- 20725 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
FUZULÎ RİND-İ ŞEYDÂDUR
Değerli Dostlar, şiir çözümlemeleri beyin fırtınası için güzel bir ortam sunar... Usta şairlerin kelimelere, deyimlere, mısralara yükledikleri sanatlar, çağrışımlar, anlamlar üzerinde düşünmek ve sonuçlarını olumlamak gerekir.
Fuzili’nin bugün dahi anlaşılabilir bir gazelini bu anlamda gözden geçirmeye çalıştım. Sürçi lisan edersek affola...
GAZEL
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân devâ-yi derd îder ihsân
Niçün kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânum töker kan çeşm-i giryânum
Uyarur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı
Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu akar su
Habibüm fasl-i güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gamum pinhan dutardum ben didiler yâra kıl rûşen
Disem ol bivefâ bilmen inanur mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettün aklumı zâil
Bana ta’neyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûli rind-i şeydâdur hemişe halka rüsvâdur
Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz mı
FUZÛLİ
* Felek : Gök
* Şem : Mum
* Şeb-i hicran : Ayrılık gecesi
* Çeşm-i giryan : Ağlayan göz
* Ruhsar : Yanak
* Görgeç : Görünce
* Rind : eski anlayışta olgun insan
* Şeyda : Divane, çılgın
Aruz vezniyle yazılan bu musammat gazele şairin dürmüş olduğu anlamları, sanatları, çağrışım ve simgeleri olumlayarak bulmaya çalışalım.
Birinci beyit üzerinden ufuk turu :
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı
İlk bakışta,
Sevgilim beni candan usandırdı, kendisi eziyet, sıkıntı vermekten usanmaz mı?
Ahımdan felekler yandı muradımın mumu hala yanmayacak mı ?
şeklinde günümüz Türkçesine aktarabileceğimiz ve dünyevi bir sevgiliye yazılmış gibi duran bu dizelerde gayet bilinçli bir metafizik kurgulama var.
İnsan varlığını izahta ten-can-tin üçlemesine göre ten topraktan gelen maddemizi, can bitki ve hayvanlarla ortak yanımız olan dünyevi diriliği, nefsimizi, tin Allah’ın bir nutfe olarak üfürdüğü ruhumuzu ifade etmektedir.
Şair birinci dizede, bu dünyada çektiği eziyet, sıkıntı ve düşkünlüklerin kaynağı olan nefsinden ve onun tasalludundan bir türlü kurtulamayan hayatından bezdiğini; Sevgilinin bütün bu olanlara tahammül etmeyi bırakarak vuslata yani ölüme kapı aralaması gerektiğini sorguluyor.
İkinci dizede geçen âh kavramı ise, kullanıldığı yere göre maddi ya da manevi bir acıyı, ağrı, pişmanlık, esef, acıma, özlem, yanıp yakılma, yakınma, ızdırap, yeis, ümitsizlik, beğenme, hayranlık duygularını ifade ettiği gibi, feryat, inilti, beddua, ilenç, vebal anlamlarını da içermektedir.
Ayrıca “Ahumdan” tabirine ceylanımdan kinaye ceylan gibi derin ve güzel bakışlımdan anlamını da verebiliriz.
Bu anlamların hangisini kullanırsak kullanalım dizedeki ifade doğrulanmaktadır. Yani bu kelime üzerinden salkım saçak çok tevriyeli bir imge yüklemesi yapılmıştır.
Felekler kavramına gelince, gök anlamını taşıyan felek kelimesinin çoğul halinde kullanılması eskilerin evreni içiçe dokuz boyuttan meydana gelmiş addetmelerinden dolayıdır.
Divan manzumelerinde nuh felek, nuh kıbab tabirlerine de çok rastlanılır. Kıbab arabça kubbenin çoğuludur.
Nuh farsça dokuz demektir. Büyük bir ihtimalle Farsçaya ön Türkçeden geçmiş gibidir.
Eski Türk öğretisine göre yaradılış, yeryüzünün simgesi huş (kayın) ağacının dokuz dalına bir kişilik düşecek şekilde olmuştur. Buradaki dokuzdan murat insanoğlunun iradei cüziyesine tanınan dokuz boyuta işarettir. Onuncu boyut mutlak değeri bir olduğu için Mutlak varlık boyutudur ve diğer dokuz boyutu ihata eder.
Esasen dokuz taşıyıcı bir rakamdır. Hangi rakama eklerseniz ekleyin mutlak değerini değiştirmez ve sonuç itibariyle varmış gibi yok hükmündedir.
Çinlilerin Hun dediği ecdadımız kendilerine (KH)u-nu(kh) diyorlardı ki çevirisi dokuz boyutlu dokuz semalı demektir. Boyutları birleyen anlamına da gelir.Nuh peygamber, adını buradan izafe almış gibidir.
