Tohumuna Sahip Çık!
Boşuna dememişler “Başa gelmeyene kadar bilinmez…” diye.
Her ne kadar başkalarının acılarına, sıkıntılarına üzülsek de, yine de anlamayız neyin ne olduğunu; acının nasıl bir acı, sıkıntının nasıl bir sıkıntı olduğunu…
Yoksulluğu çekmemişsek yoksulluğun ne demek olduğunu anlamayız. Ve mis gibi sıcak ekmek kokusunun da ne demek olduğunu anlamayız; değerini anlayamayacağımız gibi…
Hastalıklar da böyledir. En basit örneğiyle, başı ağrımayan baş ağrısından, dişi ağrımayan diş ağrısından anlayamaz birebir yaşamadıktan, hissetmedikten sonra…
Kimi zaman insanların acılarıyla üzülür sevinçleriyle mutlu oluruz. Sevinç nedir biliriz belki ama acıları tam anlamıyla anlayamayız; çünkü yaşanılarak anlaşılıyor ancak kimi acılar. Buna da “Ateşin yaktığını, suyun boğduğunu…” misalinde olduğu gibi tecrübe deniliyor belki de...
Önce iğneyi kendime sonra çuvaldızı başkasına batırmakla başlamam gerekirse söze, önceliği duyarsızlığım ve başa gelmeden önce gözden kaçırdıklarım alır…
Mesela önceleri görseydim de pek önemsemezdim kimi marketlerin kasa bölümüne konulan Lösev’in (Lösemili Çocuklar Vakfı) yardım kutularını. Bir gün olsun elim de gitmedi o kutulara (kumbara) nedense… Yardımdan yana gözüm korktu desem de değil çünkü o kutular öyle kocaman falan da değildi. Ve genellikle de tıka basa dolu da görmezdim kutuları; anca dibinde birkaç kuruş…
Çok değil, daha birkaç ay öncesinde tanıttı bana kendisini lösemi; bir yaşındaki torunumun lösemi olmasıyla… Böylesi bir durumda bir anda şok oluyorsunuz, feryat figanla “Olamaz!” diyorsunuz ama oluyormuş ne yazık ki... Önce kaderdir derdim. Sonra nedenlerini sorup soruşturunca, “Acaba bu kaderin sebebi insanlar olamaz mı?” diye düşünmeye başladım. Böyle düşünmekte de haklıydım onca çocuğun, gencin ve diğer yaşlardaki insanların lösemi olduğunu ve gün geçtikçe lösemi hastalarının arttığını öğrendikçe.
Sekiz aylığa kadar gayet sağlıklı görünüyordu torunum. Bakımına, beslenmesine de büyük özen gösteriliyordu. Mesela hep kaliteli mamalar ve ek gıdalarla besleniyordu. Ay ay; gün gün, neye uyulması gerekiyorsa uyuluyor, doktorun gözetimi ve önerileriyle büyütülüyordu. Gerçi sevgili doktorumuz da anlamamıştı çocuğun hastalığından bir türlü... “Halsizliği var” dendiğinde “Olur olur, havalardandır; bu sıcağa kim dayanır” diyor, ardından da çocuğun vücudunda oluşan morluklar için “Çocuktur yahu! Emeklerken değiyordur oraya buraya” gibi bir doktorun söylememesi gereken sözler dökülüyordu ağzından. Eğer misafirlik için başka bir memlekete gidilmeseydi ve çocuk orda hastalanıp da doktora götürülmeseydi, hastalığı da bilinmeyecekti son evreye kadar... İşte bu da kimi insan ve kurumların vurdumduymazlığına, insan hayatının değersizliğine ve paranın ön plana geçmesine bir örnektir. Çark dönsün yeter…
Ülkemiz insanlarının sağlıksızlığını duyup gördükçe, buna neden olarak yiyip içtiklerimizi düşünmeden edemiyorum. Yani GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) gıdaları ve katkı maddesi olarak kullanılan MSG (Mono Sodyum Glutamat)… Düşünmeden edemiyorum çünkü GDO’lu tohumların zararlarını ve bir on yıl sonra yerli tohumların sonunu nasıl getireceğini tahmin edebiliyorum. GDO’lu tohumlar dikilip de ürün verdikten sonra onlardan bir daha tohum almak mümkün değilmiş çünkü. Dolayısıyla yine dış ülkelerin GDO’lu tohumlarından almak zorunda kalınacak sebze ve meyveyi üretebilmek için. Bir de hayvanları beslediğimiz yemler var tabii ki, onlar yemlerden alıyorlar ne alıyorlarsa (hormon vs.) bizler de onların etinden. Gerisini artık varın siz düşünün...
MSG katkı maddesi içinse yalnızca zararlarından birkaç örnek vermek yeterli sanırım.
“Zararları:
- Bu madde nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. Yol açtığı hastalıklar merkezi sinir sistemi tahribati ve buna bağlı olarak Alzheimer, Parkinson, Huntington hastalıkları, Sara (epilepsi).
- Retinal dejenerasyon (göz retina tabakası hasarı)
- Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite
- Büyüme hormonu baskılanması
- Pankreas hasarı, insülinde artış ve buna bağlı olarak diyabet
- Böbrek ve karaciğerde hasar
- Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor yani bebek de aynı etkilere maruz kalabiliyor.”
(Alıntı)
Tükettiklerimizle ilgili her geçen gün daha çok şey öğreniyorum ne yazık ki…
Dün gece de bir televizyon programını izlerken Aspartam’ı, Jelatini öğrendim. Dahası, öğrendiğimle de kalmayıp başladım internet üzerinden arayarak, bulup bulup okumaya. Okudukça da “Meğer neler varmış sağlığımızla oynayan!..” deyip dona kaldım olduğum yerde… Üstelik de bizler bunları her alanda tüketiyormuşuz; kimi zaman gıda, kimi zaman ilaç, kimi zaman da kozmetik olarak…
Yazıyı daha fazla uzatmadan bir edebiyat sitesinde paylaştığım konuyla ilgili şiirimi sizlerle de paylaşmak istiyorum. Onun için de diyorum ki, gayrı ben susayım şiir konuşsun...
Tohumuna Sahip Çık!
Murada ermek için biyolojik savaşla
Bozuyorlar genini; Tohumuna sahip çık!
Alırken ürünleri, biraz düşün, yavaşla
Kazıyorlar kuyunu; Tohumuna sahip çık!
Pembe domates, roka bir de kınalı bamya
Yok olmaya mahkumken hem de arka arkaya
Güvenme piyasaya, sarılma hin dünyaya
Diziyorlar yalanı; Tohumuna sahip çık!
Kalmadı ki kalsiyum ne süt ne de yoğurtta
Yıkılıyor insanlar, sağlık arama yurtta
Kanser, kısır, sakatlık yapışıp kaldı sırta
Çözüyorlar şifreni; Tohumuna sahip çık!
Arttıkça hastalıklar köşeyi döndü sektör
Bağışıklık sistemi çöktükçe oldu aktör
Uyutup durdu bizi uyduruk bin bir faktör
Azıyorlar gün be gün; Tohumuna sahip çık!
Ticari meta iken insan sağlığı, doğa
Saçtılar zehirleri hem bayıra hem bağa
Üstelik seve seve ve açıktan açığa
Çiziyorlar üstünü; Tohumuna sahip çık!
Sakat, ölü çocuklar ne bilsinler oyunu
Bu gidişle gelecek arıların da sonu
“MSG” denen illet, o da başka bir konu
Sızıyorlar genine; Tohumuna sahip çık!
Toprağa hile kattı büyük ölçekli tarım
Bozdu genetikleri insanı etti yarım
Kudurmuş emperyalist! Amaç ise soykırım
Yazıyorlar fermanı; Tohumuna sahip çık!
(08.01.2012/Edebiyat Defteri)
Kalın sağlıcakla, mutluluk ve huzurla…
Saygılar.
