- 501 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ölümü Bilerek
O sesi dinliyorum... Değişik bir şeyler var içinde sanki. Hani anneannemin anlattığı o geçmiş kokan, tozlanmış, çekici ve sevimli hikayeler gibi…
Sehpanın üzerindeyken görmeye tahammül edemediğimiz tozlar, maddi bir varlık olmaktan çıkıp eskimenin sembolü haline dönüştüğünde büyük bir gizem katıyorlar anlatılan o yaşam sayfalarına. İşte bu ses de onları hatırlatıyor bana. Hangi tarihte kaydedilmiş kimbilir? Bir tiyatro sanatçısına ait… Birkaç yıl önce vefat etti. Şimdi dinlediğim o hikayeyi seslendirdiği tarih çok daha eski olmalı... O tozlardan anlıyorum bunu. Şimdi’de olmayan bir şeyleri ardında saklayan ama hepten de kaybetmeyen, bir tül olup daha da beter çekici kılan onları…
O sanatçının yüzünü canlandırıyorum zihnimde. Geçmiş yıllarda sık sık ekrana çıkardı. Sesi kadife gibi okşardı yine ama örtüsüz, gizemsiz, yanımdan akıp duran hayata karışan seslerden biri olarak… Genelde komedi filmlerinde yer alırdı. Şimdi içimde dokunduğu tellere sesiyle dokunamıyordu o zaman. Büründüğü kimlik içinde “şu iki günlük dünyanın çok da umursanmaması gerektiği”nin altını çizen bir hikayeden kesitler sunuyordu bir filminde. Bir TV dizisi… Evi çınlatan kahkahalarımız mesajın yerine ulaştığının en büyük kanıtıydı. Bu kadife sesli, babacan yüzlü aktör hiçbir şeyi takmamamız gerektiğine en azından o kahkaha anlarında inandırabiliyordu bizi.
İnsanca hatalar, falsolar üzerine kuruluydu filmin senaryosu. Utanç verici durumlara düşmekte en üstüne olmayan da bizim aktördü filmde. Hoşlandığı kadının önünde kendini düşürdüğü olmadık durumlar içindeyken ne kadar da yaklaşıyordu bize! Karşısındaki güzel kadının gülmemek için kendini zor tuttuğu o sahnelerde, o aktörün canlandırdığı kimliğe bürünüyor, birkaç saniye için de olsa o kadının karşısında yerin dibine geçen adam olarak var oluyorduk bu evrende. Evet, sanatın gücü buraya kadar varabiliyordu işte.
Ne zaman bugünle başım dertte olsa geçmişin gölgelerinden medet umarım. Anneanneme koşarım bazen, “bana geçmişten bir şeyler anlat.” diye. Zaten tüm varlığı, eski bir hikayeyi anlatıyordur aslında. Yeter ki yanında olmama izin versin… Tek kelime etmese de olur. Ama bunu bilmediğinden anlatmaya başlar hemen. Hiç sorgulamaz nedenleri… Yardımına ihtiyacım vardır, nedeni nasılı anlamsız bırakacak kadar net bir şekilde bunu haykırıyordur ona, yüzümdeki o yoğun duygu… Ötesinin bir önemi yoktur.
Nette gezinirken o aktörün sesine rastladığımda ona bu kadar sıkı tutunmam da yine böyle bir kaçış an’ında bulunuyor olmamdan kaynaklanıyor aslında… Onda yakaladığım o büyüyle bulunduğum odayı sislere gömüyor, an be an somut bir şeye dönüşen o nahoş duyguyu da kaybolan diğer şeylerin arasına katmaya çalıyorum. Madem bir ses çevremdeki nesneleri bile gerçeklikten koparmaya yetecek kadar etkili olabiliyor, neden çok daha uçucu ve kaybolmaya yatkın şeyler üzerinde de hükmünü sürmesin ki?! Yani duyguların…
Bu seste var olan o şeyi buldum sanırım: Ölüm var içinde. Onu dinlemek tıpkı bir filmi geriye sarmak gibi… Sonunu bildiğin bir hikayenin herhangi bir yerinde var olmak… O anda ya da iki sene sonrasında var olmak arasında en küçük bir ayrımın kalmadığı, yani filmin sona erdiği o noktadan bakarak yaşamak hayatı… Ölümü bilerek…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.