Muradım Şem’i : Amacımın mumu, çerağı anlamını verebileceğimiz bu deyime Fuzuli uzak anlamlar da yüklemiş gibidir. Mirad yani aynayı çağrıştırmak suretiyle ” tek arzum aynamın yani gönlümün yegane ışığının kaynağını bulmaktır. Mum da duruş itibariyle bir rakamına benzer, demek istemekte…
Şair burada, algıma girebilecek bütün zahir ve batın anlamlar taşıyıcı boyutların üzerinden kül oldu zaten, onlar hiç hükmündeydi asıl olan mutlak varlık yani “Bir” boyutudur, benim emelim de O’nun yani gerçek sevgilinin esrarına erebilmek, O’nunla ünsiyet ve ülfet kurabilmektir. Beni bu kısır döngü içerisinde kıvrandırarak vebalimi alan da, hiçliğimi, karanlığımı giderecek mumumu, çerağımı yandıracak, aynamı yani gönlümü arındıracak da O’dur. Muradıma ne zaman erişeceğim diye sormaktadır.
Gazelin ikinci beyitinin ilk dizesinde, matla beyitini böylesi bir çerçevede anlamlandırmanın doğruluğuna işaret vardır:
Kamu bîmârına cânân devâ-yi derd îder ihsân
Can yani nefs kavramının tecellide karşılığı olan “Canan”, bütün varlıkların hastalıklarına dertlerinin özelliklerine göre şifa ihsan etmekte…
Burada gayet açıktır ki, Allah’ın güzel isimlerinden “Şafi” ye gönderme yapılmıştır. Bu göndermeyle matla beyitine dürülen anlamın da şifresi verilmiştir.
Kimi şairler şiirlerini gününde yaşayanların olduğu kadar geçmiş ata ruhlarının ve gelecek nesilden torunlarının da içinde kendilerini bulabilecekleri bir kurguyla yazar.
Şairimiz devrinde Bağdat’da yaşamış bir Türkmendi. Günümüzde yaşamış olduğunu varsayarsak bu beyitin devrimizin Irak bölgesinin ve Türkmen kardeşlerimizin durumuna da birebir uyduğunu söyleyebiliriz
İşte şairlik ve şiir. Üzerinde yoğunlaşınca düşüncemize ne büyük ufuklar açıyor değil mi?
Bu beyitteki sanatlar : Şair ahının hararetinden tutuşan aşk ateşiyle göklerin yanıp tutuştuğunu söylerken mübalağa, murâdum şem’i ibaresiyle teşbih-i beliğ (güzel benzetme) usanmaz mı, yanmaz mı sorularıyla iki ayrı istifham (soru sorma) , iki ayrı tecahül-i arif ( bildiğini bilmezden gelme) sanatı yapmıştır.
İkinci beyit üzerinden ufuk turu :
Kamu bîmârına cânân devâ-yi derd îder ihsân
Niçün kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı
Fuzuli birinci mısrada kullandığı "bimar-hasta" lafzıyla mecaz anlamında aşığı ikinci mısrada kullandığı bimar ile de bildiğimiz hastayı kullanarak "müşakale- anlam oyunu sanatı, birinci mısrada geçen bimar ve ihsan kavramlarına farklı anlam yüklemek suretiyle mecaz (değişmece) sanatı, dert ve deva gibi zıt kavramlarla tezat sanatı, ikinci mısradaki sorusuyla istfham sanatı yapıyor.
Aşık büyük bir tutkuyla bağlanıp seven demektir.
Deva-yi derd, ilacını içinde barındıran dert, derdin içinde saklı ilaçtır ki, "aşı" buna güzel bir örnektir. Fuzuli’nin yaşadığı dönem ve toplumda çiçek aşısı bilinmekteydi.
Canan can yani nefs kavramına tecelli eden mutlak varlık bağlamında kullanılmışsa, ihsan da kendini unuturcasına bir tutku ve bağlılıkla Allah’a ibadet şeklindeki tasavvufi anlamıyla yerine konursa, beyitin anlamı başka bir mecraya dökülür :
Canıma tecelli eden Mutlak Varlık, bütün aşıklarının gönül dertlerini bu derdin kaynağı olan tutkuları olağan üstü artırmak suretiyle kendilerini unuturcasına bir ibadet aşkına dönüştürerek tedavi ettiği halde, bende neden bu hal görülmüyor? Yoksa sandığımın aksine hasta değil miyim? Bu aşamayı geçirdim de farkında mı olamadım? Buna üzülmeli mi, sevinmeli miyim?
