ÖZGÜR DENİZ
Ardı ardına yüzümü parçalayan rüzgârın tokatlarını yiyerek yürüdüm lağım suları sokaklara akan, aktıkça buz tutan şehirde. Her zaman para attığım dilenci yerinde yok bu akşam, birkaç madeni para için bu soğuğa katlanmadı galiba. Oysa yılın dört mevsimi buz gibi olan işime her gün gidiyorum benim de ihtiyaçlarımı karşılayan birkaç madeni para için. Sonra her gün yaptığım gibi kendime kızdım, neden şehirden bu kadar uzak bir yerde oturduğum için. Oysa bu eve bu şehre ne umutlarla gelmiştim. Kalabalığında ve karanlığında boğulacağım çok insan olmayacaktı, yoldan geçerken selam vermek zorunda olduğum mahalle sakinleri, sofrayı camdan silkelediğim için kızan komşularım da. Çoğu boş arsalarla dolu olan yolun sol tarafında ki evime vardım bunları düşünürken. Bu sabah o kadar acele çıkmıştım ki kedilerime mama vermeyi bile unuttum. Kapıyı temkinli açtım açlıktan vahşileşip bana saldıracaklarını düşündüm bir an, kapının sesini duyunca hemen çıktılar açlıktan yorgun düşüp yattıkları yerlerden. Yemek beklentisi ile yüzüme baktılar o çaresiz beklenti bakışları. Artık gücümün tükendiği ve insanlardan yardım beklediğim bakışlarımdı bunlar. Onlara hemen bir şeyler verdim. Mutfağa yöneldim neyse ki geceden kalma yemek artıklarıyla da olsa beslenmişler. Anlaşılan onların bakışları benimkiler kadar çaresiz değildi.
Kül tablasından taşan izmaritleri döktüm. Mutfak oldukça kirli ama son temiz bardak ve tabağa kadar yıkamayacağım. Kül tablasını alıp solana geçtim. Televizyonda yeni seçim haberleri, tüylerim diken diken oldu oturduğum yerde birkaç ev olmasına rağmen susmayan seçim arabaları furyası başladı gene. Canımı çok sıktı bu haber kapattım televizyonu. Onu kapatır kapatmaz kitaplığa çarptı bakışlarım. Bundan on beş yıl önce nerdeyse bulduğum bütün şiirleri okudum sanki ilk defa şiiri ben keşfetmiştim. Şiirlere saldırdım, bir gün aniden tiksindim şiirden tükettim hepsini. En sonunda bir gece ben bir şiir yazdım bu benim ilk ve son şiirim olmuştu, Parçalanan ve çürüyen bu evren de benim için okunabilir tek şiir buydu, çocukluğum, genç kızlığım, kadınlığım çürümüştü. Şiiri okudum ve bir kez daha en derine zihnimin karanlık mağaralarına daldım. Daha doğrusu çakıldım dibine. Sebepsiz sorgularımın hiç bitmediği hayatın dönencesine yapışmış alt dudağı sürekli sallanan küçük bir kız. Amaçsız, anlamsız hayatta gökyüzüne tutunarak yaşama çabasıydı çocukluğum. Gökyüzü o engin deniz… O ben olan ben o olan. Engelsiz, dağsız manzaralarda birbirimize karıştığımız yer Deniz ve gökyüzü. Asker, kuralcı bir babanın kızı Deniz, despot bir ailenin konuşmasına bile izin verilmeyen kızı. Her konuşma çabamın öfke ve darpla susturulmaya çalışılması. Özgürlüğün anlamını bir türlü öğrenemedim ve içimdeki boşluk daha da büyüdü
Tutsaklıktan…
İçimde kocaman bir boşluk vardı ailemin bıraktığı boşluğu kitaplarla, filmlerle doldurmaya çalıştım. Gıkımı bile çıkartamadığım ev cehenneminden kendimi düşsel âlemimle sıyırabiliyordum
Ve aşkı anlama çabalarım. Aşk bir deprem gibiydi, her seferinde sallayan korkutan ve acı veren. Her seferinde aşkın o devasa ellerinde ezilip büzülürken ağladım. Anlamadım aşk acı mıydı? yoksa mutluluk mu? İçimde kocaman bir boşluk vardı ve ne koydumsa hiç dolmadı. En çokta aşk koymaya çalıştım. Sonra bir baktım aşkın bağımlısı oldum, aşksız yaşayamaz oldum. Hem acı çekip hem acılarımı dindirdim aşkın mavi kanatlarına sarılıp. Gökyüzüne baktım güneşi sevdim, geceye baktım aya âşık oldum. Arada birilerini seveyim dedim ama kahroldum kendimi tanımadan attığım bu denizde.
İlk aşk hiç tanımadığım birine içten içe 4 yıl sürmüştü… O zaman inançlıydım çok dua ederdim. Bulduğum her duaya sarılıp Tanrıdan dilek diledim ama yine en çok aşk üstüne. Tanımadığım adamı bulmak için. Dört yapraklı yoncalar arayıp buldum kopartırken de yine aşk diledim. Ve hep âşık gezdim günlerce… Sadece şahıslar sorunsallaştı. Çünkü aradığım aşk bulunmaz Tanrı öyle bir aşkı daha önce hiç yaratmamıştı.
