- 596 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
KAYBOLUŞ
Evdeki soğuk savaş devam ediyordu. Hayatın anlamsızlığını daha çok hissediyordu Melike. Ailesine inat okumuştu mezun olduğu okulu. Onlara kalsa, şanlarına yakışır bir meslek seçimi yapmalıydı. Sonradan görme annesi Kamuran ile para budalası haline gelen babası Erol’a inat eğitim fakültesi diplomasını almıştı. Yaşamları, kâğıt parçası üzerine rakamların basılı olduğu para üzerineydi sanki. Kendisi de onlar gibiydi. Meyve dibine düşer hesabı, o da onların kopyasıydı adeta…
“ Beni engelleyemeyeceksiniz işte! Gideceğim o köye. Her şey sizin istediğiniz gibi olmayacak. Bıktım sizin kaprislerinizden. Sanki bugüne kadar örnek anne baba oldunuz da…”
Böyle söylenerek eşyalarını valize yerleştirmeye başladı. Konken partilerinden vakit bulabildiği zamanlarda görebildiği annesi, aklı başına gelmiş gibi, son bir haftadır evden çıkmıyordu. Psikolojik bir savaş hali içinde, didişmeye devam ediyordu kendisiyle. Babası Erol Bey ise evinin yolunu hatırlamış gibi aynı saatte eve geliyordu. Çocukluğunda çok az görebildiği bu manzara şaşırtıcıydı oysa…
Çok az eşya almaya karar vermişti. Daha şimdiden neredeyse kocaman iki valiz tıka basa dolmuştu. Canı sıkılarak ayakkabılarına baktı. Hepsini almaya kalkarsa iki valize ancak sığacaktı. İşine yarayacak ayakkabıları ayırarak bir valiz daha doldurdu. Kimse konuşmuyordu. Oysa, onun o kadar çok konuşmaya ihtiyacı vardı ki; İnat uğruna çıkacağı macera değil, onların destekleyeceği bir arayış, bir başlangıç olmalıydı. Hayatı tanıması için atacağı ilk adımda, onu destekleyecek, gerçekten onu seven, sevdiğini hissettiren bir aileye sahip olma isteğiydi içindeki.
Çok az konuşarak akşam yemeğini yedikten sonra odasına çekildi. Ertesi gün, evinden çok uzaklara gidecekti. Farklı bir yaşam ve insanlarla dolu yeni bir yere… Yine de vicdanı rahat değildi. Farklı bir şekilde ayrılmak isterdi. Arkasından onu uğurlayan kalabalık bir aile… Gözyaşı döken bir anne ve baba…
Yatağına uzandı ve gideceği köyü hayal etmeye çalıştı. Ne kadar uğraştıysa da gözünün önüne hiçbir imge gelmiyordu. Can sıkıntısıyla uyudu kaldı yatağında.
Sabah kalktığında, kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Konuşmasalar da, içlerinde tuttukları kızgınlık yüzlerine yansıyordu. Erol Bey, gazetesini okurken bir taraftan da Melike’yi süzüyordu.
Ayrılık vakti gelmişti. Kırgın bir şekilde kucaklaştıktan sonra taksiyle terminale doğru yola çıktı Melike…
………………………………………
İlçede bulduğu tek taksi durağındaki, eski model taksiyle köyün tozlu yollarında ilerliyorlardı. Kıvrılarak giden yolun bazı kısımlarında araba, küheylan bir atın zıplaması gibi savruluyor, tekrar eski haline dönüyordu. Aracın kapısından içeriye doluşan toz tanecikleriyle her tarafı toza bulanmıştı. Hiç sesini çıkarmadan etrafını seyretmeye başladı. Görünüşe göre bir dağ köyü olmalıydı. Yolun etrafını çevreleyen çam ağaçlarının yeşil rengi huzur veriyordu aynı zamanda.
Köye girdiklerinde ikindi olmak üzereydi. Sonbaharın ilk günleri olması nedeniyle güneş cılızlaşmıştı. Taksici bir an önce geriye dönme telaşına düşmüştü. Bilmiş bir edayla arabayı Muhtar’ın evinin önünde durdurdu.
-Abla! Muhtarın evi burası. Aha şu kapıdan girecen tamam mı?
-Şoför Bey, bekleyin lütfen beni biraz. Ne aceleniz var. Ücretinizi vereceğim korkmayın. Hem eşyalarım var. Bana yardım edin.
