- 8166 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Eski Bir Mit Ajanın İtirafları
Neden İtiraf Ediyorum?
Uzun zaman halkımız eğitim sürecinden geçerken sadece Osmanlı Tarihinin Gerileme ve Yıkılış dönemleriyle, İnkılâp Tarihi okutulmuş ve bu süreçlerden başka tarih yokmuşçasına insanlarımız eğitilmişlerdir. Oysa yakın tarihimizde gerçekleşen olayları bilmeyen bir gençlik, hiçbir zaman kendisini daha güçlü hissedemeyecek ve yüreğinin bir tarafı daima buruk olarak kalacaktır. Eski bir MİT ajanı olarak, bu görevim sürecinde nasıl Teşkilata girdiğimi, hangi insanlarla tanıştığımı, gerçeklerin aslında nasıl olduğunu, Büyük ülkelerin ülkemiz üzerindeki kirli oyunlarını, darbeleri, hareketleri, özel olarak görevde ve de sorgulama anında gençlerimizin nasıl kandırıldığını siz, değerli halkıma anlatmak istiyorum.
En Büyük İtirafım; Kaderim!
İtiraf nedir, nasıl yapılır gerçektende bilmediğim bir şey! Hayatım boyunca şu ana kadar itiraf kelimesini sadece yakalamak için uğraştığımız adamlar için kullanan biri olarak; ‘İtiraf et, söyle!’ ifadesine pek alışkın değilim. Bu itirafları da yazarken aslında; bildiklerimi, duyduklarımı, gördüklerimi ve de yaşadıklarımı gözden geçirince, koca bir hayatın ‘Ne İçin?’ geçtiği hakkında üzülen, daha farklı bir hayatımın olmasını hayal eden ve dünyaya bir daha gelsem, bu tür işlerden uzak durup, gerçekten ailemi sevmeye, onlar için çalışıp güzel bir hayat sürmeye çalışırdım. Ama insan kaderini kendisi çizemiyor.
1971 yılında askerliği bitirdikten sonra, işsiz güçsüz gezinip, nasıl bir hayatı olacağını dahi bilmeyen bir genç olarak, etrafımda elimden tutup da bana ekmek kazandıracak kimse yoktu. Bir gün yine hayatımın böyle geçeceğini düşünüp, evhamlar içinde sürüklenirken; bir gazete alıp, kaldırım taşının birine oturup, sayfaları karıştırmaya, haber başlıklarını okumaya başlamıştım. Elimdeki Milliyet gazetesini tutarken, parmaklarımın titrediğini iyi hatırlıyorum. O nüshada manşette Genelkurmay başkanı Memduh Tağmaç: ‘Maksat Ordunun Sabrını Taşırmak’ yazılı ifadesiyle, Hükümete gözdağı verip, darbenin yakın olduğuna dair insanları korkutmak istiyordu. 22 yaşında bir gencin bunları anlaması gerçekten güç bir şeydi. Devlet Su İşlerinde Odacı olan babam, evden işe, işten eve gelip gider ve siyaset konusunda da pek düşüncesini açık etmezdi. Yalnız Menderes İdamını radyodan duyunca, gözlerinden akan yaşlarını tuttuğunu iyi hatırlıyorum. O gün bile ağzından tek kelime çıkmamış ve benim memur babam olaylara tarafsız bakmaya çalışmıştı. Yakın çevremde genellikle dindar kesim erbabı aile ve yakın olunca, bizde kendimizi ‘ülkücü’ tanımlayıp, ona göre de komünist insanların hepsinden nefret ediyorduk. Bu duygu ve benimsememiz aslında dedemden bize kalmış bir miras gibiydi. Dedem Yunan zulmüne uğramış Anadolu topraklarını savunurken, Rusya’nın ta o zamanlardan bu komünist akımı Balkan ülkelerine yayıp, insanların kafasını dinsizlikle bozduğunu anladığını söyleyip dururdu. Son zamanlarında bembeyaz, nurlu sakallarıyla beraber bizim evde yaşayan dedem de, ben askerliği Sinop’da yaparken Hakkın rahmetine ulaşmıştı. Ölüsünü defnetmeye yetişememiştim ama anneme, benim hakkımda söylediklerini duyunca ruhum huzura kavuşmuştu.
