- 11073 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
JOKOND İLE Sİ-YA-U
Çin işi Japon işi
Bunu yapan iki kişi
Biri erkek biri dişi.
Çin işi Japon işi
Seyrediniz ne hünerdir
Li-li fu’nun bu son işi:
Bağırıyor avaz avaz
Çinli hokkabaz li.
Sarı sıska bir örümceğe benzeyen eli
Fırlatıyor havalara ince uzun bıçakları:
İşte bir
Bir daha, bir daha, bir daha, beş, bir daha.
Havalarda şimşek daireler çizerek
Bıçaklar birbiri ardınca fırlayıp akıyor.
Jokond bakıyor.
Daha da bakacak
Bakacak fakat:
Kocaman renkli bir Çin feneri gibi
Sallanıp karıştı ortalık:
’-Yol verin, varda
Çan kay şinin celladı
Yeni bir kelle kovalıyor
Yol verin varda-’
Biri önde biri arkada
İki Çinli fırladı köşe başından.
Öndeki koşuyor Jokond’a doğru.
Bu ona doğru koşan oydu oydu, o
Sİ-YA-U’su onun
Sİ-YA-Um benim
Sİ-YA-U-...
Etrafı sardı bir stadyum uğultusu.
Ve sarı Asya’nın al kanıyla
Boyanmış olan nemrut İngiliz lisanıyla
Atıldı naralar:,
’Yakalıyor
Yakalıyor
Yakaladı
Yakala’...
Jokond’un kollarına üç adım kala
Yetişti Çan-kay-şinin celladı
Parladı
Pala...
Kesilen bir et, kırılan bir kemik sesi.
Yuvarlandı ayağının dibine
Kana bulanmış sarı bir güneş gibi
Sİ-YA-U-nun kellesi...
Ve işte böyle bir ölüm günü
Şang hay’da kaybetti Floransa’lı Jokond
Floransa’dan daha meşhur olan tebessümünü.
Büyük usta Nazım Hikmet, bu güzel şiiri Rönesans devrinin ünlü İtalyan ressamlarından Leonardo da Vincinin eseri olan Jokond’un tablosundan ilham alarak yazmıştır. Ve bu şiir , Tçiang Kay Çek’in cellatları tarafından öldürülen yurtsever bir Çinlinin macerasını anlatmaktadır.
Eli kanlı katil Tçiang Kay Çek, 1927 Temmuzunda Çin’in büyük bir kısmını kontrol etmekteydi. Hunan bölgesi ise, Mao Ze Dong’un başını çektiği devrimci güçlerin elindeydi. Mao ve karısı o yıl bahar ve yaz aylarında bu bölgedeki devrimci güçleri eğitiyorlardı. Hayatları daima birlikte geçiyordu. Son derece mutluydular ve bir terslik olmadığı takdirde Eylül’de ilk çocukları dünyaya gelecekti.
Sonra birden bir Ağustos gecesi bütün Tçangça sokaklarında üst üste yangınlar çıkmaya başladı. Şehrin dört bir yanından tüfek ve mitralyöz sesleri yükseliyor, kellesi vurulmak veya kurşuna dizilmek üzere yataklarından çekip çıkarılan kadınlı erkekli insanların çığlıklarıyla inliyordu ortalık. Yedi bin Çan Kay Çek askeri Hunan’a sızmayı ve direniş ordusunun kadroları içinde yer almayı başarmışlardı. Ve 10 Ağustos1927 gecesi bu askerler kışlalardaki bütün devrimcileri bertaraf edip Tçangça katliamına girişmişlerdi.