-Abla ben fazla bekleyemem.
-Tamam, beklemeyeceksiniz zaten. Sakın bir yere gitmeyin.
Arabadan indi ve önünde bunduğu evin dışındaki çitten içeriye ürkekçe girdi. Ayağındaki ayakkabılar topukluydu ve taşa takıldı. Yuvarlanmaktan son anda kurtuldu. Etrafına bakarak kapıya doğru ilerledi. Evin dış kapısına geldiği sırada kızgın bir köpeği karşısında buldu. Titremeye başladı. Kaçacak bir yer arıyor; fakat bulamıyordu. Köpek, karşısında sinsi sinsi hırlıyordu. Tam üzerine atılacağı sırada kapı gıcırtıyla açıldı. İçeriden çıkan orta yaşlı, uzun boylu, iri yarı adamın bağırmasıyla, kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırarak arka bahçeye doğru gittiğinde, ancak rahatlayabildi Melike.
-Kimsin?
-Ben, köyünüzün yeni öğretmeni Melike. Siz Muhtar mısınız?
-Evet kızım. Ben Muhtar Musa. Hoş gelmişsin. Buyur. Biz de seni bekliyorduk. Daha geç gelirsin diyordum amma. Buyur gir içeri.
-Bir an önce gelmek istedim. Yalnız eşyalarım var. Taksi bekliyor. Şey… Köpek gelmez tekrar değil mi?
-Yok gelmez kızım. Hadi eşyalarını alalım içeriye.
-Sağ olun Muhtar Bey. Hemen geliyorum.
-Tamam kızım ben de yardım edeyim sana…
Taksiye doğru ilerlerken, etrafına baktı Melike. O ana kadar ortalıkta görünmeyen bir sürü insan toplanmıştı evin önüne. Herkes merakla ona bakıyordu. Mini etekli, boyalı, süslü, saçları boyalı, topuklu ayakkabılarıyla; taşlı yollarda yürümeye çabalayan yabancı kimdi?
Köyün bütün çocukları, hayranlıkla seyrediyordu onu. Uğultular yükseldi kadınların arasında. Melike, alışkın olduğu giyim tarzıyla çıkmıştı yola. Bir an kadınların kınayan bakışlarıyla ürperdi. O güne kadar benimsediği kıyafetleri, nedense kadınların bakışıyla tamamen çıplaklığa dönüşmüştü. Köyün çocukları, kulaktan kulağa aktarılan “Öğretmen” sözcüğünü, film artistini aratmayan Melike’ye yakıştıramamış gibi bakıyorlardı imrenerek…
Taksici eşyaları bırakır bırakmaz, cebine koyduğu parayla, ışık hızıyla çıkmıştı yola. Yabancı bir yerde, yalnızdı artık. Farklı bir coğrafyada, farklı yaşamda yalnız bir kız…
Kalabalık, yavaş yavaş ona yaklaşmaya başlamıştı. Hep birlikte koro halinde “Hoş geldin” kelimesinin ardından sessizce dağıldılar.
Etrafındaki insanların dağılmasının ardından, sadece Muhtar ve ailesi kalmıştı. Her şey yabancıydı. İlk kez farklı bir yerde yalnız kalmanın zorluğunu duyumsadı. Akşam olmak üzereydi. Güneş, dağların arasından yavaşça süzülerek alçalıyordu. Eşyaları Muhtar, eve çoktan taşımıştı. Çekingenlikle evin kapısından girdi. Ayakkabılarını çıkartmayı unutmuştu. Muhtarın karısı olduğunu tahmin ettiği kadının bakışıyla geri döndü, çıkardı ve girdi içeriye…
Soba yanıyordu. Ortaya yer sofrası kurulmuştu. Camın kenarındaki sedire ilişti. Muhtar onu içeriye aldıktan sonra kaybolmuştu. Bir süre sessizliğin içinde sobanın içindeki yanan odunların çıtırtısını dinledi. O güne kadar hiç duymadığı sesler, farklı bir tını ile ruhunu dinlendiriyordu sanki.
