KAHVEDE (Oyun, Dört Perde)
KAHVEDE
I. BÖLÜM
Amaç : Tiyatronun yaşamın kendisi olduğundan hareketle, öğrenciler arasında tiyatro sevgisini geliştirmek; öğrencilerin sanata edebiyata ilgi duymalarını sağlamak. Kulüp üyelerini edebi metinleri okumaya ve yazmaya özendirmek. Tiyatro çalışmaları yolu ile, Öğrenciler arasında kubaşık çalışma, birlikte iş yapma alışkanlıklarını, karşılıklı saygı ve sevgiyi; öğrenciler arası dayanışmayı, kardeşlik duygularını geliştirmek, güçlendirmek. Öğrencilerin, yaratıcı-eleştirel düşünme, topluluk içinde konuşabilme yeteneklerini, kendilerine güven duygularını, sorumluluk anlayışlarını geliştirmek güçlendirmek. Öğrencilerin toplum olaylarına ilgili olmalarını sağlamak.
Konu : Bir gazetecinin köy ve kentlerde insanların toplandıkları kahvelerin toplum yaşantısı içindeki yeri ve önemini araştırmak üzere köy kahvelerinden başlayarak sürdürdüğü gezi sırasında kahvelerde yaşananlar sahneye getirilir. Komedi ağırlıklı 1.Bölüm, 1.Perde’de, iş yükünü kadınların üzerine yıkmış bir erkek gurubunun kahvede vakit öldürme sırasında yaptıkları gevezelikler ve arkasından köyün saygı duyulan büyüklerinden Hacer Teyze’nin gruba verdiği ders konu edