Di-li Susmuş Zaman
Susmayı yakıştırdığın dilinin söylediği onca yalan için çektiği cezası bu cümlesizlikler. Yoksa erdemden değil susuşların. Sen büyüklük için konuşursun, susmak sıfatsız insanların kıvranışıdır fikrinde. Ama bak, söylenecek kelimeleri bitebiliyormuş insanın, aşk damarlarında ki son zerreyi de kanından çektiğinde…
Hangi Tanrı’ya inandığın değil artık önemli olan, tapınırken yedi rekat o sarsılmaz egona, hangi şeytanı Tanrım diye bildiğin... Tespih diye çektiğin kandırdıkların senin, el açtığın, elini hep bomboş karanlığa sallattıkların…
Şimdi değdirmekten korktuğun gözlerimin nazarında bir zavallısın. Kendi dünyasında kendi küçük hikayeleriyle mutluluk oyunları oynayan, sarsılmaz egosuyla, kırdığı her kalbin zincirine zincirler ekleyen bir zavallı. Dön de bir bak aynalara, yüzün hala aydınlık mı, çocukluğunun saflığı dolaşıyor mu hala kalp civarlarında, incittiğin onca kadın hikayesi yakın bir temas kuruyor mu, o kıyamadığın, hikayesini sesli anlatmadığın ananla?
Zor değil, yola çıktığım anda yolumu ayırmak senden, zor değil bu yapbozun kayıp parçasını oynamak yeniden. Sana unuttuklarını hatırlattığım için kaçıyorsun benden, sırtını sıvazlamadığım, o çok iyi gelecek kelimeleri kulağına fısıldamadığım ve yumuşak karnına farkındalıklarımla attığım tekmeler yüzünden nefret ediyorsun belki. Yolun uzun, tam da ortasına kurulmuşum. Ya dinle beni son bir kere daha, kalbin elinde, dönüp ardını gitsin yaran, ya da seni bir kez daha kandırsın di-li susmuş zaman…
Karanlığı kokluyor ışıkların, eylüle sarılmış ağlarken yalnızlığın. Hadi ben unuttum, vazgeçtim seni sınamaktan, ya sen nasıl kurtaracaksın kendini, yarattığın cehennemin en üst katında ısınmaktan?
Sus ve yaklaş gerçekliğine, aldattıkça kurtulamayacaksın aldanmaktan…
Elif SEZGİN