Günlerce daha neye ve kime olduğumu bilmeden daha ne kendimi ne aşkı tanımadan yolumu saatlerce uzatıp karşılaşma ihtimalimin olduğu sokaklardan geçtim. Aynı markete girme ihtimalimizin olduğu marketlere girdim. Sonuç ise kocaman bir hiçti. Genç kızlık yıllarında âşık oldum aslında aşk hep kalbimdeydi sadece onu somutlaştıracak birilerini arıyordum. Gözlerim kör olmuştu onun sesinden başka kimsenin sesini duyamıyordum kendi sesimi bile. Sevgisine teslim olmak istedim bu kurtuluştu sanki. Duvarların renginin olmadığı koyu mavi perdeli, karanlık bir odada teslim ettim kendimi. En büyük acı o zaman başladı. Ne yaptım ben? Bu yüz benim mi? Aileme ne yaptım? Tanrıya ne yaptım? Kimse beni affetmeyecek ben kendimi affedemezken. Teslimiyet yanlış insanaymış çünkü. Gençliğin tecrübesizliğinden faydalanan bencil, sömüren biri ile tanışmak… Ve onun, içindeki beni tüketmesine izin vermek. Gitmek istediğimde çok tehdit aldım. Ayrılığı ölümle süsleyecekmiş O adam. Mavi perdeli odayı anlattım anaya babaya. Kıyametin koptuğu andı. Güneş o sabah tersten doğdu. Dağlar yerle bir oldu. Küçüldükçe küçüldüm küçüldükçe küçüldüm hiç kadar kaldım… Ben olmayı öğrenememişken daha bensiz kalmıştım. Sonra uzun bir süre iğrendim herkesten en başta kendimden. İletişimden uzak yalnızlığıma gömüldüm gene. Üniversite sınavlarına hazırlandım. O anki kurtuluşum için. Okuduğum seneler taşıdığım yükün yanında okuyabilmek için birde iş ekledim. Bir pizzacı da çalışmaya başladım. Artık aşkı susturmuştum. Ağzına taş sokmuştum. Konuştukça dişleri kırılıyordu aşkın. Bu monotonluğun içinde devam ederken bir kaç sene sonra evleneceğim adamı fark ettim aynı yerde çalışıyorduk. Meleğim olmuştu ona bulunduğum durumu, içimi rahatça döktüm. Aşk taşı tükürmüş kırık dökük dişleri ile gene konuşmaya, beni kandırmaya başlamıştı.
Ona melek dedim ilk önce. ‘Ben kurtarırım seni.’ dedi melek.’Peşime düş. Seni, o hiç göremediğin cennete ben götüreceğim ve hep orada mutlu olacaksın.’ Düştüm peşine meleğin. Bana göre mi bu melek, tatmin eder mi ruhumu diye düşünmeden. Sadece kurtulmak için sömüren aşklardan… Ama temel eğriyse üstte çıkılan katlarda sallanırmış ya o da sallandı Hata üstüne hata.
Evlendim işte temizlik bunun adı, toplumsal namus temizliği. Zaman geçti yok dedim bu hatalı, yıkılacak eninde sonunda, sakın çocuk yapma tükenecek bir aşka. Yapmadım. Ayrı bir dünyanın meleğiydi adam, egoları yüksek para hırsı peşinde. Her şeyin maddi bir değeri vardı onda. Oysa Denizin yoktu maddesel anlamları, varsa da bu kadar büyük değildi.
Bir yandan okuldan sonra başladığım o ağır işin yükü, bir yandan evdeki uyumsuzluk. 7 yıl dayandı ruhum. Hem evdeki ayrı dünyanın meleğine hem de gerçek dünyanın akıl almaz iş yüküne. Bir sabah kalktım ağlayarak yataktan. Dünya ne kadar anlamsız, yaşamak istemiyorum artık. Eli kolu kalkmaz olmuş gözleri bile gülemez olmuştum. Bana dünyayı getirseniz ve bir tarafa da ölüm koysanız ölümü seçerim dedim. Her gece ölmek için dua etmeye başladım. Boşandık ama bir daha hiç eskisi gibi olamadım. Günlerce ağlayarak uyandım, neye ağladığımı bilmeden. Arkadaşlarım canıma kıyarım korkusuyla hastaneye götürdüler. Doktor depresyon teşhisi koydu. Artık ne ruhum nede bedenim dayanabilmişti bu yüke. Kambur olmuştum ve sonunda ikiye çatlamıştı bedenim. Aylarca hayatın içinden çıkıp sadece etrafı seyrettim; koşuşturanları, çalışanları, sevenleri. Hiçbir şey ama hiçbir şey hissetmiyordum, ne acı ne keder ne umut ne sevgi sadece bedenler görüyorum tuhaf hareketleri olan suratlar düşünmüyorum da öylece saçma sapan bir şeye tutunuyordum; çalı çırpıya…
İlaçlarımı bıraktım ve düşündüm hatalarımı düşündüm. Sömüren adamı düşündüm, sahte kurtarıcı meleği, sonra ruhuma ters işimi. Bir anda karar verdim. Hepsini bıraktım. Söküp attım hayatımdan. Kendimi yeniden inşa etmek için sıfıra indim. Oluşturduğum bütün katları yıktım. Altında kaldım ezildim ama çıktım. Sonra fark ettim ki hayat kendin olmakmış hayat özgür olmakmış, daha çok okudum daha çok seyrettim, sevmediğim insanlarla mecburi iletişimleri kestim. Hayır demeyi öğrendim. İstediğini yapmayı istediğini yaşamayı öğrendim. Dünya yaşadığım an kadardı anın değerini öğrendim evime kediler aldım. Duygusu bana yakın. Zorlanmaya gelmeyen asil yaratıklar. O aciz acılı kadını götürüp hiç bilmediğim bir yere bıraktım. Karanlıklar da bile dimdik durmaya çalışan bir gerçekle tanıştım; içimdeki benle. Yalnız değildim artık ben vardım ve bu boyutu terk ettim. Kadın olmayı öğrendim ve nihayetinde insan olmayı…
Bir şiir beni nereye getirdi en baştan en sona sonra tekrar başa.
