuş olmamın tek suçlusu: adını ‘’ Şeytanın evi’’ olarak koyduğum gizemli etten oda mıydı?
Bir akşam yemeği için masaya geçmiştik. Bir kadınla aynı masada oturup akşam yemeği yemek, bir erkek için en hoş sayılacak duygudur. O güzel anın mutluluğu içinde, karımın derin gözlerine dalmıştım. Kendimi güneşten kaçan, dev bir çınar ağacının gölgesine sığınmış kuş gibi hissettim.
Hasta olduğum şüphesi kalmamıştı! Onunla olduğumda daha iyiydim. Sürekli olarak ölümün soğuk yüzünü görmek ve hissetmek, felaket uçurumunun derin karanlığına boş ve anlamsızca bakmamıza neden olur! Şimdi ise karımın gözlerinin içinde güzel sayılacak bir yolculuğa çıkmıştım.
Kanıma, etime ve ruhuma susayan ölümün; Yaşadığımı kalp atışlarıyla bana hissettiren kadının, gözlerinin içinde olmaması ne güzel bir duygu!
Düşünce dünyamda, hastalık kuşkuları ve kaygıları ve ismini koyamadığım tanıların ağır ağır öldüğünü düşündüğüm tek yer onun gözleriydi.
Ellerime hâkim ola biliyordum, bir ağrının var olup olmadığını: dokunula bilir, hissedile bilir, bastırılabilir şekilde hissetme arzusu kaybolmuştu ortadan! Bir ara göksümün sıkıştığını hissettim, bu sıkışıklık her hangi bir kas ağrısının habercisiydi! Kalp krizinin değil! Beni olumsuz düşüncelerden, panik ataktan, akıl hastalığından arındıran bu insanı ne kadar çok sevdiği mi söylemek istiyordum ki
Birden gözlerinin derinliklerinde karanlık bir oda gördüm! Evet, bu bir odaydı!
Etten bir kapının sürekli beni geri itmesine anlam verememiştim!
Deli olduğumu düşünüyorsunuz?
Asla sevgili doktor! Ben deli değilim!
Bedenimi inanılmaz bir titreme sardı. Karım yerinden sıçradı ve hızla yanıma geldi, bir bardak su verdikten sonra yatak odasına götürdü.
Gerçekten garip değil mi?
Gözlerine baktıkça, o karanlık odanın ardında gizlenen canavarı merak ediyor ama bakamıyordum! Korkuyordum! Ele geçirilmekten, eskisi gibi tuhaf ve kötü şeyler düşünmekten korkuyordum!
Karımın neler söylediğini algılayamıyor, endişeli yüz ifadesini göre biliyordum.
Yatağa uzandığımda uyumaktan, gözlerimi kapatmaktan korkarak, anlamsızca sehpa üzerindeki evlilik resmimize bakıyordum.
Oradaydı! Resmin içinde ve karımın gözlerinde onun yüzünü gördüm! Tam elimi uzatıp resmi ortadan kaldıracaktım ki kayboldu. Yatağımın altına, çekmecelere baktım ama bulamadım! Arıyorum ama neyi? Basit bir halüsinasyon görmüş olmalıydım, resimdeki parlak cam parçasının, gözlerimi yanılttığını düşündüm. Odada ki havayla bütünleşen yanıltıcı gücün yalnızca oyununa gelmiştim.
Ama yinede gözlerimin, ruhuma zorla benimsettiği bu korkunç bakışların etkisinden kurtulamadım.
Odaya karımı çağırmak istedim, bir ödlek erkek için, kadın kahramanın başında nöbet tutması ne kadar doğru olur? Onun yeniden gelme ihtimalini dehşetli bakışlar eşliğinde bekliyordum. Ağır ağır gözlerimin kapandığını hissettim. Tam uyuyacakken, sinsice pusuya yatmış bu canavarın, beni öldürmesine müsaade etmeyecektim!
Bir süre kendimden geçmişim. Ancak iki yâda üç saat uyuya bilmiştim. Kalktığımda karanlık odanın üzerime serildiği gördüm, sol tarafıma baktığımda karım uyuyordu. Onu uykusundan kaldırıp, lambayı yakmasını söyleyemedim! Utanç duygusu ödlek erkek izlenimi vermek istemedim. Ama aynı zamanda birinin beni izlediğini, baktığını, yaklaştığını, boğazımı sıkacağını, hissediyordum.
