- 914 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
"ANILARIN GÖTÜRDÜĞÜ YER.."
“Dışarıda lapa lapa kar yağıyor, ben sabah kahvemi yudumluyorum. Bir Pazar keyfini tam anlamıyla çıkartmak istiyorum.. yerimden kalkıp CD kutumdan ," Haydın’ın Cello Concertos"’unu elime alıp müzik setine yerleştiriyorum. Koltuğuma geçip kar tanelerini, havada gözlerimle takip ederken... ansızın.. çok gerilere gidiyorum... Hani bazen ağzınıza attığınız bir lokmada, eski bir lezzeti anımsar ve doğru geçmişe uzanırsınız... hani bazen bir melodi, sizi kır çiçeklerinin yanına bir kelebek misali konduruverir... hani bazen de bir parfümün ılık kokusu, sizi tanıdık birinin omzuna yaslatır ya.. onun gibi, bu yağan kar da beni, kırkyedi sene öncesine götürdü.... ve burnumun direğini sızlattı.
-“Önümüzdeki hafta bir plan yapma, gidiyoruz!” deyiverdim, bizim hanıma.
-Nereye olduğunu söyle, ama ,eğer sürpriz yapacaksan söyleme, hemen hazırlanırım.
Bizim hanımın bu pratikliğine hep şaşmışımdır. "Şimdi bu kışta kıyamette nereye..? "Bu hafta benim misafirim var.." gibi güçlükleri hiç sunmadığı gibi, konu gezme olunca benden önce bavulunu hazırlar.
Önce Münih’e uçtuk, bir gece kaldık. Ertesi sabah iki aktarmalı tren ile bir ortaçağ kasabası olan Rothenburg ob der Tauber’e indik. Bizi lapa lapa yağan kar karşıladı.
Bu kasabaya ondokuz yaşında, Berlin’de tahsilime başlama kararı verildikten sonra Almanca öğrenmek üzere Goethe Enstitusu’nde dört ay kalmak üzere gelmiştim. Bu tren istasyonundan babamla beraber inmiştik. Trenden indiğimizde ben, hem tek başına kalacağım için keyifli.. hem de o zamanın aile yapısı içinde yalnız hiç bir yere gitmemiş biri olarak endişeliydim ..İçimde.. şimdi bile unutamadığım .. iliklerime kadar hissettiğim.. “ya başaramazsam korkusu” vardı. Bizde aileye karşı mahcup olmama hissi çok ağırıklıydı.
Babamla birlikte kaldığımız otele rezervasyon yaptırmıştım. Heyecan içersinde otele geldik. 1300 lerden kalan ev dönemin belediye başkanının eviymiş. Beş kuşaktan bu yana da otel olarak kullanılan bu binayı, işleten son kuşak aile karşıladı bizi. Ben o günkü heyecanımı otel sahiplerine de yansıttım, bizi ailenin bir ferdiymişiz gibi karşıladılar. Bavullarımızı yerleştirdik ve o zaman beni çok etkileyen bu kasabayı, gezmeye koyulduk.
Sanki bu kasabada zaman durmuş.. herşey yerli yerinde.. benim anılarımdaki kasaba... olduğu gibi duruyor. Kasaba, 1300 lerde nehrin kenarına kurulmuş ve kale kapılarından içeriye giriş sağlanmış.1350 lerde büyük bir deprem ve sonrasında II. Dünya Savaşı yaşamış bu kasabada yeni çağın çok az izleri var. Arabalar ve cep telefonları olmasa ortaçağa geri dönüyorsunuz.
Heyecanla Borg bahçesine gittim.. buranın benim için önemi büyük.. çünkü Ankara’da lisede yeşilay kolu başkanı olan ben, ilk sigarayı bu bahçede içtim. Her milletten arkadaş, sigara paketlerini bana uzattılar ve ben en gösterişli paketi olan “Astor”dan bir sigara aldım. Derin bir nefes çekmemle birlikte öksürmeye başladım.. bir kaç nefesten sonra durumu toparladım. Birayı da, babam, bu kasabaya gelmeden iki gün önce, Münihte bir restaurantta bana ısmarladı, ben itiraz edince de;
- Ya bu birayı şimdi iç... ya da masadan kalk !.. bu ülkede bira içmezsen kimseyle kaynaşamaz yalnız kalırsın. diye çıkışmıştı.
O birayı ilaç niyetine içmiştim.. zaman geçtikçe de babamın ne kadar haklı olduğunu anlamıştım. Bira, lisanımın kusursuz olmasına, Almanlar’la her türlü sohbeti birahanelerde yapmama ve o yabancı ülkede onlarla kaynaşmama neden olmuştu. Neyseki, ne içkiye ne de sigaraya alışmadan, gereken yerlerde topluma uyma felsefesiyle, bunların keyfini alarak döndüm ülkeme.
O dört ay boyunca, sadece Almanca ile yattım Almanca ile kalktım.. aslında kasabayı alıcı gözle şimdi geziyorum. O zaman, “bu lisanı halledemezsem , üniversiteye gidemem” paniği yaşamış ve o kadar çok çalışmışım ki, okul birincisi olarak kapanış konuşmasını bana yaptırmışlardı.
Geçmişe dönüp baktığınızda, gençlik kaygılarının o döneminize damga vurmuş olduğunu görürsünüz... Gençlik hezeyanlarınızın, geleceğinizi şekillendirme çabalarınızla aynı zaman dilimine denk gelmesi ne büyük bir şansızlık!
Kaldığımız dört gün boyunca, ondokuz yaşımın heyecanına geri dönmüş, anılarımın bıraktığım gibi canlı durduğunu hissetmiş, babamı anmış ve mutlu olmuştum.
Anılara geri dönmek, her zaman mutluluk vermeyebilir de..Devamlı anılarada yaşamak, insanı gerçeklerden koparabilir, dozunda bırakarak önümüze bakmakta yarar var diye düşünüyorum.Güzel bir yaşam felsefesi ile noktalıyayım. “Geçmişi fazla düşünme, geleceğe çok fazla odaklanma ,çünkü yaşadığın anı kaçırırsın.....”
Ama.. anılar.. yemek üstüne yenen bir tabak... “pudra şekerli çilek “...gibidir. Sadece.. ağzınızda tadı kalmalı.....
Feray Soydan
YORUMLAR
Öyle içten bir paylaşımdı ki teşekkür ederim. Sizin o ilk gelişiniz ve yüreğinizdeki kaygıyı çok iyi anlıyorum.. Yıllar geçsede o kaygının bıraktığı iz gitmemiş..Ve dediğiniz gibi Almanlar tarihlerine ve emanetlerine çok sadıklar.. Biz ise her değeri eskidi diye önemsemiyoruz, Ancak o değerlerin ne kadar kıymetli olduklarını başkasının elinde olunca anlıyoruz..... saygılar.
feray soydan
Sevgilerimle
Feraycığım anılar iyisiyle kötüsüyle asla unutulmazlar...Onlar hep kalbimizin bir yerinde gömülü kalırlar.
Güzel bir anı güzel bir yazı, tebrik ediyorum. Daima sevgimdesin...
feray soydan
Sevgimle kal
Kışın soğuk ve puslu havası, insanda ister istemez anılara yolculuk yaptırıyor.
Paylaşıma teşekkürler, selam ve saygılarımla.
feray soydan
Sevgilerimle
resim birharika tek başına olmak özgürlükgibi gözükse de çokzorve özlem kokar tebrikler
feray soydan
Sevgilerimle
acı tatlı anıları içimizde hep yaşarız..
bu güzel paylaşım için teşekkürler..
feray soydan
Sevgilerimle