-Kızım, Caide, sen bu oğlanı bu yaşa kadar büyüttün, getirdin. Adam ettin. Şimdi askerde oğlan ve vatanı mücadelesinde gözünü kırpmadan çarpışan ceddi gibi, ulvi bir haysiyet ile dopdolu! O geldi mi buraya söyle, deden senden razı; deden senin için ümitli. Yeise düşmeden, Allah’ı bilip, yalandan, içkiden ve kumardan uzak dursun Yetimin hakkını gözetsin. Onu Allahın izniyle devletine, milletine âli işler yapmış bir kul olarak bilmek isterim. Benim ömrüm kâfi olmaz gayri, sen söyle bunları olur ona kızım?
Ali Acar’ın Konya’ya Gelmesi
Liseyi sanat okulunda bitirdiğim için, esasında altın bileziğim vardı ve herhangi bir fabrikada işe başlayabilirdim. Babamda bunu dile getirmiş, tanıdığı, bildiği eşe dosta haber salıp, benim için bir iş bulmaya gayret gösteriyordu. Konya’nın muhafazakâr ve din-i bütün ailelerin olduğu, yemyeşil bağlarıyla Meram’dan; doğduğum, büyüdüğüm topraklardan çıkıp, uzak bir şehirde çalışmak adına hiçbir fikrim yok iken, asker arkadaşım Ali Acar’ın, eniştesi Üsteğmen Rüstem Yıldızok’un görevli olduğu Yozgat İl Jandarma Birliğini ziyaret edip, ablasını da gördükten sonra memleketi Maraş’a dönmeden önce, Şubat ayının ilk günlerinde ki o soğuk anlardan birinde, yanıma ziyaret için geldiğinde, zorla beni de Antep’e götürmek için ısrarlarda bulunmuştu. Gaziantep’de Bayındırlığın bünyesinde boş kadro olduğunu ve orada işe girersem hayatımı düzene sokabileceğimi söylemişti. Aklıma bu fikir esasında yatmıştı ve gidip, belli bir düzen tutturduktan sonra tayin alıp, memleketim Konya’ya geri gelirim diye hayaller kuruyordum. Birkaç sene çalışıp, cebim para görünce de evlenir, böylece hem dedemin sözlerine riayet edip, mutlu bir ömür sürerdim hem de mesleğimi yapmış olmamanın verdiği gururla, rahat bir memuriyet geçirirdim.
Aslında ülkede muhtıra verilirken, kendi hayatımı böylesine düşünmek ve de rahatım için çalışmak canımı sıkıyor ve neden ben de devletim, milletim için bir şeyler yapamıyorum diye düşünüyordum. Bu düşüncelerim arasında kalmışken, radyodan beklenen açıklamayı halk duymaya ve de kulaktan kulağa söylemeye başlamışlardı. Ordu, bilemediğimiz bir şekilde kendi içine darbeyi yapmıştı.
Ali Acar’dan Gelen Mektup
Asker arkadaşım Ali Acar, memleketi Maraş’a gidip annesini babasını gördükten sonra, biz askerde iken açılan Şanlıurfa Suma fabrikasına başvurmuş ve sevkiyat memuru olarak da işe alınmıştı. Beni ziyaretinden bir ay sonra mektubu gelmişti. Yaşanan onca olay, gazetelerden takip eden basit bir insan olarak, Ali Acar’ın bahsettiği gerçekler ve de benim illa ki girmem için zorladığı işin, aslında ne kadar da önemli olduğunu belirtmesi ve eğer Gaziantep’e gidersem, daha iyi bilgilendirilip, o çok istediğim devlete ve millete hizmetimi yerine getireceğimi söylemesi sonucu, aklımda kalan o son tereddütlerde bitivermişti.
