- 490 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
VERİLMİŞ İMKÂNLARIN DOĞRULUĞUNA ŞARTLANMIŞLIĞIMIZ
İnsanoğlu kendi ürettikleri ve tükettikleri arasında boğuşuyor. Boyun eğdiğimiz ve olumlu gördüğümüz şeyler gün geçtikçe artıyor. Bize verilmiş imkanları gönüllüce veya gönülsüzce ve fakat şartlanarak,alışarak yaşıyoruz. Yaşadıkça yaşamı doğru görmeye ve olumlamaya başlıyoruz,zaman bize yaşamın taraftarı olmayı öğütlüyor.
Dünya bir olanaklar dünyası...her şeyi yapabilme ve hiçbir şeyi yapamama arasında gidip geliyoruz. İnsanların yaptıkları bize olağan ve normal geliyor. İnsan sonsuzluğun işaretini üzerinde taşıyorken neden kalıplar içine girip kendini fani olanla,bitici olanla donduruyor. Neden belli giysiler giyiliyor,neden belli konuşmalar yapılıyor, neden insanlar daha çok birbirine benzemeye başladılar. Evet bütün bunlar ve benzerleri bizleri insan olmanın geniş imkanlarında yaşamak,davranmak,düşünmek,hissetmek varken şu anki yaşam şartlarını ve imkanlarını kabul ve tasdik edip bunlara inanmanın daralmışlığına talip olmaya itiyor.
Kur’an ve sünnette belirtilen Müslüman,sonsuzluğa sınırsızlığa iman ettiği için sonsuzluğun ve sınırsızlığın havasını yeryüzünde yaşamaya gayret gösterir,çünkü onun tanımı ve belirlenmiş bir kalıbı yoktur,şayet kalıptan bahsedilecekse bu ancak kafir olmanın sınırların da saklı olabilir. Çünkü kafir; basit şeylerle tatmin olmanın adıdır,yani çabucak kalıplanabilecek insandır.
Müslüman zamansızlığın ve mekansızlığın üzerinde yaşayan “yabancıdır” yani gariptir. Ne zaman ne yapacağı ve ne zaman nerede olacağı belli olmayan insandır müslüman. Kalıpların,şekillerin ve belirlenmişliklerin ötesinde ve üzerindedir.
Şartların ona yüklediği şekilde iman etmez. maddi ve manevi şartların ve şartlanmışlıkların çok üzerindedir. Normal insan konuşmaları ve davranışlarının tamamen dışındadır. Arabalar,evler ve insanların yaşadıkları günlük hallerin tümünden uzaktır. Çünkü takip ettiği yol çok farklıdır.
Varoluşumuzu şartlara astığımızda özümüzdeki pırıltıyı ve devamlı olanı görmemiz oldukça zor hatta imkansızdır. Olayların bizi sürüklediği bir noktada bizim “daimi” olan varlığımızdan bahsetmemiz kendimizi aldatmamızdır. İman edişimiz şartların ve insanların ortamlarından uzaklaşıp “herşeyin sahibi” ve “sonsuz” olan bir varlığa yani ALLAHA dayanıp genişlemek,derinleşmek değil midir?
Yüzümüzü sadece bu dünyaya döndüğümüzde etkileşimlerin,beraberliklerin oluşturduğu “medenilikler” içinde yaşarız. Ve fakat “yabani olmak” anlaşılmamak belki de konuşulamayan bir insan olmaktır.
İnsanlığın yaşadığı noktalarda hapsolmak anlam arayışında onları veri kabul etmektir. İnsan insanı veri kabul ettiğinde tükenişe ve yok oluşa kapı aralamış demektir. İnsan yaşayışı bizim için durup nefes alınacak bir nokta değilken biz nefes alınacak bir nokta haline getirip binlerce yorum arasında kendimizi kaybedersek işte o zaman varoluşumuzun ekseninden sapmışız demektir.
Hazreti Ali “Eğer gayb perdesi açılsa yakinim ziyadeleşmeyecek” diyerek hakikatle olan ilişkisini çok net ve açık bir şekilde ortaya koymuştur. Şartlanmış ve sınırları belirlenmiş bir inanç yok sayılmıştır. Çünkü bunun bir perde olduğu ortadadır. Nasılki gayb bir perdedir aynı şekilde imkanları veri kabul edip bu şartlara tapınmakta bir perdedir. Hakikatte olay herşeyi olduğu gibi görebilme ilmidir. Araya herhangi bir perde koymadan bakabilmektir. Bu perde hayat şartları perdesi,bu nefis perdesi,bu şeytan perdesi. Bu kendiliğimizin perdesi,bu benim dediğim haktır”ın perdesi olabilir.
Dünyada varoluşumuzu ,benliğimizi,ruhumuzu basit olana,iğreti olana,yüzeysel ve fani olana dayandırdığımızda bizde “herşeyimizle” değersiz ve anlamsız bir varlık haline geliveririz. ŞİMDİMİZİ, geçmiş ve geleceğin saklı olduğu bir zamansızlıktan,YERİMİZİ, hiçbiryeri olmayan mekansızlıktan seyreyleyelim.
YORUMLAR
bize sürüden ayrılanı kurt kapar diye diye öğrettiler ve insanlar sanki aralarına karbon kağıdı konulmuş gibi aynı tebrikler yüreğinize sağlık
hüseyin adem tülüce
çok açık ve net bir şekilde doğrudur aynen öyledir ki insan ancak aşk ile dünyadan göçer......aşk ile kalıptan kurtulup manevi denizlerde yüzer, o dünyadan bu dünyaya nice manidar sözler ve nazarlar getirir.....aşık olmamız gerekir.....aşkı verene aşık olmadan aşk olmayacağı gibi sabit insan hareketleri de kendi doğal hakiki mazharına eremez....cevherlerini bilemez....keşf edemez kendini ve buna göre de sözüne ettiğiniz kalıplardan kurtulamaz....perdeyi ancak inanç ve itikat aralar doğrudur üstadım....tebrik ederim....