Üçüncü beyit üzerinden ufuk turu :
Şeb-i hicran yanar cânum töker kan çeşm-i giryânum
Uyarur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı
ilk bakışta
Ayrılık gecesi canım yanar, ağlayan gözlerim kan döker,
Feryatlarım halkı uyandırır, kara bahtım uyanmaz mı
şeklinde günümüz Türkçesine çevirebileceğimiz bu beyitte şair, yanarak ayrılık gecesini aydınlatan canını çerağa benzeterek kapalı istiare (eğretileme), ağlayan gözlerle uzlaşma sürecini, kan döker tabiri ile de bir isyanı zorla bastırma sürecini sembolize ederek temsili istiare sanatlarını, soru yötemiyle de istifham sanatını icra etmiştir...
Divan edebiyatında ateş aşığın içinde bulunduğu aşkın ıstırabıdır. Ayrıca sevgiliye duyulan özlem de ateşle ifade edilir. Bu ateş gözde tutuşur gönülde alevlenir ve aşığın kendisini yakar. Aşık bu ateşi söndürebilmek için daima gözyaşı akıtır fakat asla söndüremez. Ateşin yanında yanan ağızdan çıkan "ah" şeklinde bir de hava vardır ki , durmadan ateşi körükler.
Hicran ayrılığın yanı sıra göc yolculuğu, hasret acısı, insanın içine oturan onulmaz acı anlamlarına da gelmektedir.
Hasret gecesinin karanlığından kurtulma çaresini canını yani nefsini yakarak aydınlatmakta bulan şair nefsinin direnişini, ayaklanmasını ve bu yüzden çıkardığı çeşitli fitneleri bastırmak sürecinde ağlayıp, sızlama, yalvarıp, yakarma, güzellikle ikna etme yani uzlaşma arayışlarını tükettikten sonra isyanı (kan dökerek) zorla sona erdirdiğini, bu mücadele döneminde yaşadıklarını gözlemleyen yakın çevresinin de büyük cihadın ne anlama geldiği hususunda incelikleri gözlemleyerek gafletten uyandıklarını söylüyor.
Ama nefsinin yangınını bastırmasıyla imtihan sürecinin sona ermesinin hayatı da anlamsızlaştırarak geleceğini kararttığını, bu yangından arta kalan ve tam olarak yanıp kül olmadan sönerek yarı kömürleşen o mutmain nefsinin içindeki potansiyel kötülüğün tamamen yanıp kül olmasını arzuladığını ve uyarıcı feryatlarından ateşini tekrar uyandırma hususunda medet umduğunu belirtiyor...
Dördüncü beyit üzerinden ufuk turu :
Gül-i ruhsâruna karşu, gözümden kanlu akar su,
Habibüm fasl-i güldür bu, akar sular bulanmaz mı?
Takdir edersiniz ki, dil toplumların psikolojik evriminde önemli bir konuma sahiptir. Dilin unsurlarını bütün boyutlarıyla yoklayanlar da şairler ve yazarlardır. Şairler ister toplumcu ister bireyci hangi anlayışta olurlarsa olsunlar kullandıkları dile hizmetle bir anlamda toplum yapısını inşa ederler.
Dil ile düşünce arasındaki zihni birikim, sosyal psikolojiyle doğrudan irtibatlıdır. Şairler şiirlerinde uyguladıkları edebi sanatlarla kendi psikolojilerini çevrelerine yansıtarak toplumun beden dilinin oluşmasında etkinlik kazanırlar. Yani ben sanat için sanat yapıyorum diyen de aslında dolaylı bir şekilde toplumuna hizmet etmektedir.
Gelelim beyitin yorumuna...
İlk bakışta
Yanağının gülüne karşı gözümden yaşlar kanlı olarak akar.
Sevdiğim! Bu gül mevsimidir, bu mevsimde akar sular da bulanık akmaz mı?
şeklinde günümüz Türkçesine çevirebileceğimiz bu beyitin ilk mısrasında Şair, yanağı tecelli makamına benzeterek mecaz (değişmece), gül tabiriyle peygamber efendimizi, kan ve su tabirleriyle Kerbala olayını çağrıştırarak telmih, kinaye ve tariz, yanağınının gülü tamlamasıyla teşbih-i beliğ bütün bu tabirlerin bileşkesinde açık, kapalı, temsili istiare (eğretileme) ve mecaz-ı mürsel (düz değişmece) sanatlarını kullanmıştır.
İkinci mısrada gözyaşlarını akarsulara benzeterek mübalağa (abartı), habibüm hitabıyla nida ve peygamber efendimizin habib sıfatına telmih, "bulanmaz mı" ibaresinde "istifham-cevap karşılığı beklemeden soru sorma) sanatı ve tecahül-i arif, yanağın gülü ile gül mevsimi ibareleri arasında "tenasüp" sanatı, ilkbaharda suların coşkun ve bulanık akması zikredilerek kanlı yaşlar dökmeyi böylesi zarif bir sebebe bağlamakla da "hüsnü talil" sanatını icra etmiştir...
