0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
478
Okunma
Bir yerinden sırıtıyordu uymayan tarafların. İstediğin kadar onlar gibi giyin, onların şarkılarını söyle; sözcükleri vurgundaki küçücük bir farklılık, herkesin güldüğü yerde yüzünde beliren o ağırbaşlı gölge, bir şeyleri o çoğunluktan bir parça değişik algılaman yetiveriyordu “onlarla sen” diye iki farklı gruba bölünmenize.
“Artık ben de sizdenim” dediğin o noktada, bir bakıyordun yine aylar önceki o taşralı kızın yerine gönderilmişsin… Onca zaman attığın adımlar, onlara benzemek için kendinden kaybettiğin tüm yanların hep bu küçümseyen merhamet içinmiş meğerse.
Ne olmuştu ki şimdi? Bu “dünyanın sonu gelmiş” ifadesini bu yüzlere konduran şey, gerçekten sadece az önce kırdığı o pot olabilir miydi? Bu kadar mı pamuk ipliğine bağlıydı yani onlardan olup olmaması?! Evet, o aktörü tanımıyordu. Yeni açılan o mekanı da bilmiyordu ayrıca. Eee, ne olacaktı yani? Birkaç dakika önce onların arkadaşıyken başka biri mi olmuştu şimdi? Daha uzak, daha yabancı… Az önce kahkahaları onlarınkine karışan o kızdan çok farklı…?
“Saçmalıyorsunuz!” dedi. “O kadar görüntüde takılı kalıyorsunuz ki baktığınız her şey gibi içleriniz de boşalıyor gitgide. En iyisi ben bu cahil, taşralı kız halimle daha fazla tedirgin etmeyeyim sizi. Baksanıza bir kafenin adını bile söyleyemedim. O çok engin bilgilerle dolu beyinlerinize ve size iyi günler diliyorum.”
Ablası nasıl da haklı çıkmıştı! Şimdi bu olanları ona anlatsa demediğini bırakmazdı, şimdiye dek haklılığını anlamadığı için… “Kızım hala görmüyor musun, boşuna bir çaba bu!” demişti daha iki gün evvel. “Maymun gibi onları taklit ederek yaranabileceğini mi sanıyorsun? Mayanız farklı bir kere. İstediğin kadar onlara benzemeye çalış, bir noktada yabancı kalacaksın. Onlar gibi bakmıyorsun çünkü.”
İyi ki de bakmıyordu. Göremezdi yoksa. Görse de hep yüzeyde, anlamını dışlayarak, renklere, parıltıya takılı kalır; tam bir bütüne varamazdı. Ruhsuz, cansız, kalbine değmeyen şeylerle dolardı dünyası. Onların bu kadar çok önemsediklerinin kendisinde hiçbir duygu ya da iz bırakmaması da hep bu yüzden değil miydi zaten?! Onun aradığı, onlarınkinden o kadar başkaydı ki!.. Kalp atışı gibi bir şey... Evet evet, tam olarak böyle denebilirdi. Kalbin temposuyla doğrudan bağlantılı, görüntüyle yetinmeyen, daha derinlere ilişkin…
Eğer bir şeye baktığında için ısınmıyorsa ne diye gözlerini daha fazla meşgul edecektin ki onunla? “Başkaları bakıyor ama…” mı diyecektin öksüz kalmaktan korkan bir çocuk gibi? Eğer korkuyorsan, böyle saçmasapan ayrıntılara takılıveriyordun işte onlar gibi. Madem onlardan olmak için bakman, önemsemen gerekiyor, olmadık anlamlar yüklüyordun sen de her şeye.
Aktörün adını bilmiyordu hala. Ama yeni açılan kafeninkini çok iyi hatırlıyordu. Onu asla uğramayacağı mekanların en başına yerleştirmişti çünkü.