Yeniden uyumaya çalışacaktım ve bu çırpınışımın geçici olduğunu ancak güneş doğduktan sonra anlaya bilecektim. Kendimi yalnız hissederek gözlerimi kapattım. Alnımdan ince bir ter damlası dolaştığında ve yanaklarıma ulaştığında, soğuk bir öpücüğün bana vermiş olduğu cesaretle bir süre onun varlığını unuttum.
Birinin bana dokunduğunu hissettim. Dudaklarıma öpücük konduruyor, gözlerimi açıp ona bakmaktan korkuyordum. Evet, bir dokunuş, sıcak ama ürkütücü bir dokunuş alnımda, saçlarımda, gözlerimin üzerinde dolaşıyordu. Kendimi bağırmamak için tutuyor, hırpalanmış beynimin en gizli sığınağına, tüm kanımın çekildiğine tanıklık ediyordum.
Aklımı başımdan götüren şeyi görmek istemiyordum! Gözlerimi açamadım ve bakamadım! Alkımımı kaybettim? Akşam yemeğinde gördüklerim o kadar garipti ki, korkunç bir canavar tarafından artık öldürülmeyi bekliyordum. Biraz sonra elleri bogazıma gidecek ve beni yok edecekti.
Gözleri kapalıyken, saldırıya uğrayan ve bir kurban olarak seçilen, öldürülmek üzere olan ama yanında olup bitenden habersiz olan bir kadının, korkak kocasını düşünün!
Sonunda ellerimi kaldırdım, karanlık bir gecede kurbanını arayan baykuş gibi sürekli sağımı ve solumu yokladım. Onun yüzünü hissettim. Dokundum! Evet, dokundum ve boğazına ulaştım! Hırıltısını duyuyor, çırpınışını hissediyordum! Çünkü boğazını sıkıyordum! Yavaş yavaş gücüm tükendi. Ellerimi çektim ve kapalı gözlerle koşarak kapıya ulaştım! İlk işim kapıyı onun üzerine kilitlemek oldu!
Artık mutluydum çünkü bu vahşi canavarı öldürdüm! Hiç bir şey düşünmeden salondaki koltukta uyudum. Sabah kalktığımda yatak odasına yaklaştım. Karıma seslendim ses vermedi. Sabah erkenden uyanıp işe gittiğini düşündüm. Akşamüzeri pencere kenarında onun gelmesini bekledim ama yoktu gelmemişti. Günlerce bekledim ve terk edildiğimi yağmur yağarken anladım.
Evde inanılmaz bir koku başladı! Ellerimde kurbanımın bırakmış olduğu izler kokuyordu, defalarca yıkamama ragmen koku yok olmadı.
Bunun üzerine, bu leşin çürüdüğü düşündüm ve balkondaki tüm güzel kokulu çiçekleri oturma odasına taşıdım. Bir süre kokunun gittiğini fark ettim. Bu yüzden günümün çoğunu çiçeklerle ilgilenerek geçirdim. Yatak odasının kapısını açamadım, korkuyordum, onunla yeniden karşılaşmaktan ve yüzünü görmekten korkuyordum. Bir ara insanların öldükten sonra yeniden dirileceğini okuduğum din kitapları geldi aklıma. Canavarlar içinde böylesi bir doğuş mümkün ola bilir mi? Ben ola bilme ihtimalini düşünerek, anahtarı tuvalet deliğinden attım.
Karım beni terk etti sevgili doktorum.
Herşey çok kötü ve hüzünlü, bedenimde, evimde soysuz bir kokunun, varolduğunu biliyor olmak, aciz hayal gücümün beni bir adım daha ileriye götüremiyor olması, beceriksiz olduğum anlamına geliyor.
Sevdim, kendimi kaybederek, karımın benim kusurlarımı görmezden gelmesini sevdim, çünkü sevmek katlanmaktır, katlanmanın karşılığında ona verile bilecek en güzel şey mutluluktur. Erken pes edip gitmiş olmasından dolayı, onu suçlamıyorum ama neden gittiğini bilmek, algılamak, ve görmek istiyorum!..
Ah! Koku! Hangi koku? Düşmanımın mı? Düşmanımın kokusu! Ormanlardan, okyanustan, gelecek serin bir kokunun dahi artık onu yok edeceğini sanmıyorum. Gün batımlarını, yıldızları, yağan yağmuru, kent üzerine serilen gri bulutları izliyorum.