Bu açıklamalar ışığında beyiti, "Tecelligahının gülü olan Muhammed Mustafa’nın(s.a.v) aşkına onun ehlibeytinin başına gelenlerden dolayı içerim ve gözlerim kan ağlıyor, anlıyorum ki anılanlar ve ananlar açısından bu kaçınılmaz bir yazgıdır. Böylesine iç burkan bir ağlayışın kanla karışık olmasına şaşmamak gerekir, ey sevdiğim gül mevsimi ilkbaharda eriyen kar suları da sellere karışıp bulanık akmaz mı? " şeklinde bir yaklaşımla yorumlayabiliriz ...
Beşinci beyit üzerinden ufuk turu :
Gamum pinhan dutardum ben didiler yâra kıl rûşen
Disem ol bivefâ bilmen inanur mı inanmaz mı
İlk bakışta
Ben gamımı gizli tutuyordum; Sevgiline aç dediler.
Söylesem bilmiyorum o sebatsız inanır mı, inanmaz mı?
şeklinde günümüz Türkçesine çevirebileceğimiz bu beyitte Şair, kendisine sevmeyi aşkı öğreten ve ilahi gerçek aşka ulaşmasına vesile olan cismani karşı cinse bu halini açıp açmamakta tereddüde düşerek, onu bu anlamda kullanmış olmaktan için için kederleniyor, ondan gizlediği bu kaygısını açığa vurarak cismani sevgiliyi de aydınlatması hususunda dostlarının tavsiyesine uymak istiyor ama baştan sevgisine inanmayarak ilgisiz kalan anlayışı kıt vefasızın böylesine aşkın bir aşkı anlayabileceğinden ve özürüne inanıp, inanmayacağından endişeli...
Fuzuli bu beyitinde tevil, nidalı tecrit ve istifham sanatlarını peşpeşe kullanıyor...
Mecazi aşkla gerçek aşkı uyuşturmak suretiyle "tevil"e güzel bir örnek veriyor.
Sanki başkasına sesleniyormuş gibi bir kanaat uyandırıp kendi nefsine hitap ederek "nidalı tecrit" sanatını sergiliyor. Bu sanat şairlerin psikolojik ve sosyolojik kimliğini ortaya çıkaran en iyi araçlardandır.
6. beyit üzerinden ufuk turu :
Değildim ben sana mâil sen ettün aklumı zâil
Bana ta’neyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Bu beyiti yorumlayabilmek için beşinci beyiti anlamak gerekir. Şair o dizelerinde mecazi aşktan gerçek aşka geçmesine vesile olan cismani sevgiliye dönüş yapmıştı. Şimdi de ona hitap ediyor.
İlk bakışta
Ben sana düşkün değildim, sen benim aklımı başımdan aldın.
Benim bu halimi ayıplayan, eleştiren aymaz, seni görünce bana hak vererek utanmayacak mı?
şeklinde günümüz Türkçesine çevirebileceğimiz bu beyitte Şair birinci mısrada nida ve tariz sanatlarını kullanmış, ikinci mısrada da istifham ve tecahül-i arif sanatlarıyla birlikte, Yusuf ile Züleyha kıssasına gönderme yaparak kinaye ve telmih sanatlarını gayet ustaca icra etmiştir.
Şair, beşinci beyitte, kendisine sevmeyi aşkı öğreten ve ilahi gerçek aşka ulaşmasına vesile olan cismani karşı cinse bu halini açıp açmamakta tereddüde düşerek, onu bu anlamda kullanmış olmaktan için için kederlenmiş, ondan gizlediği bu kaygısını açığa vurarak cismani sevgiliyi de aydınlatması hususunda dostlarının tavsiyesine uymak istemişti ama baştan sevgisine inanmayarak ilgisiz kalan anlayışı kıt vefasızın böylesine aşkın bir aşkı anlayabileceğinden ve özürüne inanıp, inanmayacağından endişeliydi.Altıncı beyit Şairin bu ikileminin bir yansıması.
Dostlarına, üstelemeyin o vefasız böylesi derin ruh halimi anlayamaz diyende "o halde onda ne buldun da böylesi divanellğe vurdun" denilerek ayıplandığını belirtiyor... Kendi halinde bir insanken onunla karşılaştıktan sonra akılla kavranılamayacak tepkimeli bir tutkuyla serseme döndüğünü hitap ve tariz yoluyla anlatıyor;
Kendisini kınayanların Yusuf ile Züleyha kıssasında olduğu gibi cismani sevgilide tecelli eden Cemal sıfatının olağanüstü yansıması karşısında apışıp kalarak ayıplandığı duruma düşeceklerinden emin bir şekilde soruyor, beni kınayan aymazlar seni görünce utanmayacaklar mı?
