- 796 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
USTURA - 4 -
Eşi, derhal amcasının oğlunu aradı ‘’Çok acele et enişten mide kanaması geçiriyor. Hemen hastaneye götürmemiz lazım’’ dedi. Beş dakika sonra da kuzen arabasıyla kapıya dayandı. Bu gürültü patırtıya iki numara ve kızı da uyanmışlardı. Babalarını kollarından, bacaklarından tutarak karga tulumba taksiye bindirdiler ve doğru hastaneye gittiler son sürat.
Üzerinde Acil yazılı kapıdan içeri girdiklerinde biraz kendisine gelip gözlerini açtı. ‘’ Aaaa Mahmut Bey’’ dedi…Mahmut Bey de dikkatlice bakınca tanıdı hastasını.
Ölmek isteyişinin üzerinden daha yirmi dört sat geçmeden seviniyordu o gün acilde Mahmut Bey’in olmasına. Eğer ölecekse de onun ellerinde ölmeliydi tıpkı babası gibi.
Mahmut Bey daha bir yıl önce babasına sorduğu soruyu sordu ona da:
-Hayırdır neyin var?
-Mide kanaması doktorum.
-Allah Allah nereden biliyorsun mide kanaması olduğunu.?
-Daha önce de olmuştu. Oradan biliyorum.
-Desene sen de baban gibi mideden dertlisin.
-Sadece bende değil doktorum, bütün kardeşlerimde var bu illet.
Mahmut Bey film çektirtip, gayta tahlili için kaka örneğini laboratuara gönderdikten sonra hastabakıcılara emir vererek hastasının dahiliye servisine, taşınmasını söyledi. 301 No lu odaya…
********
301 No lu odada yatan adam usulca gözlerini açtı. ‘’ Oğlum beni iyi dinle.Artık yolun sonuna geldiğimi ben de biliyorum. Elimden geldiğince, bildiğim ve gördüğüm kadarıyla size iyi bir baba olmaya çalıştım. Ama olamadığımı da biliyorum. Şayet ben burada ölürsem vasiyetimdir ağabeyin ve kardeşlerin sıkıntıya girip de cenazeme gelmesinler. Sen de sıkıntıya girme. Burada bir mezarlığa defnedin beni. Öyle memleketmiş ya da İstanbul’muş düşünme. Ben hepinize hakkımı helal ediyorum. Sizlerden razıyım. Allah da sizlerden razı olsun’’
Kolay kolay ağlayamazdı. O bakımdan da gözünden tek damla yaş gelmedi babasının bu duygu dolu sözlerine rağmen. Hatta o anda onu hiç mi hiç düşünmüyordu. Annesini düşünüyordu…
Adam uykuya geçince yanında getirdiği Kur’an-ı kerimi dolaptan çıkardı ve okumaya başladı. Bir taraftan okuyor, bir taraftan da Allah’ın işine şaşıyordu. Yetmiş yaşına kadar sofrasından rakıyı eksik etmeyen, vuran, kıran, her türlü zalimliği yapan babasının son demlerinde başında kur’an okuyan biri vardı ama alnını seccadeden kaldırmayan annesi son nefesini verirken başında ne kur’an okuyan olmuştu ne de dudaklarına bir kaşık su veren.
**********
Laz Hacı’nın ölümünden sonra büyük bir bunalıma giren kadın yıllardır içinde biriktirdiklerini kusmaya başlamıştı. Bazen günlerce hiç uyumadan yirmi dört saat konuşuyordu. Hatta o kadar ki ağabey artık dayanamamıştı annesinin bu kadar konuşmasına ve doktorun ‘’on damladan fazlası ölüme bile yol açar ‘’ dediği yatıştırıcıdan önce yirmi damla, daha sonra da kırk damla vermiş yine de uyutamamıştı kadını. Kadın hep konuştu ömrünün o son senesinde. O güne kadar konuşamadıklarının hepsini son üç ayda konuştu. En sonunda oğullarının ortak kararıyla Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gönderildi…Hani şu tımarhane demek ayıp olmasın diye ruh ve sinir hastalıkları hastanesi dediğimiz yere işte.
Kadının yanına elbette ki refakatçi alınmıyordu. Orası anormallerin hastanesi olduğu için normallerin hastanelerinde olduğu gibi orada da refakatçi olarak kalınamıyordu hastanın başında.
