- 1688 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Özleme ve Sevgi/li/ye Mektuplar (1)
Harcanmış anların kıyım koltuklarında vakit kış, dudağımda ıslak bir öpüş
Yankılı odalarda sensizliği dinliyorum, üşüyen gövdemin alazında yangınlar
Kendi masalımın tabakasında anılar, kimi düşselim, kimi melankolik bir düş
Aşk yüzüyor sarı denizlerimde, birikti seven yüreğimde sevgi/li/ye mektuplar
Buyruklarla bükülü endamlı ruhumuzun ipeksi yollarında yürürken korkularımız düşlerimizi kovalar ve tanımadık bir el sürekli ruhumuzu okşar. Yaşamın merkezidir korkular, bunun için gönlümüzde oynaşır ışıklar. Bizler gün ışığına yürürken, renkler geniş ovalarımızda inadına birbirini konuklar. Günler devrilir peşi sıra, aşk, sevgi ve sevda bedenimizi yontan, kemiren bir akrepçe o yaşanası yollarda bile gözlerimizin kapanmasını bekler.
İşte bu bundan o tutkulu güzelliğin esiridir yüreğimiz, bir sevgilinin omuz başlarından gövdesine düşen o sarı başaklarda, o zifiri odalarda ve o yankılı sorgularda hercai iklimler gibi üşüdüğümüz. O coşkulu sevinin esiridir gönlümüz, her öpüşte dirhem dirhem eridiğimiz, her sarılışta bin parçalara bölündüğümüz. O sevgilinin göz süzüşüdür belki de şiir olup sarı denizlere aktığımız.
Evet, ne gariptir ki, kendi masalımızın dev tabakasında yuvarlanarak mistik korkularla bir tuvale resim olmaktır yaşamak. Çekimser gövdemizdeki asil gölgeye tutunup sıratı geçebilmektir hayat. Melankolik düşünüşlerin düşünsel travmalarıyla koltuk değneği aramak yokluğa ve sokulmak bir içlenişin en öyküsel derinliklerine. O yapışkan devrilişlerin ekseninden damlayan sözlerin kaktüslü damarlarında bir yol bulup sığınmak mutluluğa.
İmlalarla büyüyen sözcüklerin fırtınasında üşütmeden bedenimizi aşka sarılmak her insanın yudumlara böldüğü bir lokmanın iç çekişidir. Yalnızlık onulmaz devrilişlerin masasından damlayan bir hüzün damlası, yalnızlık kendi musallamızda bir yârin gözlerine bakışın gülücükle dansı.
Biriktirdikçe içimizin düş yapraklarını, takvimler sarı duvarların nemli sıvalarıyla yoldaş olur. Geçmiş zaman tabletleri saklarız dilaltımızda, yokluklara uzattığımız avuçlarımızı güneşe okşatmak için. Yaralı gemiler geçer uzaklardan ve bir aşk çığlığı duyulur izbe kamaralarından. Söz ağlar, güneş düşü göğsünde saklar ve bir kadın uzaktaki dumanları özleyerek dizlerinde hissettiği sevdayı aşkın iğneli beşiklerinde özenle sallar.
Uğruna kapısında yattığımız anların kırık ışıltılarıyla döneriz ruhumuzu aşka, damakta tat bırakan yaşanmışlıkların girdaplarına sevdanın taşlarını atarken. Yolculuklara çıkmayı diler hep düşlerimiz kayıp bir anın sayfalarına yağmur damlarken. Karanlık düşünüşlerin hercailerine bir gölge düşer, biz ruhumuzun yangın vakitlerini damarlarımızda besler iken. Gölge yüzünü güneşe, aşk ruhunu ateşe ve biz yönümüzü sevdaya döneriz ve bir gün unutkan bir mevsimde avuçlarımızdaki yalnızlıkla birbirimize merhaba deriz.