Saadet Ün-15.01.2012
Not:
Şiiri sizlerle paylaşmıştım. Yani bildiğiniz bir konu. Aynı konuyu bu defa da yazı ile tekrar etmiş bulunuyorum. Bunun nedeni ise bu yazıyı Şanlıurfa.com’da paylaşmamdır. İstedim ki bu konu okunsun, bilinsin önemi sağlığımızın...
Burada da paylaşmamın bir mahsuru olmayacağını düşündüm ve sizlerle de paylaşmak istedim.
Sevgi ve saygılarımla...
YORUMLAR
insan sağlığı en ucuz olan ülkelerden birisiyiz ona alıştık...yani devlet bu konuda bişeyler yapmış yapmaya da devam ediyor ben bunu inkar edemem ama birçok hekimimiz ve hastanemiz meslek bir yana para bir yana mantalitesinde güya hizmet ediyorlar.....erkekten hamile testi ameliyattan ekstra para usulsüzlükler diz boyu ha yani doğru düzgün tedavi uygulasalar yine neyse zıkkım yesinler.....bu suni ilaçlar meselesi hepsinden beter.....ondan nası korunmalıyız bir tek yol var o da evimizde betonları kaldırıp toprak ekerek buğdaydan sebzeye herşeyi yetiştiricez böylece başka kurtuluşu var mı.....güzel hususlardı küfür etmek içten serbest mi rahatlamak için yani
Saadet Ün
Yorumunuza teşekkür ediyorum.
Saygılar
çok güzel bir konu torununuza geçmiş olsun inşallah en kısa zamanda geçmiş olur hastalığı bu dünyanın ve insanların değiştirilmedik yeri kalmadı ben memleketten annemin kendi tohumundan sebze meyve getiriyoruminanın domatez dolapta 1 ay dayanıyor üstelik benim dolabım 26 senelik yanison teknoloji değil pazar veya marketten alıyoru 3 gün sonra bozoluyor renksizkokusuz tatızlastik gibi birşey yediklerimiz çok güzel yazmışsınız yüreğiniz dert görmesin sevdiklerinize ve size sağlık dilerim
Saadet Ün
Rabbim torunuma da diğer tüm hastalara da acil şifa versin...
İyi ki kendi yetiştirdiğiniz meyve ve sebzeleri tüketiyorsunuz. Ama herkesin böyle bir şansı yok maalesef. Ve bizler bile bile, göre göre mecbur kalıyoruz zararlı olduğunu bildiğimiz gıdaları... Çünkü başka seçenek bırakmamışlar... Çok zor sağlıklı ürünleri bulmak ve almak...
Bu konu aslında çok önemli... Bizler bir şey yapamayız ama devlet bu konuda isterse bir şeyler yapabilir...
Bu da ithalat ve ihraç meselesinde oldukça zor gibi... Dünya zaten ekonomi üzerine çabalayıp, savaşıp duruyor. Hiç vazgeçerler mi insan sağlığıyla oynamaktan ortada para varken :(
Sevgilerimle
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
vah insanlık ah masum bebeler torununuza acil şifalar diliyorum..:(
“Türkiye’de 2006’da çıkan 5553 sayılı yasayla yerli tohum satışı yasaklandı.
Binlerce yıldır süren bir şey, tohum tekelleri güçlensin diye durduruldu!
Bugün 10 şirket, dünya tohum piyasasının yüzde 57’sine sahip.
Bunlar aynı zamanda kimyasal ve kanser ilaçı üreticileri.
Öyle bir sistem ki tohumu ondan alıyorsun, kimyasalı ondan alıyorsun, hasta olunca da ilacı ondan alıyorsun!
Düşünün, yerli kavun, karpuz buğday tohumu satamıyorsunuz!”
“Tohuma sahip olan, dünyayı kontrol eder”
“Türkiye tohum bankası kursun” …(Can Yücel’in 20 yıl önceki önerisi)
“Tohum meselesi ilginç.
Bu alanda çokuluslu (CUŞ) on dev firma, bütün dünyayı kontrol ediyor; hükümetlere yasa çıkarttırıyor, yasaklar getiriyor.”