Az sonra kapıdan aile bireyleri girmeye başladı. Oysa, geldiğinde kimseyi görememişti. İçeriye girenler şaşkınlığa uğruyor ve “Hoş geldin” diyorlardı. Evde yaşayan epey insan olmalıydı. Sıcakkanlı insanlardı. Yaşlı anne ve baba ile üç çocuk sahibiydi Muhtar…
Sofraya oturma zamanı gelmişti. Melike, özellikle en son oturmayı beklemişti. İlk kez yer sofrasına oturacaktı. Diğerlerini iyice izledi ve onlar gibi dizlerinin üzerine oturdu ve örtüyü kucağına serdi. Ortaya konmuş olan tasın içinde dumanı tüten çorbaya baktı. Seyrettiği filmler dışında şahit olmamıştı bu sahnelere. Herkes, kaşıklarını daldırıp yemeğe başladı. Garipsedi bu durumu fakat bir süre sonra o da alıştı ve yemeğe başladı. Yemekte sohbet başlamıştı.
Şirin bir aileydi. Doğal davranıyorlardı. Öğrencisi olacağını tahmin ettiği küçük kız, durmadan ona bakıyordu. Konuşmak istiyor fakat çekiniyordu.
-Adın ne senin?
-Meryem öğretmenim.
-Kaça gideceksin bu yıl Meryem?
-Dörde geçecektim öğretmenim. Fakat…
-Eeee devam et Meryem.
-Geçen yıl okulumuz açılmadı öğretmenim…
-Neden?
-Öğretmen gelmedi. O yüzden biz de okula gidemedik.
-Nasıl? Öğretmen mi gelmedi?
-Evet öğretmenim, gelmedi…
-Muhtar Bey, Meryem’in dedikleri doğru mu ?
-Evet hoca hanım… Kızım doğru söylüyor. Artık ümidi kesmiştim. İlçeye gide gele usandıydım. Bir öğretmen atanmıştı. İki yıl çalıştı. Sonra evlendi. Bir süre sonra da rapor almaya başladı. En sonunda da, tayin oldu gitti. Bir daha da göndermediler başka öğretmen… Sizin geleceğinizi duyunca önce sevindik, sonra da acaba gelmezse diye korkmaya başlamıştık… Geldiniz ya, çok sevindik…
-Evet geldim… İnşallah başarılı olabilirim. Açıkçası ben köyde hiç yaşamadım.
-Alışırsın… Köyümüzde, köylümüz de çok iyidir. Sen bize güven, inan, gerisi kolay…
-Tamam Muhtar Bey… Okul ne durumda, lojman var mı ?
-Ben, okulu biraz toparlamaya çalıştım. Yanında da lojmanı var. Sen şimdilik bizde kalırsın. Eksikleri tamamladıktan sonra istersen geçersin oraya. Şimdi yat, uyu, dinlen… Bak, bu benim hanımım Raziye… Her konuda sana yardım eder. Kızım Meryem’i de tanıdın. Bunlar oğullarım Mehmet, Hasan… Onlar okumadılar. Fakat kızımı okutacağım. Okuyacağı yere kadar okusun. Zehir gibi çalışır kafası. Ne çok ağladı geçen yıl… O okuyacak, senin gibi öğretmen olacak kızım inşallah… Değil mi kızım?
Meryem, utangaç bir şekilde gülümsedi.
Melike, o güne kadar hiç tatmadığı bir duyguyla tanıştı o anda. İçinde yeşeren umut, zorlukları aşabilme gücünü hissetti iliklerine kadar… Meryem’ e baktı sevgiyle… Yanına sokuldu. Elini tuttu sıkıca…İçindeki korku ve endişeyi öteleyerek, okulunu hayal etmeye çalıştı...
Nermin KAÇAR
15.01.2012 BOLU
YORUMLAR
Giriş bölümü, ebeveyne aykırı bir tipleme tasviriyle başlıyormuş gibiydi, birden aynılık olduğunu gördük. Gelişme bölümünde aynılığın olmadığını düşünmeye başladık ve sonuç bölümünde idealist bir öğretmene kavuştuk. Demek ki, giriş bölümündeki aynılık belirten cümle boşlukta kalıyor. Bence yazıda olmamalı... Öykünün geneli, ülkemizde her yıl, binlercesi yaşanan aynı hikayenin, insana keyifle okuma zevki tattıran bir yazılımı; yani, çok yaşanılan (şehirli kızın öğretmen olarak köye atanması olayı) sizin kaleminizde tadını bulmuş. Tebrikler.SAYGIYLA