7. beyit üzerinden ufuk turu
Fuzûli rind-i şeydâdur hemişe halka rüsvâdur
Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz mı
Şair bu son beyitinde rint ve sevda kavramlarını uzak anlamlarında da kullanarak tevriye, sorun kim hitabıyla nidalı tecrit, -dur redifleriyle örtülü nida, usanmaz mı sorusuyla istifham ve tecahüli arif sanatlarını icra etmiştir.
Rint kavramı bugün kazanmış olduğu hazperest anlamının aksine Şairin yaşamış olduğu dönemde, görünüşe ve dünya işlerine kıymet vermeyen, kurallardan uzak, bütün varlığı kendi iç dünyasına göre değerlendiren, gönül gözüyle gören, hoş görülü, kalender, içkiye düşkün ve derbeder görünüşünün zıddına arif, hakim, gönül ehli kimse anlamına geliyordu.
İlk bakışta
Fuzuli aşk yüzünden çılgına dönmüş bir rinttir. Bu yüzden daima dile düşmüş halkın gözünde rezil rüsva olmuştur.
Ona sorun ki, bu ne biçim bir sevgidir, bu sevgiden usanmayacak mı?
şeklinde günümüz Türkçesine çevirebileceğimiz bu mısralarında Şair, " Fuzuli mistik bir çılgındır, gerçek yüzünü gizlemek ve sıradan halkın kıymet verdiği dünyevi değerlerden ipini kopararak onlar nezdinde aşağılanmayı göze alarak manevi alemde olgunlaşmanının melamet yoluna düşmüştür... Ey okur burda dur ve düşün ki, bu sevda sıradan insanların anlayabileceği tarzdan çok nazın usandırabileceği mecazi bir sevda değil, insanı derinliğine çeken kendisinden hiç bıkılmayacak ilahi gerçek aşktır, " demek istiyor.
Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
YORUMLAR
Edep dairesinde eleştirmek hakkınız Elif Hanım !... Devam edeceğiz dediniz, lütfen havlu atmayın devam edin... Edin ki, haddimizi bilelim... Her edebi eser hale ve geleceğe yazılmış bir mektuptur. Okuyanların şerhine de teviline de açıktır... Hele ki şiirde bunun aksi düşünülemez yani kimse bu budur deyip bağnazlık zindanına atamaz... Tefekkürü tefekkür etmenizde yarar var... Değerli tenkitlerinizden bizleri mahrum etmeyiniz...i
Aferin almak gibi bir maksadımız olmamıştır. Hakaret içeren bir cümle kurmadık zira. O sizin büktüğğnüz aynadaki cam kırıklarının aksi olabilir. Eleştiri götürmez bir yazıydı ! fakat muhatap olduk bizler varisiyiz ecdadın her gelen giden şerh edemez tevil edemez....
Söyleyeceklerimiz vardır amma kısa kesiyorum.
Şahsınızı tanımam, bilmem, muhtabım yazıdır.
Eleştiri de görevimizdir.
Elif Gülce tarafından 12/5/2017 9:14:49 PM zamanında düzenlenmiştir.
YUSUF BİLGE
Aferin Elif Hanım, devam et !.. Hakaratamiz sözlerinize içbükey ayna tuttuk, dikkatle bakarsanız kendinizi göreceksiniz... Bir münazara bağımlısının, kastımız "beyin fırtınası"na katkı sunmasından ise ziyadesiyle memnunuz. Muhatablarınızı, ıkınmalı tenkitleriniz ve olmayana ergi zorlamalarla müstefit kılma çabanızsa takdire değer... Ayağın göl başın pınar, yürü sonuna kadar... Sözüne nokta koyanda meramınız kaç okkadır tartarız... .. da.....!
Her Sürç-i Lisan Affolmaz (1) Yusuf Bilge ye Reddiye
Bazı sürç-i lisanlar affolur!
Lakin söz konusu Fuzûli olunca zor biraz. Bireysel bir yazı değil siz, Divan edebiyatının temel taşına dinamit koymaya yeltenmişşiniz. Toplumun algısıyla anlayışıyla bir cahil tecessüsü ile edebiyatımızın güzide gazelini beyin fırtınası ile yorumlamaya tevessül etmek pek de affolunacak bir tablo değil.
Gazeli bir ucubeye dönüştüren yorumunuz, güzeli ve kıymetli olanı değersizleştirmiş, beyin jimnastiği uğruna harcanmıştır.
Divan edebiyatında bu tip manzumeler çoktur diyor Yusuf Bilge. Bir kere" manzume" başka şeydir" şiir "başka bir şey. Manzume ile şiirin farkını bilmeden bir gazeli yorumlamaya kalkışmak ne büyük cüret.