“Çarşıda pazarda yerli tohum satışı yasak...
Böylece biyolojik çeşitlilik bakımından dünyanın en zenginleri arasındaki ülkemiz,
genetiği değiştirilmiş (GDO), üretimi kimyasal ilaç ve gübrelere bağlı ithal tohum pazarına dönüştü.
Bakar mısınız olaya; bu tohum ÇUŞ’ları, aynı zamanda kimyasal üreticisi ve dünya ilaç sektörünün de devleri.
Öylesine bir zincir kurmuşlar ki, önce tohumu veriyor, ardından gelişmiş ürün elde etmek için kimyasal gübre ve ilaç satıyor.
Ardından besin yoluyla bu ağır kimyasalları alan insanların sağlığı bozuluyor, kanser vakaları ortaya çıkıyor.
Yetmiyor, bu kez de kanserden kurtulmak için aynı şirketlerin ürettiği kanser ilaçları satın alınıyor.
Bir koyundan üç post çıkarma hesabı..”
“kuzey kutbunda “Kıyamet Tohum Deposu” projesinden söz edilmekte..
ABD’nin en büyük tekellerinden, yeryüzünün her bir noktasına uzanan Rockefeller, çokuluslu GDO devleri ve ne ilgisi var demeyin Microsoft’un kurucusu Bill Gates, Kuzey Kutbu’nda Norveç’te buz dağlarının altında bir depo kurarlar. Svalbard’da patlamaya dayanıklı, hava geçirmez ve bir metre kalınlığında çelik destekli beton duvarlara sahip bu depoda üç milyon farklı tohum çeşidi, dünyanın geleceğindeki olası bir felakette kullanılmak üzere saklanır.
Bu felaketi kim çıkaracak acaba?
***
Projeyi destekleyen firmaları sayarsak, belki durum anlaşılabilir. İşte liste:
• Bill ve Melinda Gates Vakfı.
• Dünyanın en büyük patentli genetiği değiştirilmiş tohum ve ilgili tarım kimyasallarının sahibi ABD’li tarım devleri Du Pont/Pioneer Hi-Bred.
• GDO alanında dünya pazarının yüzde 90’ını elinde bulunduran ABD’li Monsanto.
• İsviçre menşeli büyük GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketinin sahibi, Syngenta Vakfı.
• Tarımsal değişimle genetik saflığı desteklemek için oluşturulan Rockefeller Vakfı’na bağlı CGIAR...
Bu depoyu, Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü (GCDT) işletiyor.
Peki, kim bu örgütün yöneticileri?
Başkan, Kanadalı Margaret Catley-Carlson.
Carlson, New York merkezli Nüfus Konseyi’nin de eski başkanı.
Ne yapar bu konsey?
John D. Rockefeller’in, nüfus artışını düşürmek amacıyla, “aile planlaması” adıyla yoksul ülkelerdeki kısırlaştırma projesini yürütür.
Yönetim kurulundaki ilginç isimlerden birisi de Pentagon anlaşmalı en büyük askeri endüstri şirketi Northrup Grumman Corporation’ın eski başkanı Lewis Coleman...
Nasıl bir ilişkiler yumağı ama!
Pek çok ülkenin ulusal tohum depolarının başına ne gibi bir felaket gelecek ki, insanlık Svalbard’a muhtaç kalacak?
“Tohuma sahip olan, dünyayı kontrol eder” saptaması, boşuna olmamalı!
Satışı yasak ama Ege’den başlayıp Anadolu’ya uzanan “Tohum Takas Şenlikleri”ni kaçırmamalı...”..alıntı
ve
ANNE SÜTÜ ÇOK ÖNEMLİ
“Bulut, beslenme konusunda anneleri uyarak çocuklara hazır meme yedirmenin çok zararlı olduğunu belirterek
“Bir erkek çocuğun 24 ay,
kız çocuğunun da 20 ay annesi emmesi gerekiyor.