Korkunç bir kâbustan uyanır gibi irkildim telefonun çalması ile arayan Özgür’dü. Bütün bu düşüncelerden sıyrıldım,
-Alo. dedim.
-Deniz Nasılsın? Dedi.
Onun sesine o kadar ihtiyacım var ki Onun sesi içimdeki sesin enerjisi onun sesiyle ancak konuşabiliyorum. Beni ben hissettiren adam Deniz yerine hep Özgür diyen adam. Onunla daha hiç yüz yüze görüşmedim. Telefonda tanıştık ve ben onun ruhuna âşık oldum. Bir saate yakın telefonda konuştuk. Beni İstanbul’a davet etti. Sanırım içi boş bir davet değildi. Onu görmeyi çok istiyorum bu kusursuz ruhu ben mi ona giydirdim yoksa gerçekten kusursuz muydu? İşte bunun cevabını çok merak ediyorum. İçimi kemiren şeylerden oldum olası nefret ederim bu soru içimi kemiriyor. Etraf sessizleştikçe duvardaki saatin sesi evdeki gürültü olmaya başladı. Uykum gelmeye başladı. Yarın yapacaklarımı gözden geçirdim, haftanın yedi günü aşağı yukarı aynı şeyleri yapıyorum neyi unutabilirim ki acaba bu monotonluk da bir robot gibiyim zaten. Gene kül tablasının doldurdum bu akşam, yaklaşık 5 yıl önce sigara içmediğim dönemlerde sigara içen bir arkadaşımla evde otururken ona dönüp sigara üzerine şiirler yazmak istiyorum dedim. Arkadaşım sadece dönüp yüzüme baktı o kadar. Onun için pek bir anlam ifade etmedi galiba muhtemelen ergenlik döneminin özenti kişiliğiyle karar vermişti sigara içmeye. Artık zaman kavramının tamamen yok olduğu bir günde ondan tiksindiğim halde aldım içtim bir tane ilk başta canımı yaktı, ama devam ettim, bir nefes daha çektim taze olan ciğerlerim sızladı birden artık acıdan mı yoksa sigaradan mı onu tam olarak bilemiyorum. O kadar her şeyimi kaybetmiştim ki bir şeye bağlanmak istedim işte bu yüzden başladım sigaraya, sonra bana çok samimi gelmeye başladı. Sigarayı içmeden önceki heves ve arzu sonuna doğru yaklaşırken ağır ağır yanması ve sonda: son acı nefesler, sigaranın acı tarafı, geriye kalan tarafı. Bu bendim aslında her aşka dostluğa hevesle başlayışım ve çok geçmeden tükenişim. Bunları düşünerek gidip kül tablasını döktüm. Bu gece beynimi ve ruhumu çok yordum ikisi de bir an önce uyumamı ve kâbusun bitmesini istiyor. Onlarla hem fikirim. Yatak odasına geçtim soğuk ve dağınık yatağım da yatmak için kendime bir yer seçtim ve yattım.
