ŞİİR ZEVKİ VE ŞİİR ÂLEMİNDE KÜÇÜK BİR GEZİNTİ
AÇIKLAMALAR:
1- Bu derleme 2011 yılında yapılmıştır.
2- Yazının tamamını okuyamıyorsanız veya yazı düzgün görüntülenmiyorsa, siteye üye olmadan, aşağıdaki adresten yazının tamamına ulaşabilirsiniz:
www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=90871
Şiir zevki, estetiği zamana, ortama göre değişen hatta çokça şiir okumak ve inceleme yapmak ile gelişebilen bir şeydir. İnsanın zaman içinde değişmesi gibi şiir zevki de zaman içinde değişmektedir. İnsandaki bu değişim gibi insanlığında zaman içinde şiir zevki, şiir estetiği değişmiştir.
Şiir nasıl olmalıdır? Şu bir gerçek ki, bunun kesin sınırlarını çizmek ve şu şiir tarzı en iyi şiir tarzı demek mümkün değil. Şiir yerine göre aruz vezniyle, hece vezniyle veya serbest vezinle yazılabileceği gibi kafiyeli veya kafiyesiz de olabilir. Her şiir tarzının iyi örnekleri ve kötü örnekleri olabilir; fakat hikâye gibi okunan, okuyan kişinin sesine, duygusuna ve vurgusuna bağlı olarak duygu oluşturabilen, şiir kalıbına pek de girmeyen, yazılara “şiirimsi” diyorum. Bunların doğrudan şiir kategorisine konulması kanımca doğru değil.
Şiirde bir duyguyu vurgulamak, tesirli kılmak için “ben öldüm, bittim, sen gittin perişan oldum” gibi sözler yazmanın yanlış olduğu kanaatindeyim. Bu türden sözler yazmak, mübalağa sanatının ötesinde perişanlık ifade eden riyakâr sözler ve duygunun doğrudan ifadesi olup şiiri arabesk bir hale getiriyor. Bu tür şiirlere “arabesk şiirler” diyebiliriz. Şiirde bir duyguyu vurgulamak, tesirli kılmak için edebî sanatlar kullanılabilir. Bu şekilde şiirde duygu, vurgu ve tesir artırılabilir. Gerektiğinde bir duygunun, arabeske kaçmadan, en şiddetli şekilde nasıl ifade edilebileceğinin bazı örnekleri de aşağıda verilecektir.
Şiir zevkimizi ancak kaliteli şiirler okuyarak geliştirebiliriz. İyi okumalar:
Necip Fazıl Kısakürek’in “Beklenen” şiiri:
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.”
Fûzulî,
“Beni cândan usandırdı cefâdan bu yâr usanmaz mı?
Felekler yandı âhımdan murâdımın şem’i yanmaz mı?
Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân
Niçin kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı?
…..
Değildim ben sana mâ’il sen ettin aklımı zâ’il
Bana ta’n eyliyen gâfil seni görgeç utanmaz mı?”
Atilla İlhan,
“Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum”
Ahmet Muhip Dıranas,
“Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ”
Yine aşkın olması gereken şiddetini Ahmet Muhip Dıranas şöyle tarif ediyor:
“İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı”
“Sessiz Gemi” şiirinde Yahya Kemal Beyatlı tek kelime ölümden bahsetmeden ölümü ne güzel anlatır. Ölüm anını bir geminin demir alması gibi zamandan demir almaya benzeterek olayı çok güzel resmeder:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli
Biçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.”
Alphonse de Lamartine de “Göl” şiirinde zamanı denize benzetir ve zamana demir atarak durdurmak ister:
“Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin
Hep başka sahillere doğru sürüklenen biz
Zaman adlı denizde bir gün, bir lâhza için
Demirleyemez miyiz?”
William Shakespeare, zamanın acımasızca yıpratmasını “Soneler”de şöyle ifade ediyor:
“Gençliğe vergi olan süsü zaman didikler,
Derin çizgiler kazar güzelliğin alnına,
En gözde varlıkları canavarlar gibi yer.”