Bir sabah kadının üç numaralı oğluna telefon geldi. Telefondaki ses sanki çok sıradan ve olağan bir şey söylüyormuşçasına direkt söyledi söyleyeceğini ‘’ Beyefendi anneniz öldü. Cenazesi morgda. Bir an önce gelin alın.’’ O kadar…
Daha sonra kadının diğer oğulları da öğrendi annelerinin öldüğünü. Kadını morgdan almaya bir zamanlar baba’nın ‘’ Etti ikiii’’ dediği oğlu gitti. Az bir zaman sonra da kadının daha sonra kanserden ölecek olan kardeşi geldi ve ablasının naaşını yıkadı. Ne başında kur’an okuyan olmuştu Hacı kızının ne de ağzına bir damla su veren. Öylece Hakkın rahmetine uçmuştu.
‘’ Etti iki, Nam-ı diğer aslan oğlum..’’ dokuz aylık bir bebekken kaybettiği ilk evladından sonra ikinci kez göz yaşı dökmüştü hayatında. Evet…Bütün vücudu yanlış bir iğne sebebiyle kangren olarak ölen o ilk çocuğu ağlatabilmişti onu hayatında ilk kez ve şimdi annesi için ağlıyordu ikinci kez.
***********
Adam gözlerini hafifçe aralayınca kur’an okumayı keserek yanına gitti. Bardaktaki sudan birkaç damla ağzına vermeye çalıştı. Adam tekrar gözlerini kapattı. Birkaç dakika sonra serum değiştirmek için hemşire geldi 301 No lu odaya.fakat serumu takmadı. Hemen odadan çıktı ve beş dakika sonra Doktor Mahmut Bey’le birlikte geri döndü. Adamın üzerindeki battaniyeyi kaldırdılar. Ayaklarına baktılar ve sonunda Mahmut Bey ‘’ Babanı yoğun bakıma alıyoruz’’ dedi.
Alışmıştı babasının sık sık yoğun bakıma alınmasına. Hatta biraz da memnun olmuştu. Çünkü yoğun bakım odalarına refakatçi alınmadığı için artık evine gidip rahat bir uyku çekebilirdi. Yoğun bakımda elbiseye, pijamaya da ihtiyaç olmadığından babasının eşyalarını toplamaya başladı. Beş dakika geçmemişti ki anonsu duydu ‘’ 301 No lu odada yatan hastanın refakatçisi lütfen Dahiliye Servisine...’’
Hemen odadan dışarı çıktı. Kapıdan çıkar çıkmaz hemşire ‘’ Beyefendi babanız maalesef vefat etti. Başınız sağ olsun’’ dedi. Çok şaşırmıştı. Hiç bir kuvvetin öldüremeyeceğini zannettiği babası ölmüştü ha? Robot gibi geri döndü. Odadaki eşyaları bir poşete doldurdu ve dışarı çıktı.
Hemşire’ye ‘’ Çok teşekkür ederim. Hakkınızı helal edin ‘’ dedi. Hemşire bu buz gibi adamın tavrına şaşırmış gibiydi. Yakınları ölen diğer insanlar gibi değildi o. Ne ağlamış, ne üzüldüğünü belli eden bir ifade takınmıştı. Hatta diğer hasta yakınları gibi etrafında onlarca çığırtkan da yoktu. Tek başına çıkıyordu hastaneden. Sanki o hastane duvarlarındaki ‘’Sus’’ işaretli hemşire resimleri sadece ona hitap ediyordu. Suskun, sessiz öylece çıkıp gidiyordu. Arkasından seslendi: ‘’ Aşağıya inip danışmadan ölüm raporu alın ki daha sonra defin ve diğer işlemler için size lazım olacak o belge ‘’ dedi.
Aşağıya inip ölüm raporu almak için danışmaya geldiğinde ona azıcık beklemesi söylendi. O da bu bekleme esnasında Mahmut Bey’i aradı.
-Üç senedir babam için yaptığınız her şeyden dolayı çok teşekkür ederim.
-Çok üzgünüm. Üç senedir birbirimize o kadar alışmıştık ki şimdi sanki benim babam ölmüş gibi üzgünüm.
-Allah sizden razı olsun Mahmut Bey. Hakkınızı helal edin…
Ve hayatının üçüncü ağlama olayı da gerçekleşmiş oldu artık. Ama ağlarken bile tebessüm etti ‘’ Rahmetli hayatta olsaydı ne kadar kızardı kim bilir erkek adam ağlamaz diye’’ Sonra bir daha güldü ‘’ Rahmetli ve hayatta olsaydı (!) Ulan oğlum dilek dilemesini bile beceremiyorsun’’ dedi kendi kendine.