Manzume günlük konuşma dilinin ölçülü kafiyeli söylenişidir. Kelimeler manzumelerde duygusal, imgesel yani sanatsal manaları ile kullanılmaz. Bir olayı bir durumu öyküleyerek anlatan dizeler manzumedir. Söz konusu bir
gazeldir ve asla manzume değildir.
Hem beyin fırtınası 5-6kişi ile yapılan çözümsüz kalınmış bir meseleye farklı bir çözüm bulmak için uygulanan bir yöntemdir. Yani şerh ve yorumlarda bu yöntem kullanılmaz.
Ne varki edebiyat kadar savunmasız bir saha var mıdır bilemiyorum. Ne yazık ki eli kalem tutan yazarım şairim zannıyla bu sahayı toz dumana katıyorlar ve şiiri sevecek yahut sevmekte olan ya da merak edip adım atanlara bu mübarek yaklaşımlar ile Çin seddi kuranlara sözüm. Ve sözüm meclisten içeri. İsteyen üzerine alınabilir ki böylece maksat hasıl olsun.
Siz şahit oldunuz mu bir ilacın kapsülünü eline alıp bu kapsülün rengi şudur karaciğere iyi gelir, ebatı şudur mideyle alakalı olabilir ya da bir kutuda 24 adet var birden de içebilirsiniz, üç günde de ya da bir haftada işte.... Beyin fırtınası yapıp sorgulayıp keyfinize göre yutun. Nasılsa olumlama yapacağız....!
Zehirlendiniz lütfen olumlama yapın ölmeyeceksiniz...
Yemin ediyorum böyle şaka olmaz böyle bir gerçek de olmaz böyle bir yalan da olmaz.
Edebiyat savunmasız. Aman canım Fuzûlî de öleli epey olmuş bir ölüyü kim savunacak. Hem sen şu işe bak ki bir muhterem kalkmış 21 yy da gazel okuyor, efendiim gazeli değerlendiriyor aman Yarabbi ne kadar kadirşinas!
Bir tutum değil mi?
Değil zinhar değil. Bu bir kaos bu bir kütüphane katliamı bu bir hafıza vurgunu bu bir dimağ hastalığıdır.
İzah edeceğim etmesine de nereye kadar tahammül edebileceğim bilemiyorum.
Şükriye Tutkun söylüyordu :Gücüm yetene kadar!
Sayın Yusuf Bilge de yarım doktor nasıl candan ederse Fuzili’nin gazelini talan etmiştir. Kalkmış ilaca kendince bir prospektüs yazmış.
Hani bildiğimiz aspirine, zaman zaman aldığımız etkisi kanıtlanmış ağrı kesicimize yeni teviller yap tıp camiası ayağa kalkar. Fakat ne acı ki bir gazele, o hakim anlatıcıya, o rind tutuma, o şahika beyitlere, o devasa gazele yırtma yapıştırma yorumlar yaz. Reva mı... Nasılsa itiraz gelmez.
Bu ülkede ehil olmayanların elinden dilinden başımıza gelmedik kalmamışken...
Neyse daha fazla girizgaha gerek yok deyip Yusuf Bilge ye reddiyemi sunmakla üzerime düşen görevi yapmış olup vicdanen rahatlayacağım.
________________________________________________
Felek : Gök
* Şem : Mum
* Şeb-i hicran : Ayrılık gecesi
* Çeşm-i giryan : Ağlayan göz
* Ruhsar : Yanak
* Görgeç : Görünce
* Rind : eski anlayışta olgun insan
* Şeyda : Divane, çılgın
Aruz vezniyle yazılan bu musammat gazele şairin dürmüş olduğu anlamları, sanatları, çağrışım ve simgeleri olumlayarak bulmaya çalışalım.
Birinci beyit üzerinden ufuk turu :
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı
İlk bakışta,
Sevgilim beni candan usandırdı, kendisi eziyet, sıkıntı vermekten usanmaz mı?
Ahımdan felekler yandı muradımın mumu hala yanmayacak mı ?
şeklinde günümüz Türkçesine aktarabileceğimiz ve dünyevi bir sevgiliye yazılmış gibi duran bu dizelerde gayet bilinçli bir metafizik kurgulama var.
İnsan varlığını izahta ten-can-tin üçlemesine göre ten topraktan gelen maddemizi, can bitki ve hayvanlarla ortak yanımız olan dünyevi diriliği, nefsimizi, tin Allah’ın bir nutfe olarak üfürdüğü ruhumuzu ifade etmektedir.
Şair birinci dizede, bu dünyada çektiği eziyet, sıkıntı ve düşkünlüklerin kaynağı olan nefsinden ve onun tasalludundan bir türlü kurtulamayan hayatından bezdiğini; Sevgilinin bütün bu olanlara tahammül etmeyi bırakarak vuslata yani ölüme kapı aralaması gerektiğini sorguluyor.
