- 1238 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Özledim-3
Çocuk mutluluklarımız bile ne denli değişti Yarabbi!
Bizler bayramlarda, her ailenin bütçesine göre, iki bayramda alınan ayakkabı ve elbiselerimizi bayram günü giymenin sevinciyle gün sayardık.
Küçük mahalle bakkalından, kâğıt külâhlarla aldığımız leblebi tozu, taneyle satılan meyve aromalı hayat şekerlerini büyük bir lezzetle yerdik.
Dedemin bize gelişi, her zaman beraberinde çok sevdiğimiz Nestle çikolatalarından olduğu için, büyük mutluluktu.
Üzerinde şirin bir esmer kız resmi olan Zambo sakızlar, o dönem adları şekerci olan, şimdilerin modern pastanelerinin renk renk akide şekeri kavanozları, Hindistan cevizli ve sütlü bir çeşit şeker, adına bugün bile neden kaynana şekeri dendiğini bilmediğim sütlü kahve renkli şekerlerin kavanozları hayalimde birer birer kayıp gidiyor.
Renkleri çok kızarmamış halka adıyla satılan, tereyağlı gevreklerin, batonsale adlı ince galetelerin tadını kolay kolay unutamıyorum.Yıllar evvel çocuklarıma tattırmak için yine Fatih’te, bu halkalardan üreten dükkânlardan aldığımda o tadı bulamadım.
Çünkü artık ne ben o küçük kızdım, ne de o halkaları doğal yağlarla imal eden ustalar hayattaydı.
Gezici kamyonlarda hizmet veren Migros’tan annemin bize aldığı sütlü bonbonlar, yeni yeni imaline başlanan çikolatalı gofretler, çocuk ruhumuzun en büyük mutluluklarıydı.
Azla mutlu olmak öğretilmişti bizlere, elde edebildiklerimize teşekkür etmek.
Bayramlarda mahalle aralarına kurulan seyyar lunaparklar, salıncakları kaydıraklarıyla ne büyük eğlenceydi!
Ara sıra gelen ip cambazları, o yıllarda yeni yapılan Spor ve Sergi Sarayında gösteri yapan yabancı sirkleri izlemek, bunlarının içinde en çok sevdiğim Medrano sirkiydi, büyük ayrıcalıktı.
Günümüz çocuklarının istekleri o yıllarda hayal bile edemeyeceğimiz, ütopya gibiydi.
Bilgisayarlarla ilk tanışmamız, oğullarımın ilk yetiştiği dönemlere rastlıyor. Birçok elektronik alet zaman içinde hayatımızda sırasıyla yerini aldı.
Ülkemiz geliştikçe, bu nimetlerden faydalanmak, işlerimizin kolaylaşması, dünya ile iletişimin sağlanması yaşamımıza farklı pencereler açtı.
Mutlu olmanın çıtası gün be gün yükseldi.
Hep daha iyisini istemek, elindekiyle yetinmemeyi, her zaman daha fazlasını talep etmeye yöneltti.
Galiba mutlu olmak, paranın gücüyle doğru orantılı olarak hep arttı.
İnsanlar mutlu olmayı, büyük bir güç olan parayla elde edebileceklerine inandıkları için, mutsuzluklar arttı.
Her şey maddiyata bağlandı. Nasreddin hoca rahmetli, ‘Ye kürküm ye’ derken bir kez daha haklı çıktı.
Elde edilemeyen mutluluklar, mutsuzlukları, boşanmaları artırdı.
Hayallerime ara verip günümüzün güzelliklerini düşündüğüm zaman, ‘haksızlık yapmamalıyım’, dedim.
Teknoloji geliştikçe ev işlerimizi yapmamız kolaylaştı, sobalar yerini kalorifer ve doğalgaz sobalarına, küçük mahalle bakkalları yerlerini süpermarketlere, bulaşık ve çamaşır makinelerinin yaygınlaşması, mutfakta kolaylığa sebep oldu.
İnternet ağının yaygınlaşması, oturduğumuz yerden kolayca haberleşmeye, gurbetteki canlarımızla görüşerek hasret gidermeye, dünyanın bir ucuna bir tıkla bağlanmaya imkân sağladı.
Daha sayamadığım niceleri, her dönemin ayrı özellikleri ve güzellikleri var.
Bizler insan olarak geride bıraktıklarımızı özlüyoruz, benim sızlanmalarım da böyle bir şey işte.
