- 1545 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Siyah ve Siyah Mektuplar - 3
Sevgili Fulya,
Mektubumu okuyup, cevapladığın için öncelikle sana teşekkür etmek istiyorum. Senin gibi değerli bir zamandaşımdan ve de anlayışı yüksek bir insandan, vakti darda olsa böyle bir karşılık almak beni gururlandırdı. Uzun uzadıya düşünüp, ayrıca zaman kaybetmenden dolayı ise müteessirim. Sanırım seni içtimai işlerinden alıkoydum ama nezakete binaen yine de mektubumu yazmak istedim. Asli olarak benu-l allat olmasak da (bir babadan kardeş), senin nazife varlığın benim için pek mühim bir makamda var oluyor. Biliyorum ki, bi-meal kaçıp; mübalağalara girebilirim ama senin gibi candan bir ablam için az bile kalacağını bildiğim için saniyen teşekkürümü tekrar ediyorum.
Bugün için pencereden baktığımda karın yağmasını o kadar çok istiyordum ki, tam da mektubunu okumak için istirahata çekildiğim an, karın yağdığına şahit oldum ve çok mutlu oldum. Senin de mevsimin yüzüne kaleminle değişin o kadar nazikti ki, o cümleni kıskanmadım desem yalan olur. O satırında geçen ‘… sanki düşüncelerimin üzerine de beyaz bir örtü serilmiş gibi hissediyorum’ cümlesi ne kadar da arifaneydi, kutlarım. Ve sonrası da ölüme değinişin hani! İnan bazen karşımdaki senin, sen olmadığını hisseder gibi oluyorum. Kızacaksın belki kendimi küçümsediğim için ama öyle ki, profesyonel bir akil ile beraber münazara eylediğim düşüncesi beynimin iki lobunu birden sarıp, kuşatıyor. Tamam, abarttığımı ifade edebilirsin, lakin ben buna can-u gönülden inanarak söylüyorum. Ki biliyorsun zaten, övmek de pek de haiz kişiliğe sahip değilimdir.
Hayat insan olarak bizleri ara sıra tefrik ile sınıyor. Kader perişan etmeye meyilli bir cani gibi bizim isyanlarımızı bastırıyor. Kimi zaman avuntularımızı ıraksallaştırmak adına gayret ediyoruz, kimi zaman da samimi bir karamsarlığa kendi kendimizi itiyoruz. Binâenaleyh, üzüntü pinhan bir şekilde yüreğimize ab olacak devaların önüne set çekiyor. Ne kadar da fenaya ait bir vaziyet değil mi? Demek istediğim alenen şu ki; bazı zaman yanı başımızda olan güzellikleri göremiyoruz ve hüznümüzün peyderpey çeşmemize yaş doldurmasına müsaade veriyoruz. Elem bir hal, yazık oluyor hem bize hem de sevdiklerimize! Nasıl dersen, insanın canı sıkıntı ile azap haline vuslat kılınınca, istemeden de olsa çoğu vakit yakinen aşina olduğu yüzlere somurtup, gözlerindeki feri yok sayabiliyor. Bu da mahlûkatının ahvaline denk olunan maiyeti, tül tül fevkinden çekiyor. Böylece nisyan olan irade, daha yalnız hissediyor, daha peşkeş çekilmişçesine arzu edilmemiş ömrünü tamamlama yoluna gidiyor. Bu yüzden bir şeyi daha iyi anladım ki, insan makberin mavi nuruna ulaşmadan evvel, sevdiklerine sevgisini belli edebilmelidir. Belki bana düşmez bunu söylemek ama konu dâhilinde olduğu için, her daim yavrularına bu şefkati içirebilmeni isterim.