Düşünüyorum, seven insanları, morg ta bekleyen ölüleri, sonsuz uzay boşluğunun adresi tespit edilemeyen cennet ve cehennem sofrasını, yaratıcı gücün anlam veremediğim acı çektirme yöntemini, kilisede ilahi söyleyen çocukları, camii kapısına ulaşmadan, çeşme dibinde ölen ihtiyarları, karımı ve yurt köşelerinde, boyunlarını büken çocukların umutsuz bakışlarını düşünüyorum. Burnuma vuran keskin iğrenç bir kokunun hiçbir etkisinde kalmadan, düşünüyor olmak ve bir gün aynı kokuyu biraz önce düşündüğüm varlıklara sunacak olmanın, vicdan azabını yaşıyorum!
Çocukluğumdan bu tarafa bitki morfolojisini merak etmişimdir. Tüm canlı çiçeklerin iç dünyalarını araştırmak istemişimdir. Yeni çiçekler keşfedip onlara ilk ismi veren bilim adamı olmayı çok arzuladım. Hayatın acımasız çemberinden geçen duygularımızın ve zengin tüccarların dünyasında, beş parasız oluşumuzun bedelini küçük yaşta çalışarak ödedim. Kalem tutmak günah mı? Aslında günahı işleyen insanları maddeler doğrultusunda yaşamaya zorlatan, paranın çirkin yüzü! Ben parayı hiç sevmedim doktur! Yalnızca karımı ve çiçekleri sevdim!
Midem bulanıyor, beni içine çeken bu kokunun dünyasında daha fazla yaşamak istemiyorum. Dünya’yı renkleri, hayatı, güzel olan her şeyi yaşamak için çok geç kaldığımı biliyorum. Ama yinede dünya’da değilmiş gibi, düşlerimin beni sürüklediği yerlere yürümek istiyorum. Yer kabuğundan çok, bir boşluğun merdivenlerinde yürüyüp, her hangi bir beyaz bulutun evine misafir olmalıyım. Onunla birlikte tüm yeryüzünü görmek muhteşem olacaktır! Peki, ama nasıl? Ölümü seçerek mi bu mümkün olacak? Hayır düşünerek!
Yalnızca çiçekleri göre bilmek, onların güzel kokularını içime çekmek için düşlerimin yaratacağı bir yolculuğa çıkacağım. Hiç birinin karım kadar yüreğimi titreteceğini düşünmüyorum. Gözlerimi kamaştıran yalnızca oydu! Ama yinede bu baştan çıkartıcı, narin yapılı ve güzel parfüm kokusunu benden esirgemeyecek olan çekici varlıkları yaşamak istiyorum.
Yalnızca onlar, insan dilinin söyleyemediği gerçekleri renkleriyle ifade edebilir. Ört bas edilmiş duygularımızın boşluğunu süsleyen, gözlerimizden çok, koku duyularımızın bu güzel hizmet karlarlarıyla, tanışmak ve konuşmak istiyorum.
Mektubuma son vermeden önce, karanlık hapishanemde günlerce baş başa kaldığım, iğrenç kokunun adını koymak istiyorum. Bunu sizde bilmek istersiniz diye düşünüyorum.
Yağmur ormanlarında büyüyen, yalnızca böcekleri ve arıları öldürmek için, iğrenç bir kokuyla doğayı rahatsız eden çiçeğin adını taşısın istiyorum ve adını ‘’ Ceset Çiçeği’’ koyuyorum..
Seviyle kalın’’
Doktor asistanının vermiş olduğu mektubu hayretler içinde okudu.
Endişeli bir bakışla:
‘’ Hastamızın, karısını boğarak öldürdüğünü polise bildirmeliyiz’’ dedi.
Dosyada kayıtlı olan ev adresine gidildi ve kapı kırılarak açıldı. Doktor, polis ve ilgili savcı içeri girdiklerinde, inanılmaz bir kokusuyla karşılaştılar. Yatak odası açıldığında, zavallı kadının cesediyle karşılaştılar. Birkaç gün sonra, akıl hastası koca, botanik parkında ölü olarak bulundu.
YORUMLAR
Müthiş! Çok etkileyici. İnsanlar deliliği okumayı seviyor gerçekten...Hele böyle güzel bir kurguyla kaleme alınmışsa...
Yalnız biraz yazım hatası var. Onları da farkında olmadan yaptığınıza inanıyorum. Tekrar gözden geçirirseniz farkedeceksiniz.
Daha yarınki yazıları okumadan, bugünün en güzel yazılarından birini okuduğumu söyleyebilirim.
Başarılar. Saygılar.