Eğer gerektiği gibi anne sütü emmez ve hazır mama yerse bu çocuk da eczane sistemine üye olur.
O yüzden anne sütü çok önemli.
Günümüzde bulunan birçok hastalığın sebebi anne sütünü çocukların yeterince emmesidir.” diye konuştu.”
beslenme konusuna ilginç yaklaşımlar...
“Her insanın nasıl kanı, DNA’sı ve parmak izi kendine özel ise sindirim sistemi ve kanı da tekildir.” ifadesini kullanarak kan gruplarının insanların beslenmelerindeki önemine dikkat çekti: “Bütün dünyada kişilerin kan (mizaçlarına) gruplarına uygun beslenmeleri halinde şişmanlık ve hastalık problemlerinden kurtulacakları savunulmaktadır. Geleneksel tıp daha da ileri giderek her insanın kendine özgü sindirim sistemi ve enzimleri olduğu bilgisinden hareketle kişiye özel beslenme programları önermektedir"
“Beslenme, besin maddelerinin mizaç olarak, vücut yapısına benzer hale gelmesi ve böylece dokulardaki günlük yıpranma ve yırtılmaların, tamire uygun hale gelecek ve düzeltilecek şekilde değişmesidir. “ diyen Bulut, bu konunun Kur’an’da da çok geçtiğini vurgulayarak
“Kur’an’ı Kerim’e yiyecekler içecekler açısından bakıldığında, görülecektir ki iman dahil insanın tüm saadet ve şekavetleri, iyilik ve kötülükleri, daha doğrusu hak edişleri yedikleri içtikleri üzerinden aktarılıyor.” dedi."
İNSAN BAŞINA GELENLER HAKKINDA YEDİKLERİNE BAKSIN
Bulut, sözlerine şöyle devam etti: “İnsan bedendeki gıda ve faaliyet, zikir, fikir, huzur veya huzursuzluk ilişkilerini anladığında, Kur’an’ın helal ve haram yiyecekler konusunda neden bu kadar vurgu yaptığını da çözebiliyor.
Hemen hemen her surede mutlak manada Allah sözü getirip gıdaya ve onun neticelerine dayandırıyor.
Çünkü bugünün inanan insanları bu ayetleri daha çok helal-haramlar boyutuyla değerlendirse de kastedilen mana, helaller haramlar konusundan çok daha kapsamlıdır.
Çünkü yediklerimiz ve içtiklerimiz bizden doğacak eylem ve fikirleri de etkiliyor. O fikir ve eylemler ya bizi cennete layık
(huzurlu, sağlıklı, başarılı, yaşamından lezzet alan ve böylece Allah’ından razı) bir kul
veya cehenneme layık
(hastalıklar, sıkıntılar, inançsızlıklar ve müptelalıklarla vücudunu içinde yaşanılmaz bir hale getirmiş, ömrü kahırla geçen, bezgin, huzursuz ve adeta ölmeden cehennemi yaşayan, içten içe yanan) bir odun haline getiriyor. Bu yüzden insan başına gelenler konusunda sık sık dönüp yediklerine, içtiklerine bakmalı ki bunların keyfi bir takdir değil, bir hak ediş meselesi olduğunu da kavrayabilsin.“ alıntı..
sağlıklı mutlu olmak için
yerli malı yurdun malı bilinciyle
gönlümüzde sevgi toplayıp aklımızı başımıza hep birlikte yurdumuza ürünümüze kendimize aklımıza fikrimize sahip çıkmalı
Çözüm
Doğal ol .. doğal düşün.. doğal tohum ek ..doğal ye…doğal yaşa… her yönden zengin sağlıklı mutlu ol .:)
sağlıklı mutlu olmak için
yerli malı yurdun malı bilincinde
hep birlikte cennet yurdumuza ürünümüze kendimize aklımıza fikrimize tüm
değerlerimize sahip çıkmalıyız...
sağolasın varolasın Saadet'im iyi ki varsın teşekkürlerim hayata kattığın erdemli sevgi yürekli, karanlıklara ışık olan eşsiz cümle güzelliklere..:)
sevgim saygımla hep selamlar..