Ahhh! Derinden bir ah çektim az evvel. Nedendir bilmem, biz bu coğrafyanın çocukları olarak neden bu kadar duygusal varlıklarız, anlamış değilim. Ama birkaç şahit olduğum yakın var ki, bizdeki bu duygusallığın aslında ne kadar da mühim olduğunu anlatıyor. Ecnebi diyarlarında insanların birbirlerine duygusal olarak dayanak olmalarının imkânsıza yakın olduğunu söylüyor. Herkes kendisine odaklı ve sosyal yaşamda cami kılınacak hislerin aslından pek uzak da olduklarını belirtiyorlar. Bilmiyorum, görmeden ve yaşamadan kesin bir şey diyemem ama haklıda olabilirler. Ne de olsa ne demişler: ‘ Gördüğünün yarısına, duyduğunun ise hiçbirine inanma!’
Ahımın sebebi çalan müzikti. Ne zaman Müzeyyen Senar dinlesem, garip rüyalar görür gibi; hani olur da sevgilime sarılma hasretinde dolunayla sırdaş olmam gibi bir garip his tufanında esir olurum. Bir de aklıma Bursa gelir tabii ki! Çoğunluk bilmez, vaktiyle Bursa’ya neden Mimar Sinan’ın eser bırakmadığını. Koca Mimar Bursa’nın doğal yapısını, Allah tarafından verilmiş güzelliğine öyle âşık kalır ki, elleyemez hiçbir toprağına. Kıyamaz nazenin şehrin bahçelerine. Ki o usta zekânın maharetiyle bütünleşecek eser olsaydı Bursa’da, ne de güzel olurdu! Velâkin kısmet değilmiş. Olsun! Ben yüreğimde Bursa ile İstanbul’u ayıramam zaten. Ki insanın iki eşi olsa, kurnaları olsa ve ikisini de çok sevse, ne yapar ne eder hukuku korumaya çalışır. Aynen öyle de, ben de bu iki şehre öyle talip ve düşkünüm! Edebi olarak da bilakis bu gururdur zatım adına. Fırsat buldukça özellikle Mudanya’nın sahillerinden İstanbul kokusu almak, sonra da geri dönüp Osmangazi’ye, Orhangazi’ye selam verebilmek ve Murat’ları vefa ile anıp, Yıldırım hızıyla Merkez’den eve doğru gitmek! İşte yaşamak ki, ne yaşamak! Anlatıyorum, inşallah sıkılmıyorsundur. Bir ara senin de İstanbul’u görmek adına şevkinin olduğunu anımsar gibiyim. Aslında İstanbul öyle bir şey ki ablacım, ne toprak, ne deniz, ne hava anlatabilir onu! Hani sevdiğinden bin kez daha fazla sevmek, bin kez daha ona sarılır gibi yapmak ama sarılamamak! Bir yatsı ezanında Süleymaniye’de bulunmak, dönüş yolunda Vefa bozacısına içmesen dahi sırf ‘gittim be oraya da’ diyebilmek için uğramak, sonra su kanallarına dokunur gibi Kanuni’yi kirleten dizilere, sözlere inat; Kanuni’yi esasen anmak ve ceddiyle gururlanmak… Belki de adıma binaen Osmanlı sevgisi de bu kadar âli, ulvi içimde, bilemiyorum. Büyürken kimse gel de sev demedi ecdadı, kendiliğinden gelişti her şey ve anımsarken çoğu zaman duygu boşalması yaşarım. Evet, gül biraz gül! Ağlamaya duygu boşalması dedim.