Ali Acar Maraş Alevilerindi ama devletine, milletine çok sahip çıkan mert bir çocuktu. Kendisinden sonradan dinlediğim üzere, aslında Sünni olan ve de Alevileri sevmeyen eniştesi Üsteğmen Rüstem Yıldızok’un ablasına âşık olmasıyla tüm düşünceleri değişmiş, Alevilerinde normal insan olduğunu görmüş ve insanlara olan saygısı artmıştı. Eniştesinin samimi arkadaşlarından biride Mehmet Eymür’dü. Aslında aramızda pek fazla yaş farkı da yoktu. Ben 1949 doğumluyken, Mehmet Eymür 1943 doğumluydu. Üsteğmen Rüstem Yıldızok İstanbul doğumlu, bir paşa torunuydu. Mehmet Eymür ile arkadaşlıkları aynı ilkokulda okumalarına kadar dayanıyordu. Kuleli’den mezun olunca yine de bağlantıları kopmamış, hala dostlukları samimi olarak devam ediyordu. Ali Acar bunların hepsini bana tek tek anlatmıştı. Çünkü kendisine inanmamı istiyor ve sağlam çocuk olarak Eniştesine bildirdiği benim de, Mit teşkilatına girmemi istiyordu. Mehmet Eymür bu konuda kilit noktaydı ve Mahir Kaynak ile beraber 9 Mart’da gerçekleşmesi muhtemel olan darbeyi Orgeneral’e ve de 1. Ordu Komutanı Faik Türün’e bildiren ikili olarak, Mit’e yeni eleman alımı konusunda son derece ellerinin güçlü olduklarından bahsediyordu.
Mektup aklımdaki son tereddütleri de bitirdikten sonra, anne ve babama, Gaziantep’de ki Bayındırlık’da olan boş kadrodan bahsedip, yakın zamanda inşallah tayinimi Konya’ya aldırırım diyerek yola koyulmuştum.
Neden Muhtıra?
Türkiye işçi Partisi’nin kendi içinde bölünmelere maruz kaldığı 60’lı yıllarda, iki farklı kısma ayrılıp, bir taraf da Mehmet Ali Aybar’ın liderliğini sürdürdüğü bir İşçi harekâtı, diğer tarafta da Mihri Belli tarafından geliştirilen ve de uygulanmaya çalışılan Milli Demokratik Devrim temelli bir hareket mevcuttu. Rus hayranlığının sonucunda, dinsiz bir maceraya sürüklenen bu hareketin ikisi de, kendi kendini yok etme adına uğraşan ve Türkiye’yi daha geriye götürecek bir serüvenden başka bir şey değildi. Genç subayların aktif olarak bir darbe geliştireceği ve sonrada zayıf halkın eşit bir şekilde devletin koruması ve hizmeti altında tutulacağı, ‘proleter bir devrim’ amaçlanıyordu. İşçilerin söz hakkının olduğu ve emek gücünün aslında çalışanlar tarafından biriktirilip, geliştirildiği bir ortamda, söz hakkı olan işverenlerin engellenmesi gerekliliğini belirten bir çaba yürütülüyordu.
İstenildiği gitmeyeceği belli olan bu darbe girişimlerinin öncüsü olarak ‘Kanlı Pazar’ olayı vardı. 16 Şubat 1969 tarihinde İstanbul Beyazıt Meydanı savaş alanına dönüşecekti. Bunu oraya giden Komünist gençlerin hiçbirinin haberi yoktu. KMD’nin; ‘Dinsizler protesto ediyor’ gibi tepkisel çağrışımları sonrası taşlı sopalı grup olarak toplanan halk, ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için Meydan’da bulunan 76 gençlik örgütünden toplanmış halde, Valilikten de izin almış gruba saldırmak için bekliyorlardı. Ve beklenen ve tertiplenen hadise gerçekleşmiş, halkı birbirine düşürmek isteyen derin güçler emellerine ulaşmışlardı. Bu olaylara karşın, Başbakan Süleyman Demirel pek bir şey de yapmamış ve zaten teşebbüsü izin verilmiş planlar, tek tek gerçekleşmeye başlamıştı.
Bir yandan İsmet İnönü’nün öncülüğündeki CHP, DP’nin haklarını vermek için uğraşırken, diğer bir yanda Genelkurmay’da farklı bir plan uygulamaya konmaya çalışılıyordu. Uzun siyasi trafik sonucu, Hükümet ve Muhalefet sözcüleri böyle bir darbenin olmadığı ve olmayacağı beyanatlarını vermiş, Ordu’nun huzursuz olmaması adına tekrardan seçimlere gidilmişti. Bu seçimlerde de Süleyman Demirel %50’ye yakın bir oy oranıyla yine hükümeti kurma görevini üstlenmişti.
