5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2549
Okunma
Düşünce özgürdür; ama düşünce dile gelmediği ve yazıya dökülmediği sürece özgürdür…
Düşünce bu, ister istemez dolaşıp duruyor insanın kafasının içinde bir o yana bir bu yana... Tavuk değil ki kışlayasın gitsin; ayakkabı değil ki çıkarınca çıksın aklınızdan da bin bir türlü düşünce. Tam da bu anlamda başım dertte diyorum hayli zamandır; çoğu zaman da elime bir sopa alıp kafamın içinde dolaşan düşünceleri bir güzel dövesim geliyor düşünce özgürlüğünün nelere mal olabileceğini düşündükçe…
“Ya git işine kızım!” diyorum, içimdeki ses “Hadi yaz!” dedikçe ve dürttükçe şeytan misali…
Euzübillahimineşşeytanirracim!
Son günlerde en çok aklıma ordu takılıyor ve başlıyorum kendimce -karınca kararınca bilgim ve izlenimim dâhilinde- fikirler üretmeye; fikirlerimle cebelleşip kimi zaman “Hayır, olamaz!” kimi zaman da “Olur olur, bal gibi olur! Olmalı da…” demeye.
Ah! Ne kötü şeydir fikirlerin çatışması ve beynimi adımlayıp durması…
Hani “Fikrin neyse zikrin de o olur” denir ya; tövbe billâh öyle bir şey de değildir bu bendeki akla ziyan hâl…
Fikir-zikir mi kaldık ki bunca telâşe, bunca kargaşa ve bunca vaveyla karşısında!
Bilindiği, görüldüğü ve idrak edildiği üzere son bir yıldır televizyon ekranlarında sıkça karşımıza çıkan zanlılar, ordu mensupları… Hâl böyle olunca da ister istemez “Demek ki bugüne kadar ülkenin başına ne gelmişse ordu yüzünden gelmiş” deyiveriyorum ve ekliyorum:
“Sen neymişsin be ordu!”
Sonra 12 Eylül 1980 Darbesi geçip oturuyor aklımın bir köşesine; ardından da kayınbabam…
Ben Atatürk hayranıydım, kayınbabamsa Kenan Evren…
Kore Gazisi olması sebebiyle de pek gurur duyardı orduyla, dolayısıyla da dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le… Ondan söz ederken sesi titrer; gözleri yaşarır; gururla ve heyecanla anlatıp dururdu onu.
O zamanlar bilmezdim de darbenin ne olduğunu ve dışarıda neler olup bittiğini. Gündem sözcümüz kayınbabamdı ve o ne anlatırsa, ne kadarını anlatırsa o kadarı yetiyordu hem bana hem de hane halkına. Ama hiç anlatmamıştı insanların mahpuslara atıldığını, işkence gördüğünü ve de öldüğünü… Açıkçası, anlatsaydı da pek umurumuzda olmazdı; çünkü neyin ne olduğunu bilmezdim ve bilmezdi de hane halkı. Bizlere, aşımızın pişmesi, evimizin huzuru yeterdi de artardı bile. Hem gerek de yoktu zaten vatanın, millettin derdini dinlemeye, kahırlanmaya…
Aslında şimdi de aşımın ve huzurumun derdindeyim. Hele de huzurumun…
Ama ne mümkün!
Yok, illa ki düşüneceğim vatanı da milleti de! İlla ki kahra bürüneceğim gördükçe, duydukça ülkemin hâlini ahvalini…
Of offf!
Of ki ne of…
Sahi, ben niye hiç sormadım kayınbabama“Kore’de ne işin vardı?” diye. Hem sorsaydım da diyeceği belliydi zaten; “Vatan için kızım! Vatan için…”
Bazen düşünüyorum da, rahmetli kayınbabam sağ olsaydı da sorsaydım ona bu günler hakkında ne düşündüğünü. Ne cevap verirdi acaba?
Aslında beynimde dolaşan şu hin fikirler, bana hiç de “Vatan için…” demiyor…
Öyle ya, vatan için olsaydı hiç akar mıydı onca kan vatan toprağına ve onca gözyaşı acılar üstüne. Hem hiç birbirini yer miydi dündekiler, bugündekiler; düşerler miydi koltuk derdine ve çekerler miydi ki birbirlerinin ipini?
Ne ölçü ama!..
Ordu, bu kadar çok mu suçlu?
İyi, hoş da, yok mu hiç o dönemin sivil yönetimlerinin de bir suçu?
Sivil yönetimler sütten çıkmış ak kaşık mıydılar yoksa?
Hiç saman altından su yürütmemiş, ülkenin geldiği noktaya, kötü durumlara sebep olmamışlar mı?
Allah var, kimsenin de sesi soluğu çıkmıyor hani…
Dünya bir kazan ve bu kazanın altına odunları atıp atıp ateşleyenler var…
Dünya, ülke ülkedir ve her ülkenin kendini koruması için (istisnalar hariç) bir ordusu var.
Ve dünya kazan iken, bir orduyu dünya ülkelerine karşı bu kadar çok olumsuz göstermeye ne gerek var?
Ah, elbette alkışlayanlar olacaktır ve de pohpohlayanlar!
Oysa dünyanın anasını ağlatanlar ve her dem “İnsan Hakları!”, “Özgürlük!” diye diye çığırtkanlık yapanlar ortada değil mi? Hem hak hukukları, demokrasileri de ortada…
Melek mübarekler, melek! Bir tek kanatları eksik…
Ah, pardon! Kanatları eksik olur mu hiç, onların çelik kanatları varken ve hop oraya hop buraya konarken…
Hay Allah!
Bakın işte, yazdıklarımı okurken şahit oldunuz yine sevgili aklımın dengesiz, gel-git’li hâllerine!
Karıştı yine kafam, karıştı. Ama hep şu beynimi adımlayıp duran düşünceler yüzündendir tüm bu karışıklıklar ve benim hiç mi hiç suçum yoktur.
Galiba ben de sütten çıkmış ak kaşığım…
Hem karıştı da yazdıklarım birbirine ki, çık içinden çıkabilirsen!
Ordu dedim, sivil dedim ve sonra hoppp diye geçiriverdim konuyu çelik kanatlı meleklere… Oysa “Euzübillahimineşşeytanirracim!” de demiştim…
Pardon, nerde kalmıştım?
Unuttum gitti işte!
“Düşünce özgürdür” mü demiştim yoksa?
Eğer öyle demişsem, halt etmişim!
Düşünce özgür olur mu hiç? Öyle akla gelen her şey dile düşürülür, yazılır mı?
Açıkçası ben, ne dile düşürürüm ne de yazarım aklıma düşenleri ve şeytanın dürttüklerini…
Neme lazım!
Hem, bir şey mir şey olur; ağrımayan başım ağrır falan…
En iyisi susmalı ve “Her şey çok güzel!” demeli; “Her şey yolunda” der gibi…
Saadet Ün-12.01.2012