Kafka’dan, Milena’dan bahsettik ama işin aslı şu ki batının birçok yazarı ruhuma garabet salık eylemekten başka bir eylemleri olmuyor. Eylem dedim de, o kız aklıma geldi. Hani ‘çirkin kız’ var ya, zavallıyı ne kadar da çok pohpohlamıştım. Düşünebiliyor musun kız ile yemek yerken, bana masa da ne demişti? ‘ Eğer sen Kürt isen, bu masadan kalkıp giderim!’ Yazık, görüyor musun yeni gençliğin bazı fütursuz ve cahilane davranışlarını. Salisen sana bir teşekkür dahi ediyorum ki; bu konularda gönül yelpazen çok açık ve insanları hiçbir sıfatından dolayı kınamıyorsun. Senin için önemli olan kıstaslar, Allah vergisi huylarını hangi yönde kullandıklarına dair. Bu kız da işte nasıl bir şeydi! Aklıma defalarca geliyor, çünkü senin de çok defa yazdıklarına gördüğüm üzere, bir kıza fazlaca iyi davranıp, onu şımartmak; af edersin bir nevi onun bir yerlerini kaldırmak, ters tepki oluşturuyor ve kızın senden uzaklaşmasına sebep oluyor. Evet, benim hala aklımda çünkü yaşadığım her ne varsa ben gerçekten derinden yaşıyorum. Bu da bana her haliyle zarar veriyor ve hususiyetini kaybetmiş olmasına rağmen sohbet ortamlarında dilimin ucuna kadar gelebiliyor.
Of, Müzeyyen sanatı hala ikame ediyor ve ruhum azgın sulardan kurtulmuş gemi kadar vakur sahilinde. Abdestini yineleyen gök, durgun ve kaldırımlar gri yalnızlık. Behlül bakışlı aksin uyuyor kanepe üzerinde ve civanmert kalem zengin lehçesinde. Yine de kırgınım ilhama. Mecnun eden rüzgârları nadiren uğruyor ve bizleri toplum olarak nerelere savuruyor, oy bir bilsen nerelere? Batı’ya tabi ki! Yahu tamam, düşman değilim gerçekten. Bedi’nin de dediği gibi: ‘Garp Şark’a gebe, Şark’da Garb’e!’ Yani iki medeniyette birbirini doğuracak zaman geldi mi! İnsan mümtaz tarihinden soyunup, utanırcasına ötelere kaçarken, ne bileyim taklitçiliğin her türlüsüne karşıyım. Fakat bir şeye şahit oldum ki; aslında taklidin doğru yapılış zamanlarında insana çok faydası olduğuna kanaat getirdim. Taklit, tahkikin yani asıl olmanın, hakikate ermenin bir tariki, yolu. Dilim dilim doğrayıp, hislerimizi ve terbiyemizi boğmak isteyen necis ve habes olan Rönesans çılgınlıklarına karşın, Batı ilmi Doğu’nun ışığına dayanak. Aynen sakat kalmış bir insanın, değnekler ile yürümeye çalışması gibi. İkisi de birbirine muhtaç ve ikisi de birbirine yamalı. Farkındayım, izah etmeye çalıştığım konudan çok uzaklaştım. Sadece sana şu soruyu sorup, bu mebhası nihayete erdirme isteğindeyim. Sence Edebiyat tablası üzerinde, neyi ne kadar taklit etmeli ve bu imitated olunmuş, taklit edilmiş mebhaslar, kısımlar hangi terazi ile ölçülüp, dengelenmelidir? Sual eğer vaktini meşgul edecekse, arzumdur ki bilmiyorum deyip geçmen. Yine de sen bilirsin.
Bu mektup bahsi gerçekten ruhuma dokundu ve sevindim fevkiyle. Acep nedendir diye sual de bulunursan, Üstadım olarak kabul ettiğim Cemil Meriç’in deyişiyle mektuplar insanın kendini tanıması ve tanıtması için, iletişim için yüz yüze görüşmekten bile daha geniş çapta bilgilendirmesi olan bir araçtır. Değil mi ki? Yüz yüze biriyle muhabbette, nasıl anlatabilirim ki İstanbul’u, Bursa’yı; ya da şu nazlı kışı. Ayasofya’da beş dakikayı anlatsam şimdi, sayfalar yetmez. Ya üçüncü sevgilime ne demeli ablacım? Edirne! Hani başlar tacı bir kent, hani devlet-i nurun baş şehirlerinden. Mabetler dolu, nurlu yüzü olan, toprağı cennet; aydan pak bir şehir; Edirne! Nice anlatsam, inan doyamam! Şu anda bulunduğum şehirden o kadar çok sıkıldım ki, hani ‘Neden yahu? Paris, Paris…’ diye kendini avutanlar dahi olsa, yok; olmuyor avutamıyorum işte kendimi. Kendime böyle uzun uzun ilhamsı terkiplerimden dolayı samimiyetime tekzip eylemeyeceğini umuyorum yine de!