Her zaman ki gibi bugünde işe gitmek istemiyorum ama açlıktan ölmemek için çalışmam lazım. Gene apar topar hazırlandım ve çıktım. Bugün dünden daha mutluyum çünkü kedilerime mama vermeyi unutmadım. Sabahın bu telaşlı hallerini seviyorum. Herkes kendi işinde gücünde insanlar en çok bu saatte zararsız oluyorlar sanırım. Boş muhabbetlerin olmadığı saatler. Her zaman ki simitçime uğradım. O ben gelmeden hazırlıyor sanırım içeri girer girmez uzatıyor elime poşeti. İlk başlarda sürekli ona gitmem de farklı sebepler arayıp benimle iletişime geçmeye çalıştı ama asık suratımdan sadece monotonluğumun bir parçası olduğunun farkına varıp sadece günaydın deyip poşeti uzatıyor artık. İşe gidip masama oturdum. Benim için hiçbir anlam ifade etmeyen saçma sapan kâğıtları prosedüre göre doldurup yerine bıraktım evet işte yaptığım sadece bu, birkaç kâğıt doldurup akşam olmasını beklemek ve sonraki gün bir sonra ki akşamı beklemek. Bu yıl yıllık iznimden çok az bir kısmını kullanmıştım. Müdürümün yanına gidip izin istedim aslında bana bin türlü bahane sürüp erteleyeceğini düşündüm ama beni çok şaşırttı ve kabul etti. Bir anda afalladım acaba ne yapacaktım ki tatilde günlerce evde mi oturacaktım bu soruları ‘Aslında Özgür’ün yanına gidebilirsin.’ cevabını duymak için soruyordum kendime. Sanırım bu cevabı aldım. Onun yanına gitmeliydim saatlerce yüzüne bakmalıydım. Peki, o benim yüzüme saatlerce bakacak mıydı? İş yerinde ki bir ayna da yüzüme baktım aslında üstümde ki kıyafetler hariç çok da kötü görünmüyordum. Gitmeden önce bir şeyler almam gerek. Akşamüstü birkaç mağazaya uğrayıp kıyafet seçtim. Eve geçer geçmez denedim işte mavi Deniz olmuştum. Telefona sarılıp Özgür’ü aradım. Yarın İstanbul’a geleceğim dedim. Sesindeki heyecan içimi rahatlattı.
Onun beni sevmesine benim için heyecanlanmasına ihtiyacım var sanırım. Yarın iyi görünmem için erken uyumam lazım peki ya kedilerimi ne yapacaktım. Birinin onlara bakması gerekiyordu. Onları tamamen unutmuştum. Telefonu tekrar elime alıp bir arkadaşımı aradım aslında bu adama tam olarak arkadaş denmezdi. Benden hoşlanan biri ona kaç kez olmayacağını söylesem de vazgeçmeyen adam. Ondan rica ettim o da seve seve kabul etti. Böyle yaparak yani bana yardım ederek ondan etkileneceğimi düşünüyor oysa onunla sadece arkadaş olabilirim beni heyecanlandıran hiçbir tarafı yok. Bu işi de halettim artık uyuyabilirim.
Erken uyandım içimde ki heyecan fazla uyumama izin vermedi. Akşam hazırladığım küçük el bavulunu alıp otogara doğru gittim. Arabaya bindim. Yol boyu neler yaşacağımı hayal ettim.
İndim otobüsten bekliyorum. Bugün ayın on sekizi az sonra gelecek. Başka bir yerde bekliyormuş beni onu gördüm. Beyaz bir araba, papatyalar gibi.
Havadan sudan konuşmalarla başlıyoruz. Yolculuk, neler yaptın? Nasılsın? Bir kafeye gidiyoruz. Oturduk. Ben yine bir şey yemiyorum. Heyecandan olsa gerek. Çay istiyor, bergamot aromalı. Bende bayılırım, hatta onsuz çay içemem. Kadın gitti geldi yokmuş. Ona, garip karanfilli bir çay getirdi, ben normal çay içiyorum. Derinlerime iniyor, sorgulamaya çalışıyor beni. Anlamak için mi yoksa dalga geçmek mi amacı kavramaya çalışıyorum. Çokta umurumda değil işin aslı yanında olmak keyif verici sigaram gibi. Dediğim gibi yaptım saatlerce yüzüne baktım. En çok gözleri ve elleri dikkatimi çekti ve arada başını diğer taraflara çevirdiğin de dikkatli bakınca belli olan kıvrık kirpikleri. Gözleri öyle ışıltılı ki Samanyolu geçiyordu sanki içinden ve aynı zamanda hüzünlü gece gibiydi. İnsanın baktıkça bakası geliyordu hatta ağlayası. Öyle bir özü vardı ki gözlerinin Allah’ı görmüş gibi. Öyle bir sızısı vardı ki Şeytanla yüzleşmiş gibi...
Hayallerimdeki adam bu mu yoksa daha önce de ona dediğim gibi, bir kıyafet mi giydirdim. Hayalimin kıyafetini. Bunun kararını eve dönerken vereceğim. Çiçeklerden açıyor lafı. Benim botanik bilgimi sorguluyor. Sanırım geçtim sınavı. Sonra dinden açılıyor konu. Hâlbuki ben din ve siyaset konuşmam prensip olarak. Diyorum ki Allah’a inanıyorum. Ama inanmak için ekstra bir şeylere ihtiyacım yok. Kitap, peygamber derken bir kitap geliyor aklıma, “Bilmiyorum” diyor. Olamaz ki bilmek zorunda. Benle dalga geçiyor olmalı. Israr ısrar. Gerçekten bilmiyormuş. Benim giyside ilk delik açıldı sanırım. Aklımda ki adamın bunu bilmesi gerekiyordu.
‘Özlem.’diyor. ‘Akrabam benim hadi ona gidelim.’ Gidelim nereye istersen ne fark eder ki. ‘Aya gidelim” de seninle ‘Gelirim.’ diyesim geliyor içimden.