William Shakespeare sevgilisinin güzelliği karşısında gözünün ve gönlünün birbiri ile mücadelesini ise şöyle ifade ediyor:
“Savaşır gözlerimle gönlüm öldüresiye
Senin güzelliğinin ganimeti yüzünden
Gözüm kovar gönlümü seni görmesin diye,”
William Shakespeare yine “Soneler”de sevgiliyi için “Seni övmeye sebil ettim mısralarımı” der ve sevgiliyi mübalağalı bir şekilde mısralarıyla över:
“Göz karanlıkla ışır, karanlıkları deler
Başka bütün gölgeler, gölgende ışık bulur”
“Bildiğim bunca çiçek var, her birinde gördüm şunu:
Ya rengini senden çalmış ya da cânım kokusunu”
Shakespeare sevgiliye bakan gözle değil gönülden sevdiğini şöyle ifade eder:
“Gözlerim ressam oldu güzelliğine
Kalbimin levhasına nakşetti görüntünü”
“Tanrı bilir, gözümle sevmiyorum ben seni
Çünkü sana baktıkça gözüm bin kusur bulur.
Ama yüreğim sever gözün sevmediğini”
Başka bir mısrada ise Shakespeare, “Sen ancak görenleri seversin, bense (aşkımdan) körüm” der.
W.Shakespeare,
“Nurlu gün, bakıyorum çirkin geceye göçmüş
Görüyorum soluyor, yaşlanıyor menekşe”
Nedim,
“Güllü dîbâ giydin amma korkarım âzâr eder
Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-ü dîbâ seni.”
(Nedim sevgilisine olan hassasiyetini ve sevgilisinin narinliğini günümüz Türkçesi ile söyle ifade ediyor: “Güllü elbise giydin ama korkarım ki elbisenin üzerindeki gülün dikeninin gölgesi yaralar seni”)
“Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Hân mısın kâfir
Aman dünyayı yaktın âteş-i sûzan mısın kâfir”
(Tahammül ülkesini yakıp yıktın; Hülâgû Hân mısın, kâfir? Aman bütün dünyayı yaktın, yoksa yakıcı bir ateş misin kâfir?) (Kâfir kelimesi, kara anlamına ve mecazî olarak fettan anlamına da gelir.)
Nev’i,
“Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yoktur.
Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur.”
(Belâ gönüldendir, o sevgili elinden değil. Şikâyet, gönüldendir, kimseden feryâdımız yoktur.)
Necatî,
“Ayağı yer mi basar zülfüne ber-dâr olanın
Zevk-ü şevk ile verir cân-u seri döne döne”
(Senin zülfüne asılanın ayağı yere mi basar? Canı da, başı da aşkla, şevkle döne döne verir.)
“Deme kim yârda yok cevr-ü cefâdan gayrı
Ne dilersen bulunur mihr-ü vefâdan gayrı”
(Sevgilide eziyet ve zulümden gayri bir şey yok deme. Onda sevgiden ve vefadan gayrı ne istersen bulunur.)
Şeyhülislâm Yahya,
“Erdi bahar sen yine şâd olmadın gönül
Güllerle lâlelerle küşâd olmadın gönül”
Hafız, (Türkçeye tercüme)
“Gel gel de bir zaman şarapla harap olalım.
Belki bu harabatta bir defineye rastlarız.”
“Bu can yakan derdi kime söyleyeyim, kime şikâyet edeyim?
Canıma kasteden benim doktorum.”
(Şiiri “Derdime nasıl ilâç bulayım? Derdim ilâcımdır benim.” şeklinde kısaltabiliriz.)
Fûzulî,
“Ne müşkil dert olursa bulunur âlemde dermanı
Ne müşkül dert imiş ışkun ki dermân eylemek olmaz”
“Işk derdiyle hoşem ilâcımdan el çek tabip
Kılma dermân kim helâkim zehri dermanındadır”
Müverrih Ali,
“Var iy tabip bizim sen el vurma zahmımıza
İlâca kabil olur taze yâremiz yoktur.”
Hafız, (Türkçeye tercüme)
“Dudağının şarabı dudağımdan uzak olmayasıca,
Acaba kimin hayat şarabı, kiminle kadeh tokuşturmada?”