Aklıma gelmişken sorayım yine sana. Şiir yazarken daha iyi şiir ahengi yakalamak adına sence konuya ait olan varlığı ya da nesneyi görmek mi önemlidir, yoksa o ilham alınan şeyi hayal etme mi önemlidir? Tamam, ikisi de birbirini tamamlıyor ama bir şiirin konusunda geçen şeyin yakınında olup yazmak mı şiiri daha etkili kılar, yoksa o konu her neyse, onu hayaliyle düzenleyip belli bir üslup ile yazmak mı? Cevabın likit halde donmayı bekleyen fikirlerim adına müctehez kılınmaya müsait bir vasıta olacağından şüphen olmasın.
Evet, Jiyan iyidir inşallah! Yakın zamanda görürsen, ona çay falı bakmanı öneririm. Bak da, el işlerine az daha kuvvet gelip, ileride sanatsal dükkânını açabilsin, değil mi? Latife yapıyorum ama el becerisini değerlendirebileceği platformları elbette can-u gönülden isterim. Bu arada resim adına biraz düşüncelerinden bahsetmişsin. İnan yapabilirsin ve zamanını bile ona göre ayarlayabilirsin. Önemli olan bildiğin gibi istemek, talep etmek! Senin bu konuda çelişkide kalışının esas sebebi de aslında tutkusal yanın. Suluboya’ya başladığın zaman, raptiyelediğin kâğıt ölü döşeğinden elbette varlığa yönelecek. Fakat bu da sabır isteyecek. Umarım yapmış olacağın resimleri görecek kadar ömrüm olur. Ölümün genç yaşlı dinlemediğini, miad dolunca insanın gittiğini bildiğin için böyle söylüyorum.
Bu arada o filmde geçen ‘ Ol iz Vel’i söyleyen adamın o filmde 44 yaşında olduğunu biliyor muydun? Komedi gibi ama doğru! Bir de o ‘Ol iz Vel’i filmi izledikten sonra kavrayınca, kendime gülmüştüm. İngilizcede ki ‘All is Well’i ‘Ol iz Vel’ e çevirmişlerdi. Okunuşuyla yazılıyordu kısacası. Allahım ya, insanın bazen kafası gerçekten duruyor! Bu arada yeni bir film daha buldum Bollywood’da. Onun da adını bir ara sana yazarım, istersen tabi!
Edebiyat’da yozlaşma konusuna verdiğin cevap fevkiyle hoşnut bıraktı beni. Gerçekten araştırmış ve kendi düşüncelerinle güzel birleştirmişsin. Özellikle ‘Herkes eşittir ve insan çözülmesi zaman alan canlılardır.’ dediğin paraf çok iyiydi. Düşündüğüm gibi, araştırmacı ve özgün doğaçlamacı yanın işlemeye başladı mı çok iyi yazılar çıkartabiliyorsun. Sanatsal olarak da sana güvenim tam olduğunu bilmeni isterim.
