- 1031 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İHANET
Gözlerimi gözlerinden kaçırmaya çalışırken dönüp dolaşıp gözlerim yine gözlerine takılıyordu. Kahverengi gözlerinde gözlerimi görmek niyetinde bir o kadar da başım önümde yavaş adımlarla ona gitme hayali kuruyor olduğum yerde kalıyordum. Etrafımda onca insan varken niçin onun gözleri beni cezbediyordu bir türlü anlam veremiyordum.
Elim ayağım birbirine dolaşırdı onu görünce yüreğimin sesinden çalan müzikleri duyamaz olurdum.
Sesini duyduğum anda kuşların cıvıltısı kesilir, yaşam perdesi aralanır aşkım dile gelmeden yüreğim telaşa kapılırdı o an öleceğim sanırdım.
Herkes gözlerimi beğenirken ayna bile mutlu etmezdi beni onun gözlerini gördüğüm kadar…
Güldüğünde ağlamaktan nefret ederdim. Sesler duyardım başka başka anlamsız, her biri birbirinden bağımsız belirsiz…
Onun sesinin yanında hiç kalırdı hepsi. Ve bir gün;
“Ne zamana kadar kaçacaksın benden?” dedi.
O anda neye uğradığımı şaşırdım. “Kaçtığım yok, bunu da nereden çıkardın?” diye yanıt verseydim, bunun yalan olduğunu ikimiz de bilerek küçük düştüğüm o ânın belirsizliğinde kayboluverirdik.
“Pardon, bana mı söylediniz?” diye yanıt verseydim “Aptal numarasına yatma…” derdi.
Her iki durumda da yerin yedi kat dibinde kendime yer bulurdum.
Hiçbir yanıt vermeden arkadaşlarımla birlikte okul kantininden çıktık. Bu sefer de arkamdan seslenip “Ben de seni seviyorum!” dedi.
O anda özgüveninden yolunu şaşırmış bir deli gibi göründü gözüme. Arkama dönerek,
“Kendini ne sanıyorsun?” diye bağırdım. Okulda herkes bize bakıyordu çembere alınmış gibiydik.
“Şimdi dönüp baktığına göre az önce söylediğimi de duyacak kadar aklın başındaymış demek ki…” deyip gülümserken dünyada güzel sandığım her şeyin yanılgı olduğunu hissettiriyordu.
“Sendeki şu özgüveni kazana atıp kaynatmalı bu ne cüret!” deyip sağ elimi havaya kaldırırken,
“Elin titriyor küçük hanım…” deyip elimi tuttuğu anda kahverengi gözlerinin büyüsünde yolunu kaybetmiş bir çocuk gibiydim.
Bir yanım delice sarılma isteğindeyken diğer yanım bu kadar çabuk pes etmemem gerektiğini söylüyordu. Hem aşk dediğimiz şey, böyle bir şey miydi?
Gözlerinde kaybolduğum o anlarda arkadaşlarımızın ıslık çalıp alkış tutmaları büyünün içinden beni çekip çıkarmaya yetmişti. Kantinde Mustafa Ceceli’nin Eksik şarkısı çalıyordu.
“Bu şarkıyı çok severim biliyor musun, bu şarkının ikimizin şarkısı olmasını ister misin? İnan yalan değil bu söylediklerim, seni seviyorum…” dediği anda gözlerimden yaşlar süzülüyordu.
Dondurucu bir soğuk vardı ve kar alarmı verilmişti. Biz deli olmalıydık! Gözlerinde gözlerimin ne işi vardı, ellerinde ellerim neden bu kadar terliyordu?
“Ben… Ben ne söyleyeceğimi bilemiyorum her şey çok ani oldu.”
“Ani olan ne? Aşk mı? Aşkın ne zaman yıllar yılı bekleyip sonradan içinde gerekli gereksiz sözcükleri fısıldadığını hissettin ki? Seni Seviyorum hem de gördüğüm o ilk günden beri… Okulun ilk gününü hatırlar mısın? Merdivenlerde düşmüştün ve herkes seninle alay ederken yine ben yardım etmiştim. Teşekkür edip bana baktığın o anda, işte tam o anda başlamıştı içimde her şey… Sende de var aynı hisler, bunu gizleyip aşkımızı erteleme.”