Aslında İşçi örgütlenmeleri daha etkin olup, kanuni düzenlemelerde gayet açık ve net şekilde İşçilerin haklarının genişletilmesi istekleri varken, bu istekleri tam tersi olarak düzenlenerek; daha sert bir direnişe geçmelerine sebep olunmuştu. Bakanlık tarafından da uygulanmak istenen 60 günlük Sıkıyönetim tebligatı, bu örgütlerin daha fazla sabretmelerinin de önüne geçerek, darbe teşebbüsünün artık sesinin çok yakından geldiğini gösteriyordu.
Esasında İşçi örgütlenmelerini piyon olarak kullanan iki büyük devlet olan Rusya ve Amerika, Ordunun içinde bir darbe olmasının tertiplenmesi adına düzenlemiş oyunları sırayla ortaya koyuşlardı. Eğer 6. Filo’nun gelişi bir oyun, plan dâhili içerisinde olmamış olsaydı, ta ki 82 darbesine kadar olacak süreçlerde farklı olurdu. Ama halkın cahil kalmasını amaçlayan ve eğitim görmüş taraflarında birbirlerini böylece yiyip bitirmesini amaçlayan çeşitli hadiseler, Türkiye’nin daha çok önünü kapatan etmenlerden biri oluyordu. Böyle bir ortamda Ali Acar ile olan mektuplaşmalarımız devam ediyor, ben Gaziantep’de Bayındırlık’da plancı olarak göreve başlamışken, kendisi de Suma fabrikasındaki işine devam ediyor ve bildiği, öğrendiği ne varsa bana anlatmaya devam ediyordu. Aslında bunları yıllar sonra daha iyi anlayacaktım. Mit’e girmeden önce, beni deniyor ve Ali Acar yoluyla bilgilendirip, ülkeye hizmet edecek aşkı ve sorumluluğu yüklemeye çalışıyorlardı.
Muhtıra Sonrası
Cemal Madanoğlu’nun içinde bulunduğu gizli askeri cunta 9 Mart 1971’de darbe yapacak iken, Mehmet Eymür’ün samimi arkadaşlarından o zaman Mahir Kaynak bu örgütlenme içinde genç bir subay olarak sızıp, her şeyi Genelkurmay başkanına iletmişti. Bu darbe harekâtını engelleme adına Organel rütbesinden kıdemsiz olan emekliye sevk edilirken, Memduh Tağmaç önderliğinde Ordu, 12 Mart 1971’de muhtırasını verdi. Muhtıra verildikten sonra Parlamento iptal edilmemiş ama şartların çoğu değiştirilmişti.
Yine olan halka olmuş, büyüklerin koltuk sevdası ve dış mihnetli oyunlar tarafından düzenlenen planlar ortaya konulmuş ve de tarafsız bir başbakan olması amacıyla, CHP milletvekillerinden Nihat Erim üzerine oy birliği ile karar verilip, ‘partiler üstünde reform hükümeti bağımsız başbakanı(darbe süreci sonrası)’ olması sağlanmıştır.
Sonradan konuşma fırsatımın da olacağı Deniz Gezmiş, arkadaşları Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan ile beraber tutuklanmışlardı.
…
YORUMLAR
1971/1973 Yılları Askerliğimi Jan.çvş. olarak Diyarbakır silvan ve çevresinde yaptım..Yazdıklarınızı tam olmasada kıyısında yaşadım..Gözlem ve anılarımda bir hayli yer edip kafamı meşgul eden bir çok yaşama dair aslolan gerçekleri yaşadım sosyal anlamda.Anlatımınızı tebrik ederim değerlide buldum.Üçbeş kitap okudum(Gizli Örgütler,Türkiyede İstihbaratçılık MİT CasuzluK en önemli olanıda (Küllerin Mirası bir CIA Tarihi) bunu okuduktan sonra GRÇEK jANDARMALIĞI KİMİN YAPTIĞINI ÖĞRENDİM DÜNYA ÜLKELERİNE..Kolay gelsin paylaşımınzı takip etmeye çalışacağım iyi günler..