OİDİPUS LANETİNE SAÇILAN KUM
Gündüzü geceye saçlarıyla bağlıyordu; dipleri kar beyaz sonlara doğru yelken açan siyah uzayışlar. Henüz resmedilmemiş yüzündeki çizgilerin adsızlığı. Çoğaldıkça kayıplaşmış; bir mağarada yankılanır gibi. Tat duyusunu yitirirken, hoş bir baharat kokusu büyüsü girivermiş burnuna; almak istercesine o tadı vazgeçmiş yitirmekten. Oidipus uzun uzun dolaşmış; suların meşgullükleri üzerinde salınan yüzen sandığında. Kadın ellerinde biriken gündüzü ve geceyi vermiş; bulduğunda Oidipus u. Çünkü tanrının lanetine bir avuç kum atmasını istemiş; örtülmesi için. Koca çölde ele alınamamış bir avuç da çıkarılmış saatten. Kum saati mutlu olmuş; mutsuz olacakmış çünkü lanet.
“ Lanetin mutsuzluğu,
Oidipus un mutluluğu
Gündüz ve geceyi doğuran kadının iyiliği
Ve mutluluk dağıtan; mutluluğu”
Olmamıştı ki annesine aşık; tanımadığı bir koku nasıl bu derece hoş gelirdi insana. Usul usul girememişti aslında koynuna da. Ama şimdi kokluyordu; o hiç koklayamadığı nilüfer çiçeklerini. Bakıyordu tozlu bir terastan; henüz binalar dikilmemiş ağaçlar devleşmiş, kurusalar da yerlerinde sabit. Gözlerinin içine ışıklar doldu koca koca açıldı. Dilini dudaklarına çıkarttı ve elleriyle dil ucunu yokladı. Bir kum tanesi, bir tane daha. Kustuğu an çıkmıştı tüm kum. İçi o derece bebekti ki, o derece taze; kaldıramadı. Tozların üstüne düşen kum taneleri ayık bir ayak izi olup sürükleyiverdi Oidipus un çıplak ayaklarını. Saray tüm şaşasını yitirmişliği ile onu selamlıyordu; yorgun. Diz kapaklarında beliren titreme diline vurarak, çalışmayı unutan dişerini ayıltmış titrer gibi takır takır diye söyleşmeye başlatmıştı. Nihayet avlu da çalışmaya başlayan küçük askerler ve oyuncak kılıçları hoş bir bakış savurup oyunlarına devam ettiler.
Pandora’ nın kutusundan zıplayan üç beş aksesuar kaçak kaçak gülümseyerek kirpiklerinde asker olmuş maskaraya selam verdiler. Öyle dipten kaldırmışlar kıvırmışlardı ki onları; sapasağlamdılar Oidipus un kaşıklaşmış yüzünde, kanat açar gibi her biri. Kutu kendini hızla açıyordu; içlerinden çıkmış çin malı fetiş kostümler zamanın oyunbazlığı karşısında adeta dalga geçerek kendilerini belli ettiler. Darağacına kazınmış asil düşler, kendilerini kızdıra kızdıra “kızgın demir” unvanını zorlaya zorlaya almış. Bakış atılmamış demirler suyun tatlı ellerinden alarak nasiplerini paslanmış. Derileri dökülen çıplak ağaçlar, vücutlarını inceleyen diğer çıplak ağaçlar ile zeminin üstünde kalabalık yaratıyorlardı. Kutsallığa itiraz; laneti alkışlayış karşı karışıya, ortada Oidipus uzun uzadıya serilmiş. Parmakları uyuyan çimlere huzursuzluk veriyordu. Yapacak bir şey yoktu adam yalın, adam kendinin henüz farkında değil. Tüm bilge bebekler annelerine teslim edilmiş henüz emerken; dudakları areolayı kavrayamıyor.
“Sayıklarken sevgiyi yoktu yanında ki sayıklayabildin
İnat eden keçilerin dişleri neyi koparmaya karar veriyor
Gökkuşağı küçük bir gelinin beline renkli bir kuşak olup; incecik sarıyor
Annesi ağlamıyor o nu uğurluyor; hatta el sallıyor
Sonra ardından anlatmaya başlıyor “
“Gizemli bir nehir görüyorum geceleri aşağı aşağı akan. Sanki gündüz ile arası bozuk gibi; gündüz görünmeyen, gece seslerini duyabildiğim. Sanki uzak değil de içimde çağlıyor, bir ceylan gibi içime sessiz ve yavaş giriyor; sonra seke seke akıyor uyuyan ormana, çağlıyor bedenimin sağına, sonra soluna. Bir çocuk elinde boş olduğunu sandığım süslü, dışı yıldızlarla bezenmiş parlayan kutucukla geliyor kapımın önüne. Adını soruyorum sanki merak edercesine. Anne diyor; ben babamı öldürdüm ama sen doğurduklarınla ikimizi de öldürdün. Kadının ağzına düşer gibi ulak; açık ağzını kapayarak yola düşüp gidiyor kâhine. Olanı biteni duyunca yaşlı kâhin bırakıyor şarap kadehini olduğu yere. Saçlarından bir tutam koparıyor; bembeyaz saçlar kazanda el sallayarak pişiyor. Onlar pişkinliklerini sözleriyle ispat ederken; laneti aralayamayan kum taneleri yok olmak istiyor; yok oluyor…
“Anne ben seni severken; kokun öyle tanıdıktı ki bir aşk sandım bunu. Seviştiğimiz anlarda duyardım o hiç emmemiş olduğum sütün kokusunu. Yeni çıktığı zamanlarda dişlerim; kaç kere söylemişlerdi aslında sonumu. Ben seni severken öyle bir kokuydu ki ortalığı saran, anlayamamışım annem olduğunu…
Ve Oidipus yedi kat indi önce; cehennemi gördü annesinin göğsünde. Yükselirken göğe, sevinirken çıkıyor diye cennete, vardığında anlamıştı; cennet içinde…
"Geceyi güne ördü kadın yaşlılığına aldırmadı gözlerinin,
Ortalık gün ortalık gece, ortalık ölüm ortalık cevapsız bir bilmece
Ortalık sessiz, ortalık gündüz; ortalık Oidipus un,
Yaralı beden rengi, kopmuş tüy dolu kanadı"
Kum taneleri dolarken hücrelerine, vardı gizemli bir evren ulaştığı yerde. Ne doluydu çiçeklerle, ne doluydu dikenlerle. Öyküsü bir süre uzandı dibine; burada olmakla var ya kandırdık-öldürdük koca kralı hatta tanrıyı bile...
YORUMLAR
Odipusun yazgısına onun gözlerinden
Bakar gibi anlatmışsınız.
Babasının hiç mi suçu yoktu kahin ölümün oğlunun
Elinden olacak dediğinde onu terkederken.
Aklını yitiren. Odiupusa yine kızlarının bakması
Da hikayeyi daha bir anlamlı kılıyor.
En beğendiğim yeri etrafını saran kokuyu aşk sanması.
Güzel ifadeleriniz var.
İyi geceler dilerim.