- 2855 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Özgür İnsan
İyi hissetmek neye bağlı? Güneşle bulutlar arasında o gün için varılan anlaşmaya mı? Ve belki bir bebek doğduğu anda ona kucak açan annenin hangi yemeği sevdiğinden başlayıp bir hayatı adam gibi yaşamayı nasıl tanımladığına kadar uzanan zihnindeki o haritaya…? Ya da içine doğulan zamanın getirdiği yaşam tarzlarından birini hakkıyla sürdürebilmek için gereken koşullara…?
Neye bağlı olursa olursa olsun, bu iyilik hali çok kaypak bir şey… Dışımızda ya da içimizdeki herhangi bir şey nedeniyle bizi ortada bırakıp aniden çekip gidebilir. O an bulunduğumuz yerde hala dudağımızın kenarında az önceki mutluluğumuzun eseri o gülüşten bir parça, kalakalırız kendimizi dünyanın en aptal insanı gibi hissederek. “Niye gülüyorum ki şimdi” deriz. Oysa son derece makul bir nedenle yukarı kıvrılıvermiştir az önce dudaklarımız. Onu saçma, yersiz bir şeye dönüştürense hayatın baştan sona saçma bir şey olmasıdır.
Her an bir kara bulut bir yerlerden peyda olup günlük güneşlik gökyüzünü yağmurla yükleyebilir. Ya da biraz önce sevgilisiyle kavga eden bir kız kendi gözlerinden göstermek isteyebilir dünyayı herkese. Çığlık çığlığa anlatır durur sevdiği erkeğin kendisine ettiği ihaneti. Cep telefonuna gelen bir mesajdan söz eder, kelimelerin arasına bol bol küfür serpiştirerek. “Al sana mutluluk” dersin… Küçücük bir mesaj, koparıp atmaya yetmiştir içimizde yavaş yavaş filizlenen, dünyanın güzel bir yer olduğuna dair tüm düşünceleri… Sırtımızı güvenle dayayabileceğimiz kadar sağlam bir duvar sunamamıştır bize yine yaşam.
Bulutlara karışamadığımızdan biz de karışabileceğimiz alanlara kaydırırız gözlerimizi. O bağırıp çağıran kız ulaşılabilir bir hedef gibi görünür. Ondan başlamalı belki de deriz. Okkalı bir küfür yemeyi göze alıp korkarak yanına giderken aklımıza şu ünlü deniz yıldızı hikayesi gelir... Ve tek bir deniz yıldızını kurtarmak bile kardır der, daha bir güvenle ilerlemeye başlarız. Yanına vardığımızda 18’lik genç kızdan en küçük eser kalmamış yüzüne dünyanın en güzel, en zarif kızıyla karşı karşıyaymışçasına en derinlerimizden bir gülüş gönderir, onda dakikalar önce bir yerlerde kaybettiği kendinden, küçücük de olsa bir şey bulsun isteriz.
Ama nerde? Oralı değildir kız… Erkek arkadaşına duyduğu öfkenin önemlice bir kısmını bize yöneltmiş, annemizle ilgili karalamalarla dolu yenir yutulur yanı olmayan ananevi küfürlerimizden giydirmeye başlamıştır bile. Birkaç adım yaklaşır, alkol kokusu yakalamaya çalışırız tazecik bağrından yükselen nefesinde. Yaptığı terbiyesizliğin kökenini biraz fazla kaçırılan bira’da ararız. İnanmak istemeyiz, bu gencecik kızın ayıkken bu kadar kendini kaybedebileceğine. Evet, biraz yaklaşınca yoğun bir koku burnumuzun direğini sızlatmaya başlamıştır hemen. Birkaç saniye rahatlar gibi olur “ben demiştim” deriz kendimize, bir şey becermişiz gibi. Sonra birden yine iyi hissetme hali yerle bir olur, “niye seviniyorsun aptal” diye kendimizi azarlamaya başlarız. “18’inde bir kız daha akşam bile olmamışken erkek arkadaşıyla bir olmuş beynini dumanlara boğuyor. Erkek ağzıyla konuşması gibi ağzından yükselen bu nahoş koku da içinde yaşadığı zamanın dayattığı saçma sapan bir modernlik anlayışından kaynaklı üstelik... Aman Allah’ım!” deriz. “Bu insanoğlu ne aptal bir yaratık…”
Bak kızım, modern mi olmak istiyorsun, sana medeni mi desinler? Öyleyse en başta böyle ortalığa dökülüp o ucuz kadınlar gibi erkeğinin arkasından küfürler savurmayacaksın. Medenisin madem, modern dünyanın kızıyım diye caka satıyorsun saatinden parfümünün markasına kadar her şeyinle bas bas bağırarak, medeniyetin en büyük ölçütüne uyacaksın ilk olarak: Saygı göstereceksin.
Bu kelimelerle olmasa da öz itibariyle anlatırız derdimizi ona. O sarhoş kafaya laf anlatmanın bir duvara anlatmaktan pek de farkı olmadığını bilsek de hiç değilse birilerine duyurmuşuzdur sesimizi. Çevremizden geçen gençlere bakar, duyulduğumuza inanmak isteriz.
Sadece gençlerde değil her yaştan insanda da aynı saygısızlık bol bol gösterir kendini. Herkes bir adada yaşıyor gibidir sanki. Birbirlerinden kopuk ve uzak ortaya döküp duruyorlardır içlerinde ne varsa her şeyi. Kimse bir başkasının huzurundan kendini sorumlu hissetmiyordur. Bu yüzden de karşısındakinden de bekleyemez huzurlu kılmasını kendisini… Bumerang gibi kendine döner bencilliği. Özgürce bağırabilmek için başka bağırışlara da özgürlük tanıması gerekir.
İşte bu özgür ve medeni dünyanın ortasında kendimize küçücük bir alan açmaya çalışır dururuz. Minicik bir ışığın bulutların arasından süzülerek tenimizi tatlı tatlı okşaması gibi o karmaşadan küçük küçük mutluluklar çıkarmaya çalışır, sınırlarımızın her an talan edilebileceği ihtimalinin ürpertisi içinde sıkı sıkı tutunuruz içimizde uyanmaya başlayan güzel şeylere. Ta ki biri bangır bangır bağırana dek en mahremindekileri… Özgür dünyanın özgür insanı bir yerlerden çıkıp bizim de içinde bulunduğumuz o yeri, sahibinin kendisi olduğu bir adaya çevirinceye dek…