Ne oldu biliyor musun şimdi? Hadi tahmin et, hadi! Dur dur ben söyleyeyim. Kar yeniden yağmaya başladı. Saatlerdir bu anı bekliyordum yine. İçime rahatlık erdi, çok mutluyum ama çok! Fakat içim sıkılıyor elbette! Senelerdir beraber olduğumuz arkadaş yanımdan uzaklaşınca bir garip oldum. Senin anlatmış olduğun arkadaşın gibi değil bu hislerim. Çünkü sen o Belçika’ya giden arkadaşla yaşadıklarını küçükken yaşamışsın. Benim bulunduğum konum ise çok farklı. Kimi zaman hasta olduk birbirimize baktık, kimi zaman paramız olmadı birbirimize destek çıktık! Açıkçası itiraf etmek gerekirse, en çok ben baktım, ilgilendim. Düşün, en ufak örnek ki; yumurta yaparken bile onun sevdiği şekilde yapmaya özen gösteriyordum. Yemek yaparken, o yiyebilsin diye malzemeleri düzgün karıştırıp, lezzetli olması için elimden geleni yapıyordum. En önemlisi de, kendimi kasmadan, öyle alttan alttan kurnazlık yapmadan, istediğimiz gibi konuşup, istediğimiz gibi şakalaşabiliyorduk. Düşünebiliyor musun, kaldığım şehirde herkes tarafından sevilmeyen biri olduğunda dahi yanında bir tek beni bulmuştu. Bunları kendimi övmek için değil, arkadaşımın yanımdaki halini anlatmak adına yazıyorum. İşte o da gidince, herkes gibi, herkesin gitmesi gerektiği gibi; öylece kendimi iyicene yalnız hissetmeye başladım bu şehirde. Bu yüzden canım bu aralar daha sıkkın. Hiçbir şey lezzet vermiyor. Hatta dün kalkıp gece yarısı Merkez’den tavuk dürüm alıp da, yedim. Bizim galiba kötü alışkanlıklarımızdan biri de bu: ‘Canımız sıkılınca yemek yemek!’ Kilo alma problemimiz olmasaydı keşke! Gerçek şu ki, biz akreplerin sindirimle alakalı çok problemleri oluyor. Rabbim yardımcımız olsun!
Ha, bir daha ‘Benim akıbetim bilinmeyen bir zamana dümen kırıyor.’ gibi ifadelerde bulunma! Ya da bulun, ne fark eder değil mi? Ya biz yalancıdan yalancı dahi olamıyoruz ki! Sen, sen olmaktan aman diyeyim çıkma, sakınma! Rabbime niyazınla huzur bul daim, benim dualarımda senin gibi sevdiklerim için de bu yönde ablacım.
Müzeyyen Senar artık çalmıyor. Ruhum sarhoş oldu gibi zaten. Kar hala yağıyor, bir ‘oh’ demek için pencereyi açmalıyım galiba! Bu arada ilk defa aldığım bisküvinin son kullanma tarihine baktım ve zamanı 4 ay evvelden dolmuş. Fakat tınlamadan yemeye başladım ve sonuna doğru geldim. Hani bir şey olur da, mektubuna cevap yazamazsam bilgin olsun diye haber edeyim dedim sana.
Bu arada mektup içinde resim olarak, canım sıkıldığında gezip dolaşabildiğim tek rahatlatıcı yer olan parkın gece resmini çekmiştim. İnşallah bir gün resim yapmaya tekrardan başlarsan, belki sana ilham olabilir bu resim.
Uzun bir mektup olduğunun ve seni okurken dahi yoracağının farkındayım. Özrümü beyan ederekten, cevabını yazman için kendini zorlamadan, rahat bir zihinle yazmanı isterim.
Rabbim daima yanında ve sen de O’nu içinde hisset!
Her şeyin geçici olduğu bir dünyada, her şeyi sonsuz yaşamak isteyen insanlarız.
Bun için galiba en büyük özrü yaratıcımıza borçluyuz.
Ona şükreden kullar olmak dileğiyle.
Ailecek mutlu vakitlerin olsun.
Kardeşin peksi…
*Mektubun 2.si için www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=91183’e bakınız. Devamı yine www.edebiyatdefteri.com/index.asp?istek=profil&kim=68324 profilinde olacaktır.
YORUMLAR
Mektup olarak düşünceleri yansıtmak son derece güzel.Anlatımda olağanüstü,yalnız dil biraz ba
na ağdalı geldi. Neden daha öz türkçe yazmıyoruz acaba. Yoksa bu kişiler doğal yaşamlarında da
böyle konuşuyorlar. Yoksa ssadece kulağa hoş gelsin diye mi böyle yazdınız? Diğer yazdıklarınız
da mı böyle? Merak ettim, bağışlayın..
Tebrikler, saygılar..