Sabiha KÜÇÜKTÜFEKÇİ tarafından 1/15/2012 9:44:01 PM zamanında düzenlenmiştir.
Saadet Ün
Öylesine güzel bir yorum paylaştın ki bizlerle; bilmediklerimi de bilmiş oldum sayende.
Her ne kadar yasaklı masaklı densede inanmıyorum. Bir tek bebek mamalarında bazı şeyleri yasakladılar... Onu da çok sonraları tabii ki...
Neler katılmıyor ki tükettiklerimize...
Geçenlerde hasta bebeğimiz için organik ürünlerin tüketilmesi gerek dedim de, aldığım cevap "Hani kaldı mı ki alalım"" oldu... Yani bile bile ve mecburen alıyoruz birçok şeyi...
Gerçekten çok hastamız var... Her türlüsü...
Rant... Zehiri üret, zerk et, sonra da ilacını sat...
Bu gidişe biri dur demeli diyeceğim ama boş... Dünya ellerinde bu sektörlerin...
Bilgilendirici yorumuna tekrar tekrar teşekkürler.
Sevgilerimle
Sabiha KÜÇÜKTÜFEKÇİ
“Her insanın nasıl kanı, DNA’sı ve parmak izi kendine özel ise sindirim sistemi ve kanı da tekildir.” ifadesini kullanarak kan gruplarının insanların beslenmelerindeki önemine dikkat çekti: “Bütün dünyada kişilerin kan (mizaçlarına) gruplarına uygun beslenmeleri halinde şişmanlık ve hastalık problemlerinden kurtulacakları savunulmaktadır. Geleneksel tıp daha da ileri giderek her insanın kendine özgü sindirim sistemi ve enzimleri olduğu bilgisinden hareketle kişiye özel beslenme programları önermektedir"
“Beslenme, besin maddelerinin mizaç olarak, vücut yapısına benzer hale gelmesi ve böylece dokulardaki günlük yıpranma ve yırtılmaların, tamire uygun hale gelecek ve düzeltilecek şekilde değişmesidir. “ diyen Bulut, bu konunun Kur’an’da da çok geçtiğini vurgulayarak
“Kur’an’ı Kerim’e yiyecekler içecekler açısından bakıldığında, görülecektir ki iman dahil insanın tüm saadet ve şekavetleri, iyilik ve kötülükleri, daha doğrusu hak edişleri yedikleri içtikleri üzerinden aktarılıyor.” dedi."
İNSAN BAŞINA GELENLER HAKKINDA YEDİKLERİNE BAKSIN
Bulut, sözlerine şöyle devam etti: “İnsan bedendeki gıda ve faaliyet, zikir, fikir, huzur veya huzursuzluk ilişkilerini anladığında, Kur’an’ın helal ve haram yiyecekler konusunda neden bu kadar vurgu yaptığını da çözebiliyor.
Hemen hemen her surede mutlak manada Allah sözü getirip gıdaya ve onun neticelerine dayandırıyor.
Çünkü bugünün inanan insanları bu ayetleri daha çok helal-haramlar boyutuyla değerlendirse de kastedilen mana, helaller haramlar konusundan çok daha kapsamlıdır.
Çünkü yediklerimiz ve içtiklerimiz bizden doğacak eylem ve fikirleri de etkiliyor. O fikir ve eylemler ya bizi cennete layık
(huzurlu, sağlıklı, başarılı, yaşamından lezzet alan ve böylece Allah’ından razı) bir kul
veya cehenneme layık
(hastalıklar, sıkıntılar, inançsızlıklar ve müptelalıklarla vücudunu içinde yaşanılmaz bir hale getirmiş, ömrü kahırla geçen, bezgin, huzursuz ve adeta ölmeden cehennemi yaşayan, içten içe yanan) bir odun haline getiriyor.