İnsan garip bir uçurtma sanki. Ne idüğü belirsiz bir boşlukta kendi dalgasını geçen, kendi düşleriyle yüzüne gülüşler biçen ve kendi tılsımıyla uzakları düşleyen bir ömür yolcusu. Kimine göre FANİ, kimine göre de KANİ. Ne dersek diyelim, adını ne koyarsak koyalım yaşamaktan öte düşündüğümüz, sevmekten başka bir şey düşlemediğimiz ve bu çelişkili coğrafyada o kader elbisesiyle çocuklar gibi koşuşturmayı dilediğimiz bir YANİ işte.
Diyorsun ki aşk, ‘Sırtımda yüklerim yok, heybemde soylu ağıtlarım. An olanın güzel sihrinde bozduruyorum tüm endişeleri ve anı biriktirmeden yüklüyorum geçmişin sırtına özenle. Ve gülümsüyorsun, gündüz rüyasına dalmadan gecenin efsunlu bir elmasa dönüşmüş yatağında yerini alıyorsun. Yarın yepyeni bir güne, pırıl pırıl bir sabaha uyanacak tüm evren. Yepyeni şiirler yazılacak an olanın sihrinde yeniden. Ve yanmışsak eğer küllerimizden yeniden doğacağız adımızın ne olduğuna, nerede ve nasıl yaşadığımıza aldırmadan, sade ve özgün’.
Kim bilebilir hangimizin içinde yuvarlanan o yaşam ruletinin bir ucunda aşk, diğerinde yaşamak olduğunu sevda bakışlı yar! Kıyaslanmaz ve hesaplanamaz kayboluşların terkisinden mutluluk olup bir düşe gülümsediğimizi kim sezebilir. Sonsuz bir düş haritasıdır aslında yaşam, sarı duvarlarımızda asırlardır asılı duran. Hayat yelkenlerini sonsuzluğa çektikçe, biz içimizdeki o endamlı yerkürede bir zamansızlık sofrasını ararız, avucumuzda güneşi özleyen biletlerle ışıkların sönmesini bekleriz.
Yoksul düşünüşlerimizin hicaz tepelerinde iç çekişlerimizin sesini dinlerken o alaca karanlık tepe lambasıdır yüreğimiz, işgal edilmiş aşkların denizlerinde vurgun yeriz içten içe. Çığlığımızı kimseler duymaz, gönül dertlerimiz iki kişilik düşlere sarılır ve ruhumuz saatlerin sarkacında yangınlarla avunur. Oysa her ayna vakti ermiş sevgilerin cılız kollarında madımak ülkülerle bakar uzaklara, yansıması yaşama savrulan gülüşlerin tüllerini sallar hışımla. Her ayna türkülü bir gün artığı gibidir, içimizdeki sevi saltanatını çağırır yoksullara. Her duruş bedeli sevgiyle karılmış bir düş bulamacıdır, birbirinden yudumlanan hayat meyiyle dolar boğazımıza.
Şimdi, kendi mızrabımızla, kendi mihmanımızı bekler dururuz bir kapının ardında, ona aşkın en efsunlu tınılarını dinletmek için. Yatağımızdan usul usul kayan bir gece, tenimizden sıyrılan gecelik gibi hicazkâr bir avunuşun terli tamburundan, ya da dudaklarımızda anları bekleyen o yüzyıllar ötesinden bulup çıkardığımız neyden sormalıyız aşkı ve anlamını.
Belki de her düşü ve düşünüşü bir köşeye bırakıp, çok ağrılı bir yaşam nöbetinin kayıklarıyla geçip gelebilsem keşke karşına ve ciğerlerime çeksem sabırla o karanlık denizlerin ayazını, cebimizdeki ıslak biletleri güneşe sermek için. Yanık bir külün hicranını serpsek aynı denizlere biz, gökyüzünün rengini yüreğimize boyatmak için. Çıkınımızda yorgun sevdalar vardır ah, bekletir bizi, eski bir zaman meyhanesinde unutamadıklarımıza ve ruhumuzda elleri olanlara sevgi kadehi kaldırmak için.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.