“Güzelliğin nisabı kemalini bulmuş;
Ben bir fakir, bir yoksulum; bana zekât ver”
Fûzulî,
“Men fakirem sen gani vergil zekât-ı hüsn kim”
(Ben fakirim sen zengin, güzelliğin zekâtını ver)
Ahmet Paşa,
“Ahmed-i dil hasteden hüsnün zekâtın yığma kim
Gam bucağında yatıp derdinle dermansız geçer”
(Gönlü aşk hastası olan Ahmet’ten güzelliğin zekâtını esirgeme. Gam bucağında derdinle yatıp, dermansız yaşıyor.)
Fûzulî,
“Ya Râb belâ-yı aşk ile kıl âşnâ meni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cûdâ meni”
(Ya Rab! Aşk belâsıyla beni içli dışlı eyle. Beni bir an bile aşk belâsından ayrı koyma.)
“Demem kim adli yok ya zulmü çok her hal ile olsa
Gönül tahtına ondan özge sultan olmasın ya Rab”
(Adaleti yok zulmü çok demem, her hal ile olsun, gönül tahtına ondan başka sultan olmasın, ya Rab.)
“Bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var
Âşık-ı sâdık benem Mecnûn’un ancak adı var”
Selimî, (Yavuz Sultan Selim Han)
“Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek”
(Her ne kadar bu şiirin Yavuz Sultan Selim Han’a ait olup olmadığı tartışma konusu olsa da şiir Yavuz’un kişiliğiyle çok iyi örtüşmektedir.)
“Sanma şâhum herkesi sen sâdıkâne yâr olur.
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur.
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur.
Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur.
(Bu şiir de soldan sağa ve yukarıdan aşağıya okunduğunda aynı mısralardan oluşur.)
Fûzulî,
“İlde bir kurban keserler halk-u âlem iyd için
Dem be dem sâ’at be sâ’at men senin kurbânınam”
(Halk, âlem kurban bayramı geldiğinde yılda bir kere kurban keser. Ben senin her zaman, her saat kurbanınım)
“Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı”
(Ne yanar kimse bana gönül ateşinden başka. Ne açar kimse kapımı sabah rüzgârından başka.)
Bakî,
“Yârdan cevr-ü cefâ lûtfu kerem gibi gelir
Gayrıdan mihr-ü vefa derd-ü elem gibi gelir”
“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”
“Kadeh kan ağlayup def sîne döver ney figân eyler”
Şeyh Galip,
“Zannetme ki şöyle böyle bir söz
Gel sen dahi söyle böyle bir söz”
Nabî,
“Gonca gülsün gül açılsın cûy feryâd eylesin
Sen sus ey bülbül biraz gülşende yârim söylesin”
(Gonca gülsün, gül açılsın, ırmak çağlayarak nağmelensin. Ey bülbül sen sus artık gül bahçesinde sevgilim şakısın.)
Nef’i,
“Bâde gam verir bize biz âşık-ı dîvâneyiz
Gelmeden bu bezme câm-ı aşk ile mestâneyiz”
(Öyle dîvâne âşıklarız ki biz, şarap ancak bize üzüntü verir. Çünkü biz, bu dünya meclisine gelmeden önce (Elest bezminde) aşk kadehi ile sarhoş olmuşuz.)
“Gönül ne gök, ne elâ, ne lacivert arıyor
Ah bu gönül bu gönül, kendine dert arıyor”
Ahmet Paşa,
“Lebin lebine erişmeğe çâre yoh Ahmet
Meğerki toprağını kıla rûzigâr kadeh”
(Ey Ahmet! Dudağının, sevgilinin dudağına erişmesine çare yok; Meğerki gelecek zaman, senin mezar toprağından bir kadeh yapsın) (da onunla sevgili şarap içsin)
Seyyid Nesîmî,
“Mende sığar iki cihân men bu cihâna sığmazam
Gevher-i Lâ-mekân menem kevn-ü mekâna sığmazam”
(İki cihân bende sığar, ben bu cihâna sığmam. Lâ mekân (olan Tanrı’nın) cevheri benken elbette varlığa ve mekâna sığmam.) (Bahtiyar Vahapzâde şiirin ilk mısrasının şöyle olması gerektiği kanaatinde: “Mende sığar iken cihân men bu cihâna sığmazam.”)