_________________________________________________________________
Zahmet edip sözlük manalarını verilmiş. Bir hayli iddiali başlıyor gibi bu yanıyla taktir edebilirim derken "rind" kavramının karşılığı maalesef çok hatalı çok kaba." Eski dil"tabiri de öyle kaçamak bir tamlama ki... Hay Allah neyse...
Rind ve Zahid
" Klâsik Türk şiirinde dünya ve âhiret telâkkisi açısından iki tarzdan söz etmek mümkündür: Rind ve Zâhid.
Rind; şekil kaygılarından uzak, hoşgörü ve müsamaha sahibi, ne dine ne de dünyaya sırt çeviren, «Allah affedicidir, elbette beni de bağışlayacaktır.» şeklinde düşünen, dış görünüşüne bakınca dinin emir ve yasaklarına aldırış etmeyen bir sapık ve günahkâr; fakat içinden dinin getirdiği yolda olan ve emirlerine uyan, yasaklarını işlemekten sakınan bir anlayışı;
Zâhid ise; aklı ve hesabı kendine rehber edinen, kendi nefsini ön plânda tutan, dünyada işlediği amellerin karşılığında âhirette cenneti gözleyen, bu yönden bakıldığında menfaatçi ve şekilperest, dünya menfaatleri yüzünden dindar geçinen, fırsat buldukça günah işlemekten çekinmeyen dindar kıyafetine bürünmüş münafık bir anlayışı temsil eder.
Rind «ibn-i vakt»tir. Yani ânı yaşayıp; «Dün geçmiştir, yarın ise bilinmiyor; biz, bize düşeni bugün yapmalıyız.» görüşünü kendisine düstur edinmiştir. Gam-ı ferdâ yani «gelecek endişesi» taşımaz, kendisini cehennem azabıyla korkutmaya çalışan zâhide cüretkâr cevaplar verir:
Harâbât ehline dûzâh azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
[Hayâlî]
Madde ve mânâ, akıl ve aşk, dünya ve âhiret... İşte rind ve zâhidin özellikleri... Rindin aşkı «şem ü pervane», zâhidin aşkı ise «gül ü bülbül»dür. Sevgilisinin etrafında dönüp duran bülbül, feryâd u figān ederek aşkını herkese duyurur. Rind ise sevgilisinin etrafında dönerken yanar, kül olur; ama âh u figān etmez. Biri diğerini yakar diğeri de onun etrafında dönerken yanar. Neticede yok olurlar. Zaten «hâl ehline izhâr-ı muhabbet lâzım değildir.»
______________________________________________
Simgeleri olumlayarak bulmaya çalışmak"
Vallahi bu ifadeyi okuyunca saçlarımda kaç tane daha beyaz arttı bilemiyorum.
Neyse bu olumlama...
Sanırım 3 doz alınca zehirlendik efendim olumla olumla iyileşeceğiz! Demek gibi.
Şair o kadar olumsuz ki biz olumlayarak hoş görerek daha nazik daha latif daha velud bir yaklaşım sergileyeceğiz diyor galiba Yusuf Bey?
________________________________________
İlk beyiti günümüz Türkçesine çevirmiş Yusuf Bey. Berhudar olun da... "Bilinçli bir metafizik kurgulamayı" nasıl tespit ettiniz helal olsun.
"Ten-can-tin" üçlemesinin metafizik ile bağlantısı ilginç olmalı diye heyecanla okumaya devam etmedim desem... Haydi neyse zoraki ucundan bucağından zorla metafiziğe yakın bir şeyler söylenebilir. Amma konuya uzak yani Fuzuli ile yeni tanışıyor olsaydım bu labirent gibi görünen gazeli matla beyitte terk ederdim.
Ya sabır deyip yürüyelim.
............
1.dizede diye başlayan giriş tam bir yıkımla nihayet bulmuş.
Şair usanmış cefadan ve sevgiliye ölümün yani vuslatın kapısını aç bir zahmet de ağzımızın tadıyla ölelim diyor.
Şair, Yusuf Bilge nin ifadesiyle e bunu "sorguluyorumuş!"
Ne sorgu yahu çapraz sorgu!
Ey sevgili artık tahammül etme.. Bırak da tahammülü aç kapıyı. Ölelim izin ver.
Edebiyat tarihinde böyle bir şerh görmedim duymadım...
Derken Allahın insana nutfe olarak üfürfüğü cümlesine gelince....
Artık iyice ihtiyarladım....!
Nutfe bir hücredir. Allah ruhundan nefh etmiştir nutfeden üfürmemiştir.
Bakınız Kur an ı Kerim..
Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne)
Beyinde fırtına olunca böyle oluyor efendim. Ortalık tufan kıyamet. Gazel tarumar...
Şimdilik bu kadar kafi...
Devam edeceğiz.
