- 800 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Dağılmış hasretler...
Mutluluk günlerinin ardında kalanlardı tüm bu hüzün anılarının hikâyesi...
Hüzünlerimizle doyururduk biz bizi birbirimizdeki açlıklarımızda...
Her şeyin başındaki sen varlığı idi bu sevinçlerin ve de hüzün günlerinin ardındakilerde...
Tüm umutların baş edilmez hıçkırışlara dönüşmesinin ardında bence bir tek sen vardın...
Yılları bu günlere sürüklememde sen varlığına duyduğum tükenmez bir sevgiydi...
O günlerde bayram sevinçleri yaratan, bu günlerde kasvetli yaşama dönüşmemin de tek sebebi sendin...
Unutmak mı, şüpheler içinde kalan bir olgu ki nasıl sen varlığına açılmışsa bu yürek kapısı, bu günlerde ise kapanması belki de yine imkânsız...
Zaten imkânsızlıkların ardında sürüklenmişsem bu günlerde yine de sana tekrar dönüşmem yine bir imkânsızlıktır her hâlde...
Çoğu zaman yazdıklarımızla, perperişan hayatımızın duygularını kareli defterimizin bölünmüş heceleri ile cümleler kurarken, yazdıklarımızın içinde saklardık aksak yürüyüşlerimizi, çarpık düşüncelerimizi, ezik duygularımızı, bölünmüş hasretlerimizi, sahipsiz kalmış başı boş sevdamızın, dağılmış hasretlerini, çoğu zaman yalnızımsı kimliklerimizi...
Yazdıklarımızın nereye gittiğini, kimi hedef aldığını da düşünmeden, sadece ruhumuzun dinginliğe ulaştırmak için duygularımızı sahibine ulaşamayacak mektuplara dökercesine sadece arındık iç dünyamızdaki bedensel yapımızla, iç dünyamızın baskılarından...
Belki anlattığımızı sadece kendimiz gibi hissediyorduk ama içimizden söküp atamadığımız farklı bir benlik vardı...
Aslında bizi bu kadar sürükleyen kendi benliğimizden ziyade dış etkenlik olarak bedenime yapışan sen silueti idi...
Tarif edilen bitmiş aşkları yaşamak hiç de hoş olmadı...
Her şeyin oluruna akıp gittiği zamanlarda tarif edildiği gibi acılar yığılıyordu taşıyamayacağı kadar ağırlıkla insanı tepetaklak aşağı atacak kadar aniden yığılıyordu insan...
Bitmiş aşklar hep hüzünle tarif edilirdi, oysa eksik tarif edilirmiş veya biz anlamamışık bir yangın yerinde küllere bastıkça burnuma o yakıcı, bunaltıcı kokunun genizleri yakıp kuruturcasına o yangın yerinde yumuşak adımlarla farkındasızlıkla dolaşmakmış bitmiş aşkın ardından bakmak...
Belki de bitmiş aşkların tarifi yapılırken, parçalanmış hayatlardan kesitler konulurdu ortaya...
Parçalanmış hayatlar, paramparça olmuş hayatlar, sevmenin ardına saklanmış kırık dökük yaşamın içinde kalan vazgeçilemeyen nefes almaları taşımaktı belki de elde etmek ve korumak...
Çoğu zaman sevdim dediğinin bir parçası gibi hissedersin kendini, bu anlarda işte tüm benliğinle bağlı kalırsın sevdiğine, vız gelir yokluklar, vız gelir yaşamın hüzün kareleri...
Tek sevgi, tek aşk dediğimiz bu yaşamın içinde dolanabilmek için kendi ruhumuzla duramayasıya uğraş vermekti aslında...
Sen bir parça ben başka bir parça aslında bir bütündük bu yaşamın karelerinde...
Sevmek acı demektir...
Ezilmek, kırılmak, dökülmek, sinmek, silinmek, silememek ve sonu girdap, sonu uçurum belki de düşmek ama sevmektir koşmak, sevmektir yorulmak, sevmektir unutulmanın parantezi veya kayboluşların açılımı veya can sıkıntısıdır veya sadece aldanmaktır sevginin mavi olmayan siyah gözlükle görüntüsü...
Yola çıkarken otobüsün arka camından bakmaktır, bekleyenlere el sallamaktır, uğurlayanların gözyaşlarını görmemektir...
Sevgi bir kılıcın üstünde yürürken sevdiğine tutunmaktır...