Eşrefoğlu Rûmî,
“Ey gönül bir derde düş kim anda derman gizlidir
Gel karış bir katreye kim anda ummân gizlidir”
Necip Fazıl Kısakürek,
“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akarya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya”
“Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan İstanbul, İstanbul…”
Loise Bogan,
“Dönsen bulutlar ötesinden
Birden sen ışısan yeni günle
Büyüyecek uzaklıklar erise
Sönsen susmuşlar ülkesinden”
Ömer Hayyam,
“Ey dudağı eş olan hayatın kaynağına!
Öptürme dudağını şarabın bardağına”
Süleyman Çelebi şiirinde,
“Her nefeste eyledik yüz bin günah
Bir günaha etmedik hiçbir gün âh.”
Hamdullah Hamdi,
“İftira etme bî-günaha sakın
Erişir bir gün âhı sakın”
Manî
“Gidiyorum işte gör
Hayâlde gör düşte gör
Sen beni yâr bilmedin
Bir kötüye düşte gör.”
Reşat Nuri,
“Yer beni
Yüreğime bir kor düştü
Gece gündüz yer beni
Ben bu dertten ölürsem
Kabul etmez yer beni”
Emrah,
“Bu kadar letâfet çünkü sende var
Beyaz gerdânında bir ben gerek”
Gevherî,
“Benler sayılır ıraktan
Gözlerim doldu firaktan
Bir bûse ver al yanaktan
Ödünç olmazsa borç olsun”
“Gevherî der yaylaların yaylasam
Arzıhal eylesem hâlim söylesem
Abd-i memlûk olup hizmet eylesem
Kula sultan olur musun ne dersin”
“Şu âlemde bulamadım vefânı
Ben severim iller sürer sefânı
Be insafsız az mı çektim cefânı
Hatırdan gönülden geçmek yol mudur”
“Der Gevherî dilber düştü inâda
Kimse bakî kalmaz dâr-ı fenâda
İmtihan olunca rûz-i cezâda
Ya ben senden hakkım alamaz mıyım”
“Ağlama kendüni tebah idersin
Kıyma vücuduna günah idersin
Bencileyin ağlar ne âh idersin
Yüce dağlar gibi elemin mi var”
“Gevherî der işler hatâ
Katırlar baskındır ata
Olur olmaz maslahata
Çocuklar karışır oldu”
Kul Sâdi,
“Okumaz, yetinir yaldızlı kabla
Tavası delinmiş avunur sapla
Pınarın başında susuz ölüyor
Kitaplığı süslü cilt cilt kitapla”
Ders veren, öğüt veren, belli bir felsefesi olan şiirlere birkaç örnek verelim:
Yahya Kemal Beyatlı,
“Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi”
Mehmet Akif Ersoy,
“Bir külâh kapmaksa şayet bunca hırsın gayesi,
Kendi namusun olur er geç onun sermayesi”
“Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası”
“Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter!
Bin çalış gayen için, bir kazan ömründe yeter”
“Yıldırımlar gibi beyinden indikçe şiddet
Bir yanardağ gibi fışkırdı yürekten nefret”
İsmail Faide,
“Gökten iner mi tembel için arza maide
Öyle kütük gibi yaşamaktan ne faide”
Ziya Paşa,
“Erişir menzil-i maksûduna âheste giden
Tiz reftar olanın pâyine damen dolaşır”
“Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”
“Bed asla necabet mi verir hiç üniforma
Zerdüz palan vursak eşek yine eşektir.”