Elif Gülce tarafından 12/5/2017 8:58:49 PM zamanında düzenlenmiştir.
YUSUF BİLGE
Saygıdeğer Elif Hanımefendi, esasen okuduğum bir şiirin bendeki çağrışımlarını o şiiri yazan Şair ya da Şairenin şahsa özel sır namesi ssyar, bu yüzden de özgelerle paylaşmaktan hoşlanmam... Yalnız bu şiir müstesna... Çünkü istedim ki, bu çalışma, "şiir üzerinden beyin fırtınası"na örnek bir kapı aralasın... Birileri çıkıp desin " şu mısrada Şairin maksadına yanlış yorum getirmişsin, öyle değil de şöyle olmalı"...
Beş yıl aradan sonra çalışmanın gayesine uygun bir yorum tarafınızdan sayfaya düştü. Teşekkürlerimle... Çalışmada eleştirdiğiniz hususların giderildiği daha güzel ve daha derli toplu, ihatalı bir çalışmayı ortaya koyarsanız seviniriz... Saygılarımla...
YUSUF BİLGE tarafından 12/4/2017 8:01:46 PM zamanında düzenlenmiştir.
Fuzuli hem rind hem de şeydadır. Meşrebi zahid olan tan ve talan eder. Bu asırlık kapı yani Divan edebiyatı herkese açılmaz. Açan da cevahir gerek. Anlayış ve izan gerek.
Şarihler şairlerden daha fazla mertebe sahibi olsun ki şiirin kimyası izhar olsun. Fakat nafile... Her şerh bizi biraz daha uzaklaştırır şiirden.
Efendim şu beyitte şu sanat vardır. Tamam. Burda şair şunu söylemiştir bu da tamam. Fakat bu sanat buluculuk sanki bulmaca çözer gibi olmuş. Şair burada istifham burada telmih... Fakat azizim bu uzatılan ipi yani sanatı tut ve bizi bu kuyudan cıkarsana. Yok!
Fuzuli dedim mi kırk kere düşünüp öyle yazmalı.
Çalışmanızda bir emek var fakat öyle çelişkilerle dolu ki gazelin labirentinden çıkmak kabil değil.
1.beyitin izahı tam bir facia. Şair sevgiliyi nefsi olarak görmüş nefsin zulmünden dem vurmuştur.
2.beyit
Bu beyitte sevgili şafi ismi ile işaret olunan Allah oluveriyor.
Daha evvelinde can /nefs mana olarak değerlendiriliyor tecellisi canan oluyor.
Canan ki şifa vermiyor aşıklara nasil Şafi olur?
Yani demem o ki şiir tesbih gibi dağılmaya devam ediyor.
Derdin içindeki devaya münhasır çiçek aşısı örneği bir dehşete düşürdü hafsalamı.
Neyse efenim...
İlerleyen beyitlerde sevgili izahı Yusuf ile Züleyha ya varıyor. Çok şükür. Telmih doğru tespit yerinde lakinn izah ezberden olmuş.
Yusuf bey divan edebiyatına olan ilgi güzel fakat dil evrimi gibi şahane bir ifadenin şahikasına varmak namümkün!
Güzel ve altı çizilecek anlatımları terazinin bir kefesine sizin yorum ve buluşlarınızı bir diğer kefeye koyup tarttım ve fakatt bir biriyle çelişkilydi ve bir birini nehyttiler.
Saygılarımla.
Elif Gülce tarafından 12/2/2017 10:04:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
YUSUF BİLGE
5 yıl aradan sonra çalışmanın gayesine uygun bir yorum tarafınızdan sayfaya düştü. Teşekkürlerimle... Çalışmada eleştirdiğiniz hususların giderildiği daha güzel ve daha derli toplu, igatalı bir çalışmayı ortaya koyarsanız seviniriz... Saygılarımla...
çOK GÜZEL BİR TAHLİLDİ HOCAM,BU GAZELİ HİÇ BÖYLE YORUMLAMAMIŞTIM,FARKLI BAKIŞ AÇISIYLA ŞİİRİ DAHA DA ZENGİNLEŞTİRMİŞSİNİZ.ÇOK İNCE BİR DUYARLILIKLA,TİTİZCE FfUZULİNİN adeta ruhunu yansıtmışsınız.Divan şiirini sevdiren bir yaklaşımınız var.Elinize,kaleminize sağlık.
Çok çok sevdiğim bir gazeldir. Çok kıymetli bir çalışma, paylaştığınız. Kıymeti bilinir mi bilmem ama, sanıyorum ki, size bu çalışmayı yaparken hissettiğiniz duygular bile kafi gelecektir. Zira her okuduğumda için için ağlamaklığımdan bilirim o duyguyu. Kaldı ki böyle derinlemesine bir tevil... .
Sağolun paylaştığınız için. Çok...