Veya cam kırıklarını tabanlarından çıkarırken tutunduğun kişidir... Kaldıysa eğer bu dünyada...
Ve vazgeçtiler kaçmaktan ve vazgeçtiler korkmaktan. Ellerini aynı anda uzattılar birlerine sadece bakışıyorlardı, sadece gözler konuşuyordu, sadece dudaklar sessiz seslere mahkum olmuşçasına titriyorlardı, avuçlardan bir birine dolaştı sıcaklık ben sende kalmak istiyorum dediler aynı anda...
Kapalı kapılar ardında birbirlerine hıçkırıkları bitmişti artık, sevginin mavili alacasında kaybolmak istediler, yudumladıkları su derinliklerindeydi, göğüs kafesler inip kalkıyordu, bir an geldi göz kapakları düştü aşağıya doğru, artık tek nefeslik can vardı avuçladıkları...
Omuzlarından tuttu adam sen benim gerçeğimsin dedi gerçeğim, beklenen gerçeğimsin...
Ne kadar çok seversen o kadar çok acı çekersin sevgide…
Ne kadar çok seversen o kadar çok özlersin…
Özledikçe ölmek istersin…
Ama
ölemezsin…
Beklersin… Kuytuları, sabahı çok uzun gecelerde…
Yıllardır yargılarım kendimi kendimle…
Bu acıları yaşamamda ne kadar suçluyum diye, oysa, tek cümlelik bir yaşam kalır geride...
Kendine iyi bak der ve giderler arkada kalansa cümlelerin devrilmişliğidir bedenle çarpıklaşarak...
Hep zorlanır hayatlar kendine iyi bak sonrasında, hep dağılır düşünceler çaresizce, kendine iyi bak denir ve gidilir ardına bakmadan arda kalanın gözlerini göremeden, akıtılan göz yaşlarının içe akmasına aldırmadan giderler, bir hoşçakalı çok görürler yaşanmışlığın tüm geçmişine bakmadan...
Giderler geriye sadece şaşkın ve hayretli bakışlar kalır...
Giden sadece kendince ruhunu tatmin eder.
Kalansa beklerken beklemesini öğrenir... Aslında belki de tüm düşünceler bir beklenti eksilmesindendir kalanın telaşı...
Belki de tüm korkular bir daha nefessiz kalma endişesidir...
Seni düşünmek istiyorum ara sıra ama hakkım yok galiba deyip gülümsüyorum, sense kendini kaybetmişsin, o da bir soru oldu şimdi kafamda...
Güneşin ışıklarını kestiği anlardan biriydi belki de ihtirasın yenildiği yaşamın uzadığı anlardı belki de özlenen...
Düştün...
Senin düşmen benim düşkünlüğümdü, avuçların kaldırım taşlarında sürgündü, senin sürgünlüğün benim, sonsuzluğuma yapıştı yollarda, bulandım çamura, süzüldüm kırık ışıkların demetlerinde, yıldız kümelerine baktım, kayboldukça kaldırımlarda kaldım, çarpıldı yürüyüşlerim, unutulmaza yazıldı yazgın, hükümsüz sözler geldi ardımızdan, bunaldık, yığıldık dağınık bulutların ardından, sonsuzluk kapısında kaldı seni arayan gözlerim düşme, düşkünlüğümdün yıllara yayılan, gitme diyemem sana, gidişimi ardından durduramam, kalırım karanlıkların gizeminde, gitme yolum çıkmazlarda biter, kalırım sürüncemede alevlerin ortasında, sana dur diyemem, durmalarım yangın yerinde olur, yıkılırım sen bilmezsin karanlıklardaki yalnızlığımı, göz bebeklerim büyür ardından bakmalarımla, sana yalnızlığımdan ses veremem, gömülürüm karanlıklara...
Göç zamanı tüm yaşanmışlıkların belki de örtülme telaşından başa gelmiş korkulardan kurtulma zaman öncesidir belki de tüm endişeleri arkada bırakıp iz sürmeye dahildir sevgide, belki de izlerin tümünün örtülmesidir göç telaşı...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
...bitmiş aşkların tarifi yapılırken, parçalanmış hayatlardan kesitler...
biten parçalar da parçalanır da..
parçalayan da parçalanan da hayattan kesitler gösterir de öğretir de geleceğe dair yaşanacakları..
sevgimsaygımlateşekkürler