Ertelemek isteyen kimdi ki? Aynı hisleri delicesine, ölürcesine ben de hissediyordum.
Hiçbir şey söylemeyip ona sarıldığımda kantinin ortasında alkış tufanı koptu.
Sonraki günlerde iki deli sevdalı gibiydik. Ta ki ondaki benin, gerçek benden az olduğunu hissettiğim o anlara kadar…
Telefonlarıma geç cevap verir oldu, mesajlarımın birçoğu yanıtsız kalıyordu. Nedenini anlayamadığım bir şekilde uzaklaşmıştı benden… Hâlbuki aşkımız başlarken bunları sığdırmamıştık aşk dolu kitabımıza. Bir gün onu merak edip evine gittiğimde kapıyı başka bir kadın açtı.
Saf numarasına yatıp “Akrabası olabilir, o benden başkasını sevemez ki! Bana bunu yapmaz ki…” demek isterdim. Ama diyemedim, her şey ortadaydı.
Kapıya gelip beni gördüğünde anlamsız cümlelerle teselli ikramiyesi sunarcasına o vurulduğum gözlerinin yalanına beni çekmeye çalışıyordu. “Senden nefret ediyorum…” desem diyemezdim. Sevdiğimi bile bir çırpıda söyleyememiştim ki… “Bana bunu nasıl yaptın?” desem benim gibi aldatılan nice genç kıza hakaret etmiş gibi hissederdim onların suçu neydi ki?
Yine hiçbir şey söylemedim susuşlarımın bedeli olarak ödediğim tek şey şu anda bunları hasta yatağımda yazıyor oluşumdur. Okul bitemedi o da bitemedi. Sonunda aşkın bedeli beni de vurdu.
Ne zaman ellerini uzatan birini görsem kaçarım o ellerden, gitmez ellerim uzanan ellere…
Onu da görmedim bir daha gönlümün durağından başka bir yerde. Duydum ki evlenmiş sadece, sadece duyduğum buydu ve yaralanmama sebepti işte.
İnsanlar iki kere ölmezler ki… Bir kere öldükten sonra bir ikincisinin olmayacağını öğretmişti annem babam… Ben aşk hastalığına yakalanmış solmuş bir çiçeğim.
Nerede kahverengi bir renk görsem yüreğimden kusar acılarımın şerbeti…
“Dur orada aşk! Sen bana yanlış yaptın” bile diyemedim. Aşk doğru, insan yanlıştı. Her sevene öyle kolayca bağlanılmamalıydı. Buruşturup attım ondan kalma fotoğraflarımı, her birinde aşka ve ona selam etmiş gülücüklerim vardı, bazılarını yaktım. Alevler ortasında kaldım tıpkı onlar gibi…
Anladım ki kalan olmak zorlarmış hayatı ve hasreti… Kaldığım yerden adım atamayışlarım bundan olsa gerek… Hangi şifalı ot iyileştirir beni, hangi ilaç deva olur bitmek bilmez yaralarıma?
Aşk bulaştı damarlarıma…
“Sus ve dinle sevgili… Yaramazdın işe yaramazdın. Vurduğun yüreğimin ayarsızıydın.
Sızımdın… Yeni bir aşkın filizlenmişliğinde öldürdüğün o aşkın izleri kalmadan yaşayacağını mı sandın? Bir de sevgili diyorum sana hâlâ öyle mi? Ağız alışkanlığım sevgilim…
Ağız alışkanlığım… Çek hayalinin gözlerini, bir daha görürsem alnının ortasından hiç acımadan vururum seni!”
Aldatmış aşkların, aldatılmışlığında; aşk, insan, mağdur insan üçgenini yaratmanın vermiş olduğu derin acılarla örülmüş gönül ağlarında kimin suçlu olduğu mühim değildir.
Mühim olan aldığımız yaranın sonucu ne olursa olsun yeniden ayağa kalkabilmemizdir.
Dilara AKSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.