- 1232 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
KABRİSTAN'DAN TELEFON
KABRİSTAN’DAN TELEFON
Acı acı çalan telefon ziline uyandı Şükriye Hanım. Kendisini toparlamaya çalışıyordu.
İki gündür şiddetli migrenden yatıyordu. İyice bitap düşmüştü. Başı hala bir kütük gibiydi. Çalan zil beyninde yankılanıp ekşimesi yüzüne yansıyordu.
Ahizeyi kaldırıp hemen başından savacaktı arayanı. Telefona uzandı ve “ Buyurun” dedi.
_ Nasılsın Şükriye?
_ Migrenim var. İyi değilim de sizi tanıyamadım.
_ Unuttun tabii.
_ Çok rahatsızım. Lütfen.
_ Ekrana baksana. Telefonun göstermiyor mu?
Şükriye Hanım başını zoraki yana çevirip, ekrana baktı.
Bir anda çarpılmış gibi panikledi. Yirmi yaşlarında bir delikanlı ona bakıyordu.
Telefonun ekranındaki delikanlıyı hatırlamıştı.
Yıllar önce ölen abiyi sinin arkadaşı ve kendi köylüsüydü.
Şükriye’nin babası kendisini namaz kılmadığı için bu gence vermemişti. O da kahredip oraları terk etmişti. Ölünceye kadar da gören ve izine rastlayan olmamıştı.
_ Ömer! Ama sen öldün. De. Değil mi?
_ “ Ya gezen bir ölü, yahut gömülen bir diriyim;
Mumyadır, canlı da, cansız da, bu kabristanda.
Gömdüler ruhumu yüz bir sene mahkûmu gibi;
Cismim ayrılsa da ruhum kalacak zindanda.”
Korku içinde telefonu kapattı. Başı ağrıdan çatlıyordu ve bayılmak üzereydi.
Bir ölüden, gençlikteki hayranı hatta sevdiğinden görüntülü telefon almıştı.
Yatağın içinde titriyor ve olayları anlamaya çabalıyordu.
Odası iyice karanlıktı. Şiddetli ağrı ve birçok düşünce ile uykuya daldı.
Sağ kaşının üzerinden öpen bir çift dudağın sıcaklığı ile irkilip, uyandı.
_ Ö. Ömer! YO! YO! YO!.
_ Korkma ne olur. Ben sana zarar verir miyim hiç?
_ Ama sen ölmüş olmalısın. Hem de gencecik kalmışsın.
_ Emin ol; siz de hayat süren leşlersiniz. Sana yardıma, acılarını dindirmeye geldim.
_ Yoksa beni sen mi götüreceksin? Ölüyor muyum?
_ Daha çok zamanın var. Ben Ömer’im, Azrail değil.
Yavaşça uzanıp sağ eli ile Şükriye Hanım’ın başını ve yanaklarını sıvazladı. “ Şimdi ağrıların geçecek” dedi ama Şükriye kendinden geçmek üzereydi.
_ “Bu kırmızı tomurcuk gülü unutma. Ayrıca, kasanın anahtarı da dolabın sağından arkaya düşerken sıkıştı. Dolabı çekimce yere düşecek ve bulacaksın. Haydi, Allah’a emanet ol.”
Derin bir uykudan uyanan Şükriye Hanımın ağrıları dinmişti.
Akşamki rüya ve telefonu anlamaya çabalıyordu. Telefon da rüya olmalıydı. Tam inanmaya başlamıştı ki yastığının yanındaki kırmızı tomurcuk gülü gördü.
_ Anne. Anneciğim. Anneler günün kutlu olsun.
_ Canım oğlum. Teşekkür ederim.
_ Gece seni öpüp gülü buraya bıraktım. Duymadın.
Şükriye Hanım; zihninin oynadığı oyunlara şimdi mana verebiliyordu. Her şey aydınlanmıştı. Baş ağrısı da kendiliğinden geçmiş olmalıydı.
_ Anahtar!
Hadi canım edasıyla dolabı beri çekti Şükriye Hanım.
Bir metalin zemine çarpıp çıkardığı sesle bir kere daha irkildi. Eğilip anahtarı aldı.
Anahtarın düştüğü yerde bir kâğıda yazılmış üç kıtalık şiir vardı. Kimin kime yazdığı belli değildi. Okumaya başladı:
Bir bakış bir gönül sırrından ince.
Sandım, bu bakışta biraz ben varım;
Bir mermer altına kalbim girince
Ben de sen geçerken öyle bakarım.
Son zevke eren kim bu yeryüzünde?
Kim var ki hayata karşı ah etmez?
Sayısız güzellik dağlarda günde
Birini sevmeye bir ömür yetmez!
Hayatın şiirine göynüm kanmadan
Karacaahmet’e göçerse yârim,
Benden bir an bile fazla yaşayan
Herkese diş biler, ölüm dilerim!
( F.N. Çamlıbel)
Yazılan bu şiirin de makul bir izahı olmalıydı. Ahiretten telefon ya da şiir gelecek değildi ya.
Hem; seven terk eder miydi?
Sevdiğin söz konusu ise; Gerçek sevgi terk edebilmektir.
Aksi ise bencilliktir.
Acaba soyut mu kıymetliydi somut?
Belki de birlikte daha anlamlıydılar.
YORUMLAR
Kıymetli Engin Tatlıtürk Bey;
Güzel yazınızı okudum; Ben de çok beğendim.
Hemen şunu belirtmeliyim: Anlatımınız çok güzel; hem akıcı, hem de inandırıcı..
Lâkin; Sizde olması îcâbeden harflere "şapka" koymayı ihmâl etmişsiniz.
Rahmetli Çamlıbel; "yârim" kelimesini, "yarim" şeklinde yazmamışsa, bu işâreti bizler de ihmâl etmeyeceğiz.
Meselâ; "hala" demişsiniz; "hala, babanın kız kardeşine denilir. Hâlbûki Siz o kelimeyi "hâlâ" kelimesi niyetiyle yazmışsınız; amma olmamış.. olmaz da..
Yine meselâ: "Bîtab" kelimesi Farsçadır. Amma o kelimeyi Siz, "bitap" şeklinde yamışsınız.
Tek tek kelimelerin üzerinde duracak değilim. Uzun lâfın kısası; ihtiyaç olan her harfe şapkalarını
takalım; "şapka işi eskidenmiş, canıım.." demeyelim. Meselâ "i" harfini "ı" harfi olarak yazıp; bir tenkit eden olduğu zaman da: "O eskidenmiş, canım.." diyebiliyor muyuz? Hayır; diyemiyoruz; dememeliyiz de.. "-"İ" harfinin "noktası" ne ise; "düzeltme işâreti" de odur.
Sevgilerimi sınarım.
TTK.
Engin Tatlıtürk
Diğer bütün ziyaretçilerim gibi yazıma zaman ayırmanız bana şeref verdi. Çok kıymetli uyarınıza da ayrıca teşekkürler.
Zamanı geçen biziz üstadım.
Sevgi ve selamlar.
Allah'a emanet olunuz.