O günün akşamına doğru hayatında üçüncü kez bir morgdan naaş almıştı. Naaşlar küçükten büyüğe sıralanmışlardı. ‘’Ulan ne ters bir aileyiz… Ölüm sıralamamız bile tersine. En başta gitmesi gereken en son, en son gitmesi gereken en ilk gitti bizde’’ dedi. Hem ağlıyor hem de gülüyordu bu sıralamaya.
İlk sırada dokuz aylık bebek olan oğul, ikinci sırada altmış üç yaşındaki anne, son sırada seksen iki yaşındaki babanın olması…’’ Allah’ın takdiri… Ne gelir elden. ‘’ dedi.
*********
-Sen her hangi bir ilaç aldın mı mide kanamasından yirmi dört saat önce ?
Gözlerini açtığında o tonton yanakları ve sevimli yüzüyle Mahmut Bey’i gördü..
-Bu odayı hatırladın mı Mahmut Bey?
-Benim her gün girip çıktığım bir oda. Bir özelliği mi var?
-Olmaz olur mu? Babamın vefat ettiği oda. Şu anda da onun son nefesini verdiği yatakta yatıyorum.
-Aaaa sahi ya…Hemen değiştireyim.
-Gerek yok. Çok teşekkür ederim.
-Ya sana sorduğum soruya cevap alamadım.
Karısı merakla bakıyordu. Onun duymasını istemediği için baş ucunda duran bir küçük bloknota yazdı:
‘’ Bir kutu civarında Famodin (Mide hapı ) ve dört tane Apranaks( Ağrı kesici )
Mahmut Bey eşine döndü:
-Hanımefendi bu basit bir mide kanaması değil. İç kanama var. Acil kan lazım. Siz acilen kan bulmaya bakın. Ben şimdilik elimizdekileri kullanacağım ama her ihtimale karşı elimizde yedek bulunsun. Şimdi siz gidin. Eşinizi yoğun bakıma alıyoruz. Burada beklemenize gerek yok. Önemli bir durum olursa sizi ararız.
Eşi gittikten sonra yoğun bakıma alındı. Kollarına bir sürü alet bağlanıp ne işe yaradığını bilmediği bir şişe serum damarlarından içeri akarken ‘’ Vay bee Yoğun bakım denilen yer demek burasıymış. Nasipte buraya girmek de varmış. ‘’ dedi
Girmek vardı ya çıkmak da var olabilecek miydi acaba? Gözleri kapanmaya başladı yavaş yavaş.
YORUMLAR
sami biberoğulları
Bu seriyi aslında bir roman haline getirmeyi düşünüyordum ve 5. Bölümü de hazırdı. Ama yorumlara baktığımda arkadaşların benden böyle hüzünlü değil, güldüren yazılar beklediğini gördüm. O bakımdab bu seriyi burada noktaladım.
İlginiz iç.in çok teşekkürler. Resim ile sizde canınızı acıtan bir hatırayı cankandırdığım için de beni affedin. Bu yazım maalesef böyle bir resim gerektiriyordu.
Selam ve saygılarımla.
Nasıl oldu anlamadım, Bir seri hikayeye başlamışsınız ve gözümden kaçmış.
Tabi derhal 1.bölüme gittim önce ve buraya kadar geldim.
Hatta bir çırpıda ve hiç sıkılmadan okuyarak. Sizin yazılarınızı seviyorum, Hele araya ustalıkla kattıınız espriler doyumsuz. Kaçırdım ama, dört sayfayı birlikte okumakta hoş oldu.
Bir bir bağa girdim mi, üzüm yemek istiyorum öncelikle, bağcıyla muhatap olmak yerine :))
Sevgiler
sami biberoğulları
Üzüm konusuna gelince: İnşallah sevdiğiniz cistir üzümler ki öyle anlıyorum yorumlarınızdan. Eh o zaman bana da ''Afiyet olsun :'' demek düşüyor.
Selam ve sevgilerimle.
Not: Bu yazı dizisinin son bölümü olabilecek bir olay hiç beklenmedik bir zamanda yaşandı. '' Nihayet Sa(ı)tı'' başlıklı yazım da Ustura serisine dahildir aslında. Ona da göz atabilirsiniz.
Yine çok etkileyici bir bölüm daha okuduk. Hayatı yazıyoruz. Tebrik ederim. Selamlarımla.
sami biberoğulları
Haklısınız...Kurgu olmayan, tamamen gerçek bir hayatı anlatıyorum.
Selam ve saygılar.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
hocam o resimi Allah aşkına değiştir ya valla içim çok kötü oldu değiştirin lütfen
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.