Özlem alıyor bizi içeri... Özlem önceleri sadece ona bakarak konuşuyor ben yokmuşum gibi. Sanırım çabuk kaynaşamayan bir kız. Ne önemi var? Ben zaten kadınları çok sevmem. Çoğu kadının kendini aşamamışlığı, kıskançlıkları benim ruhumu rahatsız eder. Acizlikleri beni kusturur. Tespitim doğru.
Çocukluklarını anlatıyorlar. Özgür hayvanlara yaptığı eziyetlerden bahsediyor, bir delik daha kıyafette. Bir insan hata yaptım bir çocuk hayvanlara nasıl bu kadar acımasız olabilir. Ben bir sineği bile öldüremezken. Çocuk bile olsan bir(birçok) kedinin canına kastetmek sadece güvercin yiyor diye. Doğa kanunu bu sonuçta. Yanlış öğrenme mi, öğretilememe mi yoksa içinde ki şeytanın ağır basması mı? Kafe de otururken demişti ki “Annesiz büyümek travmalara yol açıyor” Bu da o travmalardan biri olmalı.
Annemi hatırladım, benden olmayan annemi, ruhuma güneşten uzak olan annemi. Her şeye rağmen onsuz büyümek istemezdim. Şimdi bile onsuz kalmayı istemediğim gibi.
"Yemeğe gidelim" diyorlar. Çıkıyoruz yola. Ben arkaya geçiyorum. Saygılıyımdır. Eski arkadaşlar yan yana oturmalı. Özlem arabada çok sıcaklaştı. Arkasına dönüyor ve benle konuşuyor sürekli. İnsanlara yaptıkları şakalardan bahsediyorlar, en dikkat çekeni böbrek şakası. Birini Bursa’da arabaya almışlar. Kuytuya çekmişler ve "Biz organ mafyasıyız böbreğini alacağız debelenme" demişler. Kadın yalvarmaya başlamış "İki çocuğum var yapmayın" diye. “Eğlence Anlayışı”na bak. Üçüncü delik açıldı. Sıradanlaştığımı hissettim. Bu şakanın yapılabileceği herhangi biriyim onun için demek ki. Aralarında farklı biriyim.
Ne büyük bir yer İstanbul. Her girdiğim sokakta kafam daha bir karışıyor, yönümü şaşırıyorum. Yemek için buldukları mekâna geldik. İtalyan lokantasıymış. Baktığında herhangi bir yer gibi. İyi bir İtalyan lokantası olduğunu söylüyorlar. İsmini bilmediğim bir sürü yemek ve içki. Tavsiye edilenleri istiyorum bende. O’nun bildikleri benim bilmediklerim. İşte bu da sanırım maddi imkânlarla ilgili. Yalnız gariptir ki gelen yemekte beni mutlu eden bir parça yok. Sadece karşımda ki insanlar güzellik katıyor bu ortama, yemek değil. Adını bilmediğim bir içki ve bir şarap. Daha çok onların anıları üzerine dönen muhabbetler dinliyorum. Gecenin yemek kısmı bitti. Nereye gidiyoruz acaba?
Yol sona ererken anlaşıldı. Özlemlerde kalacakmışız. Bir film koydular. Film seyretmek en büyük zevkim oldu hayatım boyunca. Kendimden sıyrılabildiğim 3 yerden biri. İlginç bir film, ben böyle bir filmi nasıl atlamışım? Keşke biraz az konuşsalar, filmi sessizlikte seyretmeyi severim. Bir sahne boğazımı düğümledi. Kadının ölü sevgilisiyle konuşması, acizliğinden sıyrılmaya çalıştığı sahne. Bu film mutlu sonla bitmek zorunda yoksa filmin etkisinden kurtulamam. Evet, kadın galip geldi yenilgi yok filmde. Huzurluyum.
Kitaplar, filmler üzerine muhabbetler ediyoruz. Özlem çevirmenmiş. Özgür bana 5 tane film ismi verdi seyretmem için. Gider gitmez bakarım. Gerçi öyle kötü bir özelliğim var ki; Hafızam. Ne seyredersem ne okursam okuyayım aklımda kalmıyor. Geçirdiğim depresyondan sonra oldu bu. Beynim unutmaya adapte etti kendini. İyi kötü ne varsa unutuyorum. Savunma mekanizması olduğunu düşünüyorum bu durumun. Beynim geçmişi taşımayı reddediyor acı çektirmemek için. Ama kurunun yanında yaşta yanar hesabı, güzelliklerde silinip gidiyor içinden.
Zaman zaman Özgür’ün aramızda olmadığını hissediyorum. Ne düşünüyor acaba. Derinlerine dalmak isterdim. Bu ara ara kayboluşlarının seyahatinde onu bulmak isterdim. Belki de bulmamak en iyisi bazen her insan kendiyle kalmak ister kalabalıktayken bile.
Özlem gitti. Özgür yanıma oturdu. Kokusundan başım dönüyor. Hep istediğim gibi kokluyorum onu ama öpmüyorum. Öpmek istediğim yeri bulmam lazım önce. Sabah ezanı okunuyor geri çekilmem lazım. Duamı etmeliyim. Saygı duyuyor. Hatta sesli ediyorum duayı.