Yaşar Çalışkan,
“Bir mezar taşıdır insandan yarına kalan
Onu da başkası yaptırır, gayrisi yalan”
Abdülhak Hamit Tarhan,
“Her bildiğini eyleme izhâr ki zinhâr
İnsan o zaman etmiş olur cehlini izhâr”
Mir’ati,
“Neye gam çekersin ey koca sersem
Dertsiz baş mı olur, âdemiz madem”
Hayalî,
“Cihân-ara cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mahiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler”
Namık Kemal,
“Cihânda kendini her ferdden alçak görür ol kim
Utanmaz kendi nefsinden de âr eyler melâmetten”
(Kendinden utanmayıp da başkasının ayıplamasından utanan kişi, dünyada kendini herkesten alçak görür.) (Melâmet: Kınama, ayıplama)
Hamdi Çelebi,
“Dil kafes râz murg-ı vahşidir
Murg-ı vahşi kafeste yahşidir.”
(Dil kafestir, sırsa vahşi bir kuş. Vahşi kuşun kafeste durması iyidir, güzeldir)
Bekir Sıtkı Erdoğan,
“Bir yol bilirim; aşka ve sevdaya gider
Bir yol ki, ömür bahçelerinden geçerek
Yaşlarla, figanlarla musallâya gider”
Her ne kadar günümüzde kötü niyetle veya Yahya Kemal’in şiirinde,
“Derler: İnsanda en derin yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük” diyerek ifade ettiği, köksüz kişilerin “vatan, millet, Sakarya edebiyatı!” diyerek horlamalarına, aşağılamalarına, basitleştirmelerine rağmen, bu ulvî duygudan, sevgiden, fedakârlıktan yoksun olanlara nispet biz vatan ve millet üzerine yazılmış şiirlere de birkaç örnek verelim:
Mehmet Akif Ersoy,
“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda bir eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
……
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak
……
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu toprak için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe!” desem, sığmazsın.
……
Sen ki, âsâra gömülsen taşacaksın… Heyhat!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”
Namık Kemal,
“Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi
Yazılsın seng-i kabrime Vatan mahzûn, ben mahzûn”
“Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahralar,
Uyan, ey yareli şir-jiyan bu hâb-ı gafletten”
(Gezdiğin o güzel sahralar zulüm köpeklerine kaldı. Ey kükreyen yaralı aslan, bu gaflet uykusundan uyan.)
“Ne efsunkâr imişsin ki âh ey didâr-ı hürriyet
Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten”
(Ne büyülü imişsin, âh ey hürriyetin yüzü. Aşkının esiri olduk, gerçi kurtulduk esaretten.)
Hiciv şiirine de hiciv üstadının bilinen iki hicvini örnek verelim:
Nef’i,
Asıl ismi Erzurumlu Ömer Efendi olan Nef’i edebiyat evrenimizin en büyük hiciv üstadıdır. Nef’i zamanında eleştirisinden en çok korkulan, kalemi kılıçtan keskin olan bir kişidir. Bir nevî zamanının en büyük basın-yayını, medyasıdır. Ölümü de maalesef ki söylediği bir hicivden dolayı olur.
Bir gün Seyhülislâm Yahya Efendi’nin Nef’inin gıyabında Nef’iye “kâfir” diyerek söz söylemesi, şaka yapması üzerine bu söz Nef’inin kulağına gider. Bunu duyan Nef’inin cevabı ise zekîce yazılmış bir hicivle şöyle olur:
“Bize kâfir demiş Müfti Efendi
Tutalım ben diyem ana müselman
Varıldıkta yarın ruz-u cezaya
İkimizde çıkarız anda yalan.”
(Müftü Efendi bize kafir demiş. Tutalım ben ona diyeyim ki Müslüman. Yarın hesap gününe vardığımızda, İkimizde o zaman yalancı çıkarız.)
Bir gün bir mecliste Nef’inin ismi geçer. Tâhir Efendi adında bir kişi, “Aman anmayın şu kelbi (köpeği)” der. Bunu haber alan Nef’i aşağıdaki hicvi yazar. Hicve geçmeden önce bazı izâhlar yapalım: Kelp, köpek demektir. Tâhir, isim olarak kullanıldığı gibi tâhirin temiz anlamı da vardır. İtikat ise inanç anlamına ve kanaat anlamına gelmektedir. Bazı mezheplerce köpek (kelb) pis (necis) kabul edilmiş, bazı mezheplerce ise temiz kabul edilmiş edilmiştir.
