- 2517 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜRÜLEN ŞAİRLER(2): Nesimî
Ey Şiir !...
Sen, hem iten, olayları körükleyen; hem de karşı çıkansın.
Çünkü, saraylara kul-köle yaptığın şairlerin de var, onlara isyân edenlerin de... Kurulu düzenin emrinde "varol-yaşa padişahım!diyerek, "zafername"ler yazan şairlerin de var; o düzeni değiştirip, Hakça, halkça ve adil bir düzen kurmak isteyip de bu isteğin ateşiyle yanıp tutuşan, halka ışık, aşk, iman ve yumruk olan ve sonra da senelerce bu düşüncelerinden ötürü zindanlarda yaşayan şairlerin de...
Hattâ bugünü beğenmeyip, mâziye, düne takılı kalmış; hep o eski günleri yaşayan ve yaşatmak isteyen mısra işçilerin olduğu gibi, gününü gün eden ya da gelecek günleri, öteleri nakışlayan mısra kuyumcuların da...
Sen, her ikisinin de arasındasın. Her ikisine de "eşit" mesafedeyim deme bana, zira asla inanmam; inandıramazsın ki. En çok zulmettiklerin, en çok sürgünlere düçar olanların, senelerce demir parmaklıklar arkasında hapis yatanların veya öldürülenlerin yürek seslerine gizlenmişsin. Oradan bakarsın yüzüme hep...
Çağlar boyunca, zulüm idarelerinin gündeminin birinci sırasını şairlerin cesaretli, korkusuz söylemleri işgal etti. Etti ya, sen onların sadece seyircisi idin. Önce olayı körükledin, ardından tırnak vuruşturup bekledin. Hınzırlığın işte tam bu noktada...
Ey Şiir !..
Biliyorum sabırsızsın.
Aykırılık içini gıcıklıyor...
Aykırılıklarla, kurulu düzene karşı isyan duyguların şaha kalkıyor. İhtilâlci olup çıkıyorsun...
Hükümdar kaftanlarının süsüne-püsüne aldırış etmeden, yayan yapıldak, kırlarda-bayırlarda, halk arasında gezmekten müthiş zevk alıyorsun. Aykırı davranışları ve söylemleri alabildiğine destekliyorsun. Yenilikler de aykırılıklardan doğar. Yenilikleri davet ediyor, köhnemiş anlayışlara savaş açıyorsun. İşte böylesi durumlarda, yeni doğmuş bir bebek kadar masumsun... Yaramazlıkların bizim de hoşumuza gidiyor. Olsun, var sen, hünkârların tuğraları altında ezilme de, çoban kavallarında kuzulara özgür türküler söylemeye devam et. Bu halini seviyorum ben...
Hak ve hakikatten ayrılmadın. Ayrılma da... Hurafe ve cehalet en büyük düşmanın. Duygulu ruhları, gerçeğin ışığında yıkamaya devam et. Et ki, şairlerin de sana benzesin. Toplumları çağın gerilerine götüren müstebit idarelere karşı uyandırsın sana vurgunlar.. Unutma e mi? ..
Fakat müstebit idarelerin aykırı görüşlere tahammülü yoktur.
Ama sen, aykırılıkları zirveye çıkarır, sesini-soluğunu keser, meydana gelecek olayları beklemeye başlarsın. Sultan buyruğunun bir an evvel çıkmasını aykırılık yaptırdığın sevdalının kafasında patlamasını istersin. Belki de istemezsin! ? Ama, bana öyle geliyor işte...
Geçenlerde seninle gecenin en ileri ve en sessiz saatinde bir gönül sohbetine tutuştuğumuzda bana, "ben garipten, yetimden, şairden, halktan yanayım. Güç ve güçlülerden hoşlanmıyorum" demiştin. Unutmadın değil mi?
Fakat, frensiz şairlerin çıkınca meydanlara, mısralarını, sazını, kalemini kurşun gibi kullandıklarında; öyle sessiz oluyorsun ki, yağmur öncesi buluta dönüyorsun sanki...
Sonra, o taşkın, o sınırları parçalayan, o dağları yerlere seren, kurulu ekonomik, siyasal, sosyal, inanç, gelenek vb sistematiğine baş kaldıran şairinin hâlini izliyor, şahitlik yapıyorsun da, şairin için verilen ölüm fermanlarını önleyemiyorsun.