YORUMLAR
Kendi çocukluk yıllarıma, o yıllardaki fakir bayram günlerime döndüm yazınızı okurken, çok üzeldi, tebriklerimi, selam ve saygılarımı yolladım....
handan akbaş
Geşmişe özlem ne güzel...öyle uzaklara götürdünüz ki bu güzel anlamlı yazınızla...yetmişli yılların çocuğuydum ben o yıllardan kareler canlandı gözlerimde belli başlı tatları ne bileyim nestle çikolata çok yedim hatırlıyorum ancak o yıllarda kaldı şimdiki tatlardan çok çok güzel vede özlediler belkide bizlere öyle gelmiştir şimdiki çocuklarda ilerleyen yaşlarında diyecekler ki ''neydi çocukluğum''zaman tekerürden ibaret kişiden kişiye tatlar gibi bi çok şey değişecek taki dünyanın sonuna kadar diyor sizi ve kaleminizi bu güzel çalışmanızı gönülden kutluyorum...saygılar:)
handan akbaş
Haklısınız nasıl ki büyüklerimiz de her zaman ahh çocukluğum derse, her dönemde, eskiye hasret olacak herhalde.
Teşekkürler selam ve saygılarımla...
Acaba herkesin kendi çocukluğu mu güzel, yoksa İstanbul'da geçen çocukluk herkesinkinden mi güzel? Acaba bugünün çocukları da yirmi yıl sonra mesela "Guitar Hero vardı haftasonu giderdik ne eğlenirdik. Babam Nintendo Vi almıştı nasıl sevinmiştik" diye anlatacak mı? Yoksa hatıralar da tükenecek mi hayat hızlandıkça?
İstanbul'u var ya, elime alıp bütün o yüksek binalarını makasla kırt kırt keseceğim, bir minareleri kalacak bir de yeşil tepeleri. Sonra da annesinin eteğine sarılan çocuk gibi Boğazın eteğine sarılıp öylece kalacağım.
Güzel yazınız için teşekkürler.
handan akbaş
Gecikmeli yorumuma kusura bakma, torunum bende, onunla ilgilenirken sık giremiyorum.
Selam ve sevgiler...
Değerli Handan Hanım genel itibari eskiye bilhassa eski İstanbul’a ithafen yazdığınız “Özledim” isimli üç bölümden oluşan yazınız için toptan tebriklerimi iletiyorum. Onca eski içinde yazlık sinemaları pas geçtiğiniz ve Gülhane parkının adını anmayarak bir nevi üvey evlat muamelesi yaptığınız için de teessüf ediyorum. :-)
Şaka bir yana geçen zaman içerisinde maddi manevi o kadar güzel şeyleri imha etmişiz ki binalar, bostanlar, kıyılar, mesire yerleri ve bunlara paralel insani ilişkiler, arada Gülhane Parkını saymayı unutmuşsunuz, çok mu Allah aşkınıza.
Şuna inanıyorum ki bırakın İstanbul’u Anadolu’nun ücra bir kasabasında yaşayan bir insan bile yaşadığı yerin hatırlayabildiği otuz, kırk yıl öncesi ile ilinti kurmaya çalıştığında benzeri sızlanmalarda, hayıflanmalarda bulunacaktır. İlle de beton ve tuğladan. İllallah yani...
Yazınızın bir yerinde şöyle bir cümle geçiyor; “canım şehrim de gün geçtikçe gelişip güzelleşiyor.”.
Yapmayın Handan Hanım. Güzelleşmeden neyi anlıyoruz, binaların yüksekliklerinin artmasını mı yoksa enlerinin genişlemesini mi? Estetikten vazgeçtik, yükselen her kat bir ağaca gölge ediyor, genişleyen her duvar dünyanın çayır çimenini eziyor yok ediyor, suyunu kirletiyor. Plan mı, geçiniz efendim, planın adı talan olmuş maalesef.
Maalesef Mimar Sinanlar yetiştirmiş bir neslin milenyum versiyonlarındaki akli ve ahlaki çözülme, bozulma tedavisi imkânsız kronik bir hastalığa dönüşmüştür. Uluslararası estetik şuur turnuvalarında klasmana bile giremediğimiz gibi üstüne üstlük mizahi malzeme oluyoruz. İstanbul’u gezmeye gelen bir yabancı turiste gösterebileceğimiz yetmişbeş yaşın altında mimari eserimiz yok henüz. Köprüyse, gökdelense heriflerde köprünün de, gökdelenin de kralı var zaten. Varsa yoksa Sultan Ahmet. Orayı da her sene çevre düzenlemesi adı altında milim milim mahvediyoruz.