Gündüzü kırda geçirmiş olan Mao ve karısı o gece geç vakit, şehir dışındaki bir dostlarının kapısını çalmaktadır. Her ikisi de yangın alevleri ve uzaktan uzağa işitilen silah sesleriyle şaşkına dönmüştür. Evde Tçangça’dan kaçmayı başarabilmiş bir parti sorumlusu vardır ve Mao Ze Dong korkunç katliamı ondan öğrenecektir. Yurtsever Çinlilerden ölen ölmüş kalanlarda çaresiz Tçiang Kay Çek’e boyun eğmiştir. Bir tek çare kalmaktadır kendilerine: Ya güneye, Yunan’a, ya da kuzeye, Sovyetler Birliği’ne doğru kaçmak
Bitmeyecek kadar uzundu gece ve kurşun sesleri biraz daha yaklaşıyor ama Mao’yla karısı güneş doğduğunda durumu göğüsleyebilecek bir komite kurmak amacıyla, evden eve geçmeye devam ediyorlardı. Ve maneviyatları tamamen sıfıra inmiş olan Parti üyelerinin en ufak bir teşebbüste bulunmaya bile cesaretleri yoktu. Bazıları Mao’ya şehir dışında randevu vererek Tçangça’yı terk etmişlerdi. Birlikte bir yerlere sığınıp yeni baştan teşkilatlanmayı denemek fikrindeydiler.
Mao ve karısı, sabahın ilk ışıkları yükselirken ne yazık ki Tçiang Kay Çek birlikleri tarafından tevkif edileceklerdi. Onları ele geçirmiş olan manganın subayı karı kocayı hemen orada kurşuna dizmek istedi. Ama askerlerden biri Mao’yu tanıyordu ve iyi bir parça yakalamış olduğunu söyledi kumandanına. Mao bunun üzerine kışlaya sevk edilip, Tçiang Kay Çek’in ’Gestapo’yu imrendirecek cinsinden sorgu timlerince sorgulandı. Sabaha kadar süren işkenceyle dolu sorgu sonunda bilgi alamayınca onu götürüp şehrin kıyısındaki bir karakola kapattılar.
Hiddetten köpürerek hücreye tıkıldığında, karısının ne olduğunu bilmiyordu. Kendini tevkif eden subay alıp götürmüştü Kay Hui’yi, beterinden korkuyordu ama bir umudu da vardı; Kay gebe olduğu için ırzına geçmezler diyordu. Ama iyimser kalamadı. Kaçmak arzusundan çok karısını bulmak zorunluluğuyla, hücrenin duvarlarıyla tavanını incelemeye koyuldu ve tavandaki tahtaların kalaslara çivilenmemiş olduğunu fark etti. Hücre dar olduğundan tavana nispeten kolay ulaştı, sonra bin bir güçlükle başını geçirdi tahtaların arasından . Ve kendini ağır ağır yukarıya, dam aralığına çekti. Sonra da kayarak, yanda uzanan tarlanın içinde kayboldu.
Mao sabahleyin uzun bir mahpus alayının bir manga askerle kışladan çıkıp, saklandığı tarlanın kenarında yükselen dar ağaçlarına doğru ilerlediğini görecektir. Karısının bu direklerden birine bağlandığını da seyredecektir Mao dehşet içinde, ama daha sonrasına bakmaya dayanamayıp başını ellerinin arasına gömecektir. Kay Hui’yi boyunduruk işkencesiyle boğdular, sonra da oraya, dar ağacının altına bırakıp gittiler. Mao gözyaşları içinde lanetledi katilleri ve gecenin gelmesini bekledi. Karanlık basınca yavaş yavaş süründü karısının cesedine doğru: Ve Kay Hui’yi son bir defa öpüp, partisi ezilmiş, hayatı yıkılmış bir halde, Hunan’la Kianski arasındaki dağlara doğru kaçtı. Yüreği kin doluydu. Şimdilik yenilmişti ama kavga henüz bitmemişti. Bu yüksek dağ başında durup biraz soluklanacak ve kavgayı kaldığı yerden tüm gücüyle yeniden sürdürecekti. Bir an olsun yanından ayırmadığı küçük not defterini çıkardı iç cebinden ve kin dolu yüreğinden dökülen üç dizelik şu şiiri yazdı:
Boyunduruğun ipleriyle kestim ellerimi,
Bir tek damla kan çıkmadı ellerimden
Kan yerine merhamet denen ne varsa çıkıp gitti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.