Söyle bana, neden? Neden?
Önleyemiyor musun, yoksa, önlemek istemiyor musun?
İçinde yaşadığı halkın dili, gözü, kulağı, aklı, ruhu olan şairini-ozanını veya kötü gidişe dur diyerek bayrak kaldıran şairini çekip alamıyorsun işkence mengenelerinden, idam sehpalarından…
Hele ki, telle boğdurduklarını biliyorum. Kafasını kılıçla uçurttuğun kaç şair var, hele bir anlat da öğrenelim. İdam ettirdiklerini, genç yaşında, ömrünün baharında olan şairlerini koruyamayıp kendi ellerinle kabirlerine gömdüklerini söyle de bilelim.
Ey Şiir!...
Sen anlatamazsın onları.
Açtığımda bu defteri, dut yemiş bülbüle dönüyor, susuyor, mahzunlaşıyorsun.
Vaz geçtim, idam ettiklerinden. Bu sefer sana, idam ettirdikten sonra derisini yüzdürttüğün bir şairinden bahsedeceğim.
NESİMÎ
********
Biliyorsun değil mi?
Evet : Nesimi…
Nesimi’ yi Nesimi yapan kim? Elbette sen! İçinde yaşadığı toplumun değer yargılarıyla ters düşüren kim? Elbette sen!
Nesimi’ ye ne yaptın? Derisini yüzdürdün be! ! ! Derisini yüzdürdün! ! ! Acımadın bile! ! !
Nesimi (Bağdat 1339-Halep 1418) Bağdat yöresinde Nesim Bucağı’ nda doğmuştu. Halep’ te yaşamış, Hurufi Mezhebine bağlıydı. Bu filozof Türkmenin adını da değiştirdin. Asıl adı İmadettin’ di. Doğduğu kasabanın adıyla onu bugünlere taşıdın. Hayrı ve aşkı telkin eden, heyecanlı bir şairdi o...
Ferdiyeti gösteren insan ruhunun cemiyeti ve külliyeti temsil eden ilâhi ruh ile- denize karışan yağmur taneleri gibi-imtizaç eylemesi lâzım geleceğini söylerdi. Bu telkinlerini, Halep’ teki Kölemene İdaresi küfür saydı. Fikir ve görüşleri şeriate aykırı görüldü.
Azeri Lehçesi’yle yazdığı şiirleri, yalın dili, anlatım özellikleriyle bugünlere kadar geldi. Fikir ve düşüncelerinden asla ödün vermedi.
Vermedi de ne oldu?
Derisini yüzdüler. Sonra da ibret olsun diye cesedi bir hafta sokakta teşhir edildi.
Sen de bir güzel seyrettin onun derisinin yüzülmesini.
Nesimî, Alevi-Bektaşî geleneğinin yedi ulu ozanından birisidir. Sadece Alevi-Bektaşilerin değil, Azeriler’in de çok büyük önem verdiği bir ozandır. Azerbaycan’da “Nesimi Dilcilik Enstitüsü” adıyla bir enstitü de kurulmuştur.
*
Hurifiydi Nesimî.
Hurufilik: Kâinatın oluşunu ruha değil maddeye dayandıran her varlığı 32 harfle açıklamaya çalışan ve harflere esrarengiz manalar yakıştıran görüştür.
Şiirlerinde dini- tasavvufa karşı korkusuz ve biraz patavatsızca söylediği şiirler yanlış anlaşılarak öldürülmesine yol açmıştır. Tasavvuf inancını büyük coşkunluk ve içtenlikle söylemiştir. Çağının Türkçesini en güzel bir şiir dili haline getirmiştir.
Nesimi’nin halk, tekke ve divan şairlerimiz üzerinde azımsanmayacak etkileri vardır. Halka en çok yaklaşan divan şairidir diyebiliriz.
Bilhassa Bektaşiler ve vahdet-i vücut felsefesini benimseyenlerce büyük bir sûfi olarak kabul edilir.
Şiirlerinde ekseriyetle kendi görüşlerini telkin etmekle birlikte din dışı ve aşıkane gazellerde yazmıştır. Tuyuğları ve farsça gazelleri de mevcuttur.