Bu yüzden insan başına gelenler konusunda sık sık dönüp yediklerine, içtiklerine bakmalı ki bunların keyfi bir takdir değil, bir hak ediş meselesi olduğunu da kavrayabilsin.“ alıntı..
beslenme her canlının yaşam kaynağı dolayısıyla çok önemli bir konu ve ülkemiz her yönüyle iştah kabartan bir cennet.. ve her sorunun kaynağı da çözümü de bizleriz yeter ki bilinçli akılcı sevgi dolu olalım evelallah her sorunun üstesinden gelir cehennemi cennet ederiz...:)
çok önemli bir konuyu işleyerek toplumu bilinçlendirdiğin için gönül dolusu teşekkürler Saadet'im sevgilerimle..:)
Merhaba arkadaşım. Torununa çok geçmiş olsun der, acil şifalar dilerim. Bizde 8 senelik kanserle savaştan sonra eşimin yeğenini kaybettik. Seni çok iyi anlayanlardan biriyim.Allah senin torununu bir an önce kurtarsın ve uzun sağlıklı ömürler versin. Ne yazık ki ülkemiz tarım ve hayvancılıkla geçinebilen ender ülkelerden biriydi.O lüksümüz blie elimizden alındı. Ben hatırlıyorum dolaplar şimdiki gibi soğutmazken bile annemin pazardan aldığı sebzeler bir hafta tazeliğini korurdu mis gibide kokarlardı. Şimdi ise en iyi buz dolaplarında bile ömürleri bir gün.Kokuları bile farklı. Bu konuda nesil olarak bizler yine şanslıyız. Ya çocuklarımız, ya onların çocukları, onların hiç şansları yok ne yazık ki...
Ayrıca Emine hanımın dediklerine birebir katılıyorum. Sevgilerimle...
Saadet Ün
İnşaallah torunum iyileşir. Rabbim anasına babasına acısını göstermesin...
Dua ve dileklerin için de çok teşekkür ediyorum. Sağ olasın var olasın.
Tel dolapları vardı. Ve orada muhafaza ederdi yiyeceklerimizi büyüklerimiz. Ve aynen dediğiniz gibiydi her şey... Ömürleri uzun, tatları yerinde ve sağlıklı...
Şimdi istesek de bulamıyoruz hormonsuzunu... Daha daha neleri tüketiyoruz kim bilir...
Rabbim sonumuzu hayrettisn...
Sevgilerimle.
sevgili Saadet, öncelikle torununuza geçmiş olsun der, acil şifalar dilerim. Yazı konusu, hepimizi derinden ilgilendiren bir konu. Başka milletler tarafından yavaş yavaş nasıl yok edildiğimizin açıkça anlatıldığı bir konu. Bir milleti illaki silahla yok etmek gerekmiyor. İşte böyle, kendilerine bağımlı hale getirmekle, tohumların genlerini bozup çeşitli hastalıkları ülkemize yaymakla da bizi yavaş yavaş yok ediyorlar. Ne yazık ki, duyarlı vatandaş çok az. Nereye gittiğimizin farkında bile değiliz. Tohumu olmayan bir millet, ileride açlığa ve hastalıklara gebedir.
Eline yüreğine sağlık. Tam puan.
sevgilerimle...
Saadet Ün
İnşaallah iyileşir...
Hastanelerde yer kalmamış artık. Biri geliyor biri gidiyor; tedavisi devam edenler, yeni tanılar...
Boşuna bu toplum bu kadar çok hastalıklı olmadı elbet...
Ama iyi çalışıyor sağlık ve gıda sektörleri...
Ve tüketici olarak da bizler de çok iyi çalışıyoruz...
Ama katkı maddelerinin falan yaptığı bağımlılıkları, haz bağımlısı yapmalarıyla da tüketicileri suçlayamıyorum. Uyuşturucu gibi bir şey bu...
Yedikçe yiyesi geliyor insanların...
Çark dönsün diye kimsenin de sesi çıkmıyor... Sesi çıkanlarsa bir avuç insan... Onlar da yarın bir gün susmak zorunda kalacaklar...
Yüreğin dert görmesin.
Sağlık, huzur ve mutlulukla... Sevgiler.