Ezan uzun sürdü, edasıyla okuyor hoca efendi. İçimden bitsin artık diyorum bir yandan da beynimde ki tövbe bulutlarını döküyorum düşüncelerimin üstüne. Sonra boynunu öpüyorum. Öpüyorum onu Allah’a en yakın olduğu yerden: Şah damarından. Bana bakan parlak gözlerinin ışığı altında yatağıma gidip uyuyorum.
Uyandığımda kendi tavanımdan farklı tavan görmeye alışık olmadığım için afalladım. Sonra buraya nereden geldiğimi hatırlayıp rahatladım. Özgür içerde televizyon izliyor yanına gidiyorum.’Gitmem gerek, işlerim var ’ dedi ‘Tamam.’ dedim. ’Ben de evime döneceğim bugün.’ dedim. Özlem geldi yüzüme bile bakmıyor. Sevdiği oyuncağı elinden alınmış gibi hisseden küçük bir kız çocuğu gibi aşkını itiraf edemeyen ama içinde büyüten bir bebek. Biz çıkarken evden uğurlamaya bile gelmiyor. Dayanamıyorum sarılmak istiyorum ona. 20 yıl önceki ben’i gördüm sanki. Geçmişle bir buluşma gibi. Mutfağa gidip çağırıyorum her şey için teşekkür edip sarılıyorum. Başı dönüyormuş kötü hissediyormuş. Ben bu psikolojik tripleri atlatalı çok uzun zaman oldu. Kendini kapatmış olmasaydı bana, orda kalıp saatlerce onla ilgilenmek onu sevmek isterdim. Ruhuna dokunmak isterdim, kendime dokunur gibi. Benzer yaşantılarımız benzer acılarımız içinde aydınlığa kavuşamamış o küçük ben’e sarılmak isterdim.
Evden çıkınca arabada biraz konuştuk Özgür’le. İnsanların ona hissettirdikleri duygusal baskılardan bahsetti ruhsal bir hapishane bu. Robert Kolejinde okumuş zengin biriydi Özgür istediği bayanla gezebilen ve istediği ülkeyi görebilme lüksüne sahip biri. Artık aradığı bedenden öte bir ruhtu ve onu bende buldu. Hediyelerimi verdim: Kendi yaptığım küçük simetrik desenler. Benim için çok değerli ama o ne yapar bilinmez. Ona sarılıp veda ettim’ İşlerim var yakında geleceğim yanına ” dedi. “Ararım seni “dedi. “İşlerin için değil benim için gel” dedim bende.
Otogar da otobüsü beklerken yirmi dört saate sığdırılmış bu büyük bir duygusal yoğunluğu düşünüyorum. Mutlu muyum? Evet. Kazancım var mı? Evet. Ya kaybım? Kayıp kısmı biraz karışık, içimde ki Özgür düşündüğümden biraz farklıydı. O, Özgür öldü başka bir Özgür doğdu. Sevilmeye değer. Gerçekliğiyle sevilmeye çok daha değer. Hayalini kaybetsem de bulduğum gerçeğin cenneti var içimde.
Eve varır varmaz kedilerimi bıraktığım arkadaşımı aradım bana getirmesi için. Onları çok özlemiştim. Ev bıraktığım gibi darmadağınıktı. Biraz etrafı toplamaya çalıştım. Temizliği oldum olası sevmem zaten. Dağınıklığında bir düzeni var bence. İçinde nadir oyuncakların bulunduğu oyuncak koleksiyonumu düzelttim. Çocukluğumdan beri biriktirdiğim oyuncaklarım bunlar benim. Acıkmıştım bir çay koydum ve sigaramı yaktım çok sevdiğim bir şarkıyı açtım. Sanki bütün hücrelerim birbirinden ayrılmış ayrı ayrı dans ediyorlar. Bu şarkı beni bulutlara çıkartıyor evden dışarı çıktığım da bu şarkının sokaklarda, balkonlarda, okullarda, minarelerde çalmasını istiyorum. Herkes duymalı bu melodileri. Sonra birbirlerine sarılıp masmavi gökyüzüne gökteki denize baksınlar. Keyfim yerinde bir çay koydum. Bir sigara daha yaktım. Gözlerimi kapadım. Melodilerin verdiği komutlar doğrultusunda başımı bir taraftan diğer tarafa ağır ağır salladım. Çayımı içtim, içtiğim sigarayı da çay bardağının dibinde kalan demlerle söndürdüm. Zil çaldı arkadaşım kedilerimi getirmiş, nezaketen içeri davet ettim. O da benim bu gönülsüz davetimi kabul etti. Zaten benimle biraz vakit geçirmek için elinden geleni yapıyor. Üzülüyorum onun adına hem onun karşısında ki hissizliğim ve onun odayı dolduran heyecanı. Sesi titriyor benimle konuşurken. Nereye gittiğimi soruyor. Bunu beni merak ettiği için değil kendisi için soruyor acaba hala daha onun için bir umut var mı diye soruyor. Ümidin çoğu kez işkence olduğuna inanırım onun işkencesini sona erdirmek istiyorum ona olanları anlattım. Özgür’e olan aşkımdan bahsettim. Daha fazla dinlemek istemedi ‘Benim bir işim var.’ dedi ve gitti. Gidişi birden hayatımdan teker teker giden insanları hatırlattı dostlarımı, aşklarımı onlar da bir gün işim var deyip çekip gitmişti. Ufak bir kâğıt, bir film, bir gidiş nasılda mahvediyor her şeyi. Canım çok sıkıldı bu duruma, Özgür’ü aramak istedim. Onunla konuşmak beni mutlu ediyor onunla konuşurken hareketsiz yanaklarım yuvarlaklaşıyor. Tatilimin geri kalan günlerinde günlerce film izlemeyi düşünüyorum. Hatta bu akşam izlemeye başlayıp iki gün sonra televizyonun başından kalkmayı düşünüyorum. Filmler benim diğer dünyam. Her filmde kendime bulduğum rolü oynuyorum bazen kötüyü bazen iyiyi bazen kazananı bazen kaybedeni, tıpkı kendi filmimde olduğu gibi. Kedilerimi çok özlemiştim onlarla ilgileneceğim biraz. Bu uzun ara umarım canımı sıkmaz, sıkılmış olsam da bir düzenim vardı. Balkona çıkıyorum bugün gökyüzü griliğini bırakmış masmavi. Bulanık bir Deniz yok, masmavi alabildiğine bir derin bir Deniz var. Çok uzun aradan sonra mutluluğu hissetmek benim için tuhaf daha doğrusu korku verici. Her an bir şeylerin ters gideceği korkusu ki hep böyle olmuştu. Telefonum tekrar çaldı. Arayan Özgür’dü. Nasıl olduğumu sordu yaklaşık iki hafta sonra o buraya gelecekmiş. Ama o zaman tatilim bitecek ileri bir tarihe almasını istedim ama mümkün olmadığını söyledi. İçimi şimdiden heyecan kapladı şu an deli gibi sokaklarda koşmak istiyorum. Onun ellerimden tutup beni delice koşturup beni hiç görmediğim cennete götürmesini istedim. Birden düşündüklerime güldüm kendimi genç kız hayalleri arasında bulmuştum çünkü sanırım bunlar için yaşım fazla büyük. Ya da yaşanmamışlıkların geç bir vakitte aniden karşıma çıkması. Onun bana önerdiği tüm filmleri izleyecektim. İlk filmimi taktım izliyorum bir Hint filmi karakterler oldukça sempatik çok zevkli bir film. Film biraz uzun sürdü bu eğlenceli film bile beni yormuştu sanırım yolun verdiği yorgunluk. İki gün boyunca film izleme fikrimi askıya aldım yatacağım.
Sabah uyandığım da evimin tavanı bana huzur verdi. Tatilimin günleri hızlıca akıp geçiyor. Her geçen gün beni Özgür’e daha da yaklaştırıyor. Balkona çıktım. Kuşlar belli bir melodiyle şarkı söylüyorlar. Seçim arabaları bile canımı sıkmıyor artık. Duymuyorum onları. Yarın iş günüm bu monotonluğu özlememe şaşırdım. Birkaç gün sonrada Özgür gelecek. Bu arada kendime bakmam lazım. Saçlarımı boyadım, bir kaç kıyafet falan aldım.
Özgür’ü almaya gideceğim yarın daha doğrusu o arabasıyla merkeze gelecek. Bu gece erken uyumayı istiyorum ama bir türlü uykum gelmiyor heyecandan olsa gerek. Sabah büyük bir telaşla uyandım hemen hazırlanıp onu karşılamaya gittim. Kalabalığın ortasında beni bekliyordu arabasından çıkmış sigarasını yakıp etrafa bakıyordu. Ona giden her adım o kadar uzun sürmüştü ki sanki bir adımı bir saatte atıyordum. Gözlerinin içine baktım. Gözleri on yaşında ki bir çocuktan alınıp ona sunulmuş sanki. Gözleri on’u gösterirken cildi ise kırkı çoktan geçmişti. Sarıldım ona o an biri bizi ayırmaya çalışsa kolları kopabilirdi. O kadar sarıldım ki canını acıttım galiba bana bakıp gülümsedi. Hal hatır sorduktan sonra onu evime götürdüm. Genelde boş olan buzdolabım bu sefer ağzına kadar doluydu. Bir şeyler hazırladım. Birlikte yedik. Birlikte bir film izledik. Yarın tekrardan dönmesi gerektiği için kısıtlı olan zamanımızı dışarıda harcamadık evde biz bize kaldık. Filmin sonunda beni öptü ve bana ‘ Seni seviyorum.’ Dedi iki kelime yan yana bu kadar yakışabilir ‘ Seni seviyorum.’ O gece hayatımda geçirdiğim en güzel gecelerden biriydi saatlerce güldük birlikte yemek yaptık. Ben oldukça az olan eğlenceli komik anlarımdan bahsettim ve uyuduk. Sabah çok erken uyanmıştı. O beni uyandırdı. ‘Gitmem gerek.’ Dedi. ‘Bu kadar erken mi ?’ diye sordum. ‘İşlerim var akşam İstanbul’a dönmem gerek.’ Dedi. Yapabileceğim bir şey yoktu gitmesi gerekiyormuş oysa ben bu kısa sabah dilimi içinde bir şeyler planlamıştım ama onu zorla yanımda tutacak değildim. Onu yolcu ettim ve dün gece hayli dağıttığımız evi topladım. Çok büyük bir sevincin yanında gitmesinin verdiği büyük bir buruklukta vardı. Aradan birkaç saat geçtikten sonra nerede olduğunu merak ettiğim için aradım daha doğrusu onu şimdiden çok özlemiştim ama kendime bulduğum bahane buydu. Telefonuma cevap vermedi. Fark etmemiştir ya da işleri vardır diye tekrar aramadım onun aramasını bekledim. Yalnız bekleyişim geceyi buldu hala daha bana dönmemişti içimi bir korku sardı acaba başına bir şey mi gelmişti. Tekrardan telefona sarıldım ve aradım. Gene açmadı. Bu sefer tek bir çağrıyla bırakmadım onu birkaç kez aradım. En sonunda telefonunu kapattı. Bende şaşkınlıkla ona sesli mesaj bıraktım nasıl olduğunu merak ettiğimi söyledim. Bütün gece acaba şarjı mı bitti yoksa onu kapattı ya da başına kötü bir şey mi geldi diye düşündüm. Bir önce ki gece yanımda olup gözlerimin içine bakarak beni sevdiğini söyleyen Özgür’den artık haber alamıyordum. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru çıldıracak gibi oldum birkaç kez daha aradım ama telefonu gene kapalıydı. Yorgun düşünce bin bir türlü düşünceler arasında dün film izlediğimiz koltukta uyuyup kalmıştım. Uyanır uyanmaz onu aradım telefonu açıktı. Çaldı ama açmadı birkaç kez daha aradım beni cevapsız bıraktı. Darmadağın bir halde işe gittim. Yol boyunca daha farklı senaryolar ürettim. Çağrılarıma cevap vermemesine bir türlü anlam veremiyordum. Acaba farkında olmadan yanlış bir şey mi söylemiştim ama yanımdayken çok mutluydu yani yanlış bir şey yapmış olsam bunu bana söylerdi. Nedenini bir türlü bulamadım. Beklemeye karar verdim elbet varıp varmadığına dair bir bilgi verirdi bana.
Yaklaşık bir haftadır ondan haber bekliyorum ama bana dönmüyor yaşadığına eminim bazen aradığım da telefonu meşgul çok ısrar ettiğimde ise kapatıyor. Gökyüzünden denize çakıldım birden böyle olmamalıydı. Benim de kendimi savunma hakkım olmalıydı konuşmam gerek şu an onun aklından geçenleri öğrenmek için her şeyimi verebilirdim acaba neler düşünüyor neden telefonlarımı açmıyor. Ona binlerce mesaj gönderim. Ama hepsi cevapsız kaldı. Yaklaşık bir haftadır telefonu kapalı acaba nerede? Ne yapıyor? Bu cevapsız sorular ruhumu kemiriyor. Yaşamaya dair belirtilerim gittikçe azaldı yemek yemiyorum benzim sarardıkça sararıyor. Sabahları mezarından çıkan bir ölü gibi işe gidip tekrar mezarıma dönüyorum. Aradan oldukça zaman geçti yaklaşık yedi aydır. Ondan ufak bir cevap bile yok. İlk başlarda ona her gün mesaj attım rahatsız olduğunu düşündüğüm için artık sadece her ayın on sekizinde atıyorum. Bugün ayın on sekizi sabah uyanır uyanmaz ona mesaj attım. Artık bir cevap beklentim de kalmamıştı. İş çıkışı otobüs de telefonuma bir mesaj geldi ancak sadece bankaların mesaj atacağı bir kadın haline gelmiştim o yüzden de umursamadım. Eve döndüğümde annem aradı annemle biraz konuştuktan sonra bana gelen mesajı hatırladım mesajı yollayan Özgür’dü. Mesajı okumak için bir yere oturmam gerekti. ‘C’est la vie! ’ Harflerden bir şeyler çıkarmaya çalıştım fark ettim ki başka bir dilde bir şeyler yazmıştı. Okul yıllarında aldığım ve kitaplığın en üst rafında tozlanmış Fransızca sözlüğü elime alıp kelimelere teker teker baktım. Binlerce kelime olan sözlükten bana çıkardığı cümle ‘Hayat budur.’Aşk benim için en büyük inançtı ama bu mesajla inançsızlığım İlahlaştı. İşte o an öldüm ve dediler ki: Tanrı yok! Yokluk içindeki bir varlıktım. Birden yaptığım onca şey geldi aklıma varlığını hissetmiştim, ruhumun derinliklerine sinmişti Tanrı’nın aşkı. Dehşet bir korku sardı içimi müthiş bir yalnızlık. Bir an bunun şaka olmasını istedim yada bir kabus bi kaç saat bunun avuntusuyla yaşadım ama saatler geçtikçe ümitsizliğimde arttı çaresizliğimde
İşte böyle bir şeydi gidişin bir sabah uyandım ve bana dediler ki O yok…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.