Bir şiirinde demişti ki :
Ben yitirdim, ben ararım, yâr benimdir kime ne
Gâh giderim öz bağıma gül dererim kime ne
Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim kime ne
Kelb rakip haram diyormuş şarabın bir katresine
Saki doldur, ben içerim, günah benim kime ne
Ben melâmet gömleğini deldim, taktım eynime
Ar u namus şişesini taşa çaldım, kime ne ?
Ah Yezid, seccadeni al yürü mescid yoluna
Pir eşiği benim Kâbem kıblegâhım kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne hükmeder kaftan kafa
Gâh inerim yeryüzüne yâr severim kime ne
Kelp rakip böyle diyormuş güzel sevmek pek günah
Ben severim sevdiğimi, günah benim kime ne
Nesimi’ye sordular, yârin ile hoş musun ?
Hoş olayım, hoş olmayım, o yâr benim, kime ne
Abdülbaki Gölpınarlı Hocamızdan, Nesimi hakkında bir öykü:
"Nesîmî’nin yüzülmesine fetva veren müftü, Nesîmî yüzülürken sağ elinin şahadet parmağını sallayarak, bunun diyormuş, kanı da pistir.
-Bir uzva damlarsa, o uzvun da kesilmesi gerekir !
Ve tam bu sırada Nesîmî’nin bir katre kanı müftünün şahadet parmağına sıçramış. Meydanda bulunan hâl ehli bir can;
-Mütfü efendi demiş, fetvanıza göre parmağınızın kesilmesi lâzım.
Müftü,
-Nesne gerekmez demiş. Biraz suyla temizlenir.
Bunu duyan Nesîmî, kanlar içindeyken:
“Zâhidin bir parmağın kessen dönüp Hak’dan kaçar
Gör bu miskin âşıkı ser-pâ soyarlar ağlamaz” beyitini muhtevi gazelini söylemiş.
Ve
Nesîmî’ nin derisi yüzülünce bir de bakmışlar ki eğilip derisini almış ve bir post gibi sırtına vurup yürümüş. Kimse peşine düşmeye cesaret edememiş. Halep’in 12 kapısında bulunan kapıcılar ve halk görmüşler ki Nesîmî, derisi sırtında, kapıdan çıkmış ve sır olmuş. Kapıcılar ve halk bir araya gelince herkes, “falan kapıdan çıktı” diye iddiaya girişmiş ve anlaşılmış ki, oniki kapıdan da çıkmıştır.
Şimdiki tekke ve türbe de, onun gömüldüğü yere değil, yüzüldüğü yere yapılmış."
Nesimi’nin ölümü, Anadolu’da tepkiyle karşılanmıştır.
Ve
Anadolu’da, Şeyh Bedrettin tarafından yoksul-fakir insanların haklarını savunmak gibi toplumcu bazı ilkeleri ortaya koyan ve Osmanlı’ ya karşı örgütlenerek ayaklanma hareketi başlatan, ezilen halkın haklarını savunduğu için “sosyalist bir hareket olarak” kabul gören “Şeyh Bedrettin İsyanı” başlar.
Şeyh Bedrettin, çağının en büyük hukukçusudur.
Ve
Şeyh Bedrettin, ” Teshil” adlı yapıtında sorduğu bin soruya bin cevap vermiştir. Osmanlı’nın adaletinin de beş yüz yıl, Bedrettin’in “Teshil” adlı eseriyle sağlanması, tarihin bir başka garip yüzüdür. Bedrettin, ne yazık ki, Osmanlı’ya karşı giriştiği bu savaşı kaybeder ve 1417’ de ( bazı kayıtlara göre 1420) ‘de Serez’de asılır.
*
GELDİM’OLA BİZİM ELE BİR EREN?
Geldim’ola bizim ele bir eren ?
Durmadan anlatsın pirimi benim.
Gülce derler, sevdam odur, o ceren
Çiğ damlası saysın terimi benim.
Yolumda yoldaştır Yunusla Veysel
Dağlar mı? Olamaz âşığa engel
Hasret ateşiyle ölmeden evvel
Koysunlar mezara dirimi benim
Çile ozanıyım budur fermanım
Mekânda gölgeyim, zamanda can’ım,
Tükensin, kalmasın dizde dermanım
Alsınlar gözümden ferimi benim.
Dost halkasın yeni baştan dizsinler
Aşk bir haritadır, doğru çizsinler
İsterlerse yere koyup yüzsünler
Nesimi yanında derimi benim.
Başaklarda, karıncada, bulutlarda nefes alıp verenim
Öylesine mutluyum, duymadı hiç kimse zarımı benim.
Sesiyim sessizliğin, incinsem de incitmem, ilkem bu
Nar içinde saklıyım, bilen bilir, narımı benim.
Cümle kırmızılar kanımdan almıştır rengini
Ağlayan ırmaklar söndürmez har’ımı benim.
Yolcuyum kendi içime, arza gebeyim
Avcumda bin güneş var, yarımı benim.
Size derim size, ey insanoğlu
Etmeyin hesap, kârımı benim.
Kovanlar kapalı; nedendir?
Yakmayın arımı benim
Ceylan’ım, Nesimiyim
Hazırdır kefenim.
Her bağ bıçkısına gülümser etim
Ten ne ki, basit şey, ona gurbetim.
Suçlusun dediniz ağlıyor yetim
Sevabı sizlerin, cürümü benim
Geldim’ola bizim ele bir eren ?
Durmadan anlatsın pirimi benim.
Gülce derler, sevdam odur, o ceren
Çiğ damlası saysın terimi benim.
Mustafa CEYLAN
10.01.2012 03:30
YORUMLAR
eyvalllah usdat.. eskiden öldürüyorlardı şimdi süründürüyorlar. mesele kimler zevrakiler. m. akif ersoy lar nazım lar liste çokca uzun başınızı ağırtmayayım yazınızı zevklen okudum sizi zaten şiirlerinizde de taktir ediyorum. selamlar usdat.
MustafaCeylan
Nesimiyi anlamak için "hurufilik"konusunu da bilmek gerekli.Vikipedi de yazdığına göre hurufilik :Hurufilere göre İslâm peygamberi Hazreti Muhammed son peygamberdir, ve Tanrı her peygamberde kendisini aşama aşama açmıştır. Her peygamber kendinden önce gelen peygamberlerin sırlarının anlamını çözmekte Peygamber Muhammed ise son peygamber olduğu için kendisinden önceki peygamberlerin bildirdiklerinin anlamını çözecek anahtara sahiptir.
Hurufiler evrenin üç temel dönemi olduğu kabul ederler. Peygamberlik, İmamlık ve Tanrılık. Âdem ile başlayan ve İslam peygamberi Muhammed bin Abdullah ile sona eren dönem peygamberlik, Ali bin Ebu Talib ile başlayan ve onbirinci İmam Hasan el-Askerî ile biten dönem İmamlık dönemleridir. Bütün peygamberler Fazlullah'ı müjdelemişlerdir, ve Fazlullah ile tanrılık dönemi başlamıştır.
Hurufiliğe göre Allah'nın ilk tecellisi "Ses" ya da Kelam ile olduğundan sesin dış öğeleri ve bunların farklı kombinasyonları da kutsal nitelik taşır. Kutsal sesin öğeleri örneğin burun "elif" harfini, gözler "he" harfini, burnun iki yanı "lam" harflerini oluşturur. Böylelikle Hurufilere göre Tanrı, kendi ismi olan "Allah"ı insanın yüzüne nakşetmiş bulunmaktadır.
Kabala'da harflerin herbirinin sayısal değerinin oluşu ve Kutsal Metin'de sayısal değerlerin aranışı Hurufilerde de sözkonusudur.
İbadetler de harfler ile yorumlanır Hurufi inancında. Örneğin Hac, Fazlullah'ın öldürüldüğü yeri ziyaret, Şeytan taşlama Fazlullah'ı öldüren Timur'un oğlu Miranşah'ın Senceriye Kalesi'ni taşlamaktır.(Fazlullah: Hurufilik tarikatının kurucusu olan kişidir .)
islam literatürüne ters ictihatlarla islamın ruhani tarafını temsil eden tasavvufta yol alınamayacağı muhakkaktır .Allah taksiratını affeylesin ...
MustafaCeylan
Tamamlayıcı bilgilendirmenizden ötürü çok teşekkür ediyorum,
Kalbî sel3am ve saygılarımı sunuyorum...