Nerden nereye geldik, özür :-)
Selamlar, saygılar
handan akbaş
Yazlık sinemaları pas geçmedim, anlatacak o kadar şey var ki, sinemalar başka bir yazıma kaldı.Babam Fatih belediyesinde murakıptı.Belediyeye bağlı kurumların denetlenmesi gibi.Bir cümleyle geçmek istemedim, sinemalarla ilgili maceralarımı, başka bir yazımda işlemek istiyorum.
Gülhane'yi nasıl pas geçerim?
Annemin beni ve kardeşimi hafta içi, çantasına yiyecek bir şeyler hazırlayıp, en sık götürdüğü park alanıydı.Hatta o yıllarda bünyesinde bir de hayvanat bahçesi bulunuyordu.
Sizin dikkatinizden kaçmış herhalde ikinci bölümde aynen alıyorum:
'Şehrin ciğerleri olan korularımızdan mevsimine göre leylâk, sümbül ve iğde çiçekleri kokuları yükselirken, Çamlıca tepesinden ve Beykoz korusundan, Emirgân ve Sarıyerden, Gülhane parkından boğazın ve Marmara’nın ihtişamı bizleri mutlu ediyor.'
Şehrin gelişip güzelleşmesinden kastım da şöyle:
Mahalle aralarında çöplükler halinde, paslı gecekondu ve viranelerin temizlenip, uçucu madde bağımlılarının işgalinden kurtarılıp, ailelerin sıcak günlerde nefes alıp çoluk çocuk oturabilecekleri havuzlu oyun parklı kullanım alanları haline gelmesidir.
Çok yürüyen bir insan olarak, Fatih'te onlarca park ve temiz mekan gösterebilirim.Kocamustafapaşa'da ALİ Paşa camii yanı tamirhanelerle çok büyük bir alanı işgal ediyoırdu, istimlâk edilerek çok nezih bir parka kavuştu insanımız.
Benim güzelleşmekten kastım, ne gökdelen gibi binalar, ne de çarpık kentleşme.
Bir anda bütün şehir yıkılıp, yeniden imara açılamaz.
Yaşdığımız çevrelerdeki, geçerken korktuğumuz, onlarca hatta yüzlece bu şekilde yerin ıslah edilerek, güzel bir görünümle,kullanıma açılması.
Okuyup geniş yorumunuzla sayfama misafir olmanız, çok mutlu etti.
Sizin yazılarınızı da arar olduk, lütfedip yazarsanız çok mutlu oluruz, selam ve saygılar Paşa'lı hemşehrim.
Ağyar
Fatih ve suriçi bir nevi sit alanı sayıldığından yeni yapılaşmaya izin verilmediği için İstanbulun diğer bölgelerine nispeten şanslı sayılır.
İnanın diğer bölgelerde nerdeyse bir mimari terör ve katliam söz konusu.
Selamlar, saygılar
handan akbaş
handan akbaş
çocukluğumda on beş günde bir mahallemize gezici halk kütüphanesi gelirdi.o günü iple çekerdim. bitirmiş olduğum romanın yerine bir başkasını almak için otobüsün kitap dolu rafları arasında en renkli romanı seçmeye çalışırdım..
hey gidi günler hey..
sevgiyle okudum sizi..
elinize sağlık..
sevgilerimle..
handan akbaş
handan akbaş
handan akbaş
Handan hanım ben de siizinle birlikte adeta yaşadım ...Hele o zambo sakızlar...tarçın kokulu...ya leblebiler tavanda şekerle un haline getirip yemek. N e keyif alırdım...
Daha neler neler. Bu güzel yazıyla çoçukluğuma , genç kızlığıma geri döndüm.
Paylaşımınız için teşekkürler, Sevgilerimle...
handan akbaş
Değerli yorumunuzla destek olmanız, beni hep mutlu etmiştir, selam ve sevgiler.
Geçmişe özlem hiç bir zaman bitmeyecek arkadaşım. Çok güzeldi satırların arasında o güzellikleri hatırlamak. Teşekkürler güzel yazın için. Sevgilerimle.