“Bana Tâhir Efendi kelb demiş
İltifatı bu sözle zâhirdir
Mâlikî mezhebim zirâ
İtikadımca kelb tâhirdir.”
Tasavvuf şiirine de bir iki örnek verelim:
Miraç hadisesini Fûzulî şöyle görür:
“Ey gubâr-ı kademün arş-ı berin başına taç
Şeref-i zâtuna ednâ’yı merâtip mir’âç”
(Ey ayağının tozu yüksek arşın başına tâç olan. Zâtının şerefi için miraç mertebelerin en aşağısıdır.)
Nabî, Urfa’dan İstanbul’a göç etmiş orada yaşamış bir şairimizdir. Ne yazık ki hiçbir değerimizi doğru dürüst bilemediğimiz gibi onun da değerini bilemedik. 2006 tarihinde, akşam haberlerinin birinde, İstanbul’da Nabî’nin mezar taşının sökülüp atıldığını, kırıldığını, yerine başkasının defnedildiğini haberlerden öğrenmiştim. Maalesef ona da değerimiz kadar değer vermiştik.
Kâbe’nin en güzel tarifini Nabî yapar. Haç ziyaretine giderken kafiledeki birinin gece uyurken Kâbe’ye karşı ayağını uzatarak uyuduğunu görüp buna üzüldüğü ve şu mısraları söylediği ifade edilir:
“Sakın terk-i edepten kûy-ı mahbûb-ı Hüda’dır bu.
Nazargâh-ı ilâhi’dir bu, Makam-ı Mustafa’dır bu”
(Edebi terk etmekten sakın, burası Allah’ın sevgilisinin yurdudur. Allah’ın nazargâhı, Muhammet Mustafa’nın makamıdır)
Fûzulî, (Naat-ı Hazret-i Nebevî) Su Kasidesi,
“Dest-bûsu arzusuyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâra su”
(Dostlar, eğer ben onun elini öpmek arzusuyla can verir, ölürsem, mezarımın toprağıyla bir kâse yapın sunun onunla yâre su.) (Bu şekilde Sevgili kâseyi eline alması ile Sevgilinin eli öpülmüş olacak, aynı zamanda Sevgili de su içmek için kâseyi dudağına götürdüğünde dudağıyla öpmüş olacaktır.)
“Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa urup gezer âvâre su”
(Nice ömürlerdir Sevgilinin ayağının bastığı toprağı öpebilmek arzusuyla âvâre başını taştan taşa vurarak gezer su.) (Bir ırmak akıntısı ancak bu kadar güzel anlatılabilir.)
Şiirde ses tekrarları, ahenk, mûsikî hem şiirin kulağa hoş gelmesinde hem de şiirin kolay ezberlenmesinde önemlidir. Dikkatli incelemediğimiz zaman pek farkında olamayacağımız bu unsura iki örnek verelim:
Bunlardan bir tanesi XIX. Yüzyıl şairlerinden Vâsıf’ın şiiridir. Burada “ü”, “sü”, “sün” tekrarları, bunun oluşturduğu âhenk ve mûsikî var. Arıca “sün” tekrarları ile sürünmesi ve sünmesi çok güzel ifade edilmiştir:
“O gül endâm bir al şâle bürünsün, yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün, yürüsün”
Şair Can Yücel’in babası ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinin en meşhur Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in şu çok güzel şiirinde de “s” tekrarlarını görebiliriz:
“Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz
Aşkın beni sermest ediyorken keder olmaz
Ölsem de senin uğruna cânım heder olmaz
Sen saçlarını çözdüğün akşam seher olmaz”
(Aslı yukarıdaki gibi olmasına rağmen şiirin son mısrasını, “Sen saçlarını serdiğin akşam seher olmaz” şeklinde okuyanını da duymuştum.)
KAYNAKLAR:
1. Fûzulî Divanı
2. Fûzulî Divanı Şerhi, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Akçağ Yayınları 235, Ankara, 2001
3. Hafız Divanı, Abdülbakî Gölpınarlı, M.E.G.S.Bakanlığı Yayını, İstanbul, 1988
4. Nedim Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1997
5. Şeyh Galip Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1994
6. Nef’i Divanı
7. Seçme Divanlar
8. Gevherî, Prof. Dr. Şükrü Elçin, Kültür Bakanlığı Yay. 56, Ankara, 1984
9. Soneler, William Shakespeare, Çev. Talât Sait Hamlan, Dünya Yayıncılık, İstanbul, 2008
10. Şair Padişahlar, Prof. Dr. Coşkun Ak, Kültür Bakanlığı Yay. 2725, Ankara, 2001
11. Çile, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2004
12. Safahat, Mehmet Âkif Ersoy, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 2003
13. Safahat, Mehmet Âkif Ersoy, Hisar Yayınevi 74, İstanbul
14. Bâkî ve Dîvânı’ndan Seçmeler, Dr. Sabahattin Küçük, Kültür Bakanlığı Yayınları 938, Ankara, 2002
15. Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul,1999
16. Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı, İstanbul Fetih Cemiyeti-Yapı Kredi Yayınları 2028, İstanbul, 2005
17. Ben Sana Mecburum, Attilâ İlhan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 650, İstanbul, 2007
18. Fûzulî, Şahane Gazeller 1, Prof. Dr. İskender Pala, Kapı Yayınları 6, İstanbul, 2004
19. Bakî, Şahane Gazeller 2, Prof. Dr. İskender Pala, Kapı Yayınları 12, İstanbul, 2004
20. Necatî, Şahane Gazeller 3, Prof. Dr. İskender Pala, Kapı Yayınları 19, İstanbul, 2004
21. Şeyh Galip, Şahane Gazeller 5, Prof. Dr. İskender Pala, Kapı Yayınları 30, İstanbul, 2005
22. Nabî, Şahane Gazeller 6, Prof. Dr. İskender Pala, Kapı Yayınları 26, İstanbul, 2005
23. Nef’î, Şahane Gazeller 7, Prof. Dr. İskender Pala, Kapı Yayınları 42, İstanbul, 2005
24. Ahmet Paşa, Şahane Gazeller 10, Prof. Dr. İskender Pala, Kapı Yayınları 60, İstanbul, 2005
25. Namık Kemal, İki Cihan Arasında 3, İsa Kocakaplan, Kapı Yayınları 97, İstanbul, 2007
26. Seyyid Nesîmî, Gülü Gül İle Tartanlar 2, Ömür Ceylan, Kapı Yayınları 105, İstanbul, 2007
27. Eşrefoğlu Rûmî, Gülü Gül İle Tartanlar 3, Ömür Ceylan, Kapı Yayınları 106, İstanbul, 2007
28. Ziya Paşa, Dr. Kemal Kahraman, Timaş, İstanbul, 2001
29. Şiirler, Ahmet Muhip Dıranas, Yapı Kredi Yayınları 1179, İstanbul, 2005
30. Su Kasidesi, Prof. Dr. İskender Pala, Kapı Yayınları 14, İstanbul, 2006
31. Nesimî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1990
32. Modern Türk Şiirinde Edebî Sanatlar, Dr. Hasan Aktaş, Söylem Yayınları 10, İstanbul, 2002
33. Edebî Sanatlar, Yrd. Doç. Dr. Numan Külekçi, Akçağ Yayınları 114, Ankara, 1999
34. Dünya Edebiyatından Aşk Şiirleri Antolojisi, Adnan Özer, Alfa Yayınları 848, İstanbul, 2003
35. Türk Edebiyatından Aşk Şiirleri Antolojisi, Metin Celâl, Alfa Yayınları 923, İstanbul, 2003
36. Aşk Şiirleri Antolojisi, Yılmaz Odabaşı, Alfa Yayınları 1010, İstanbul, 2005
37. Türk Aşk Şiirleri Antolojisi, Çiğdem Manas, Gün Yayıncılık, İstanbul, 2003
38. Türk Şiiri Antolojisi 1-2-3-4, Mehmet Çetin, Akçağ Yayınları 393, Ankara, 2002
39. Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi, Hilmi Yücebaş, L&M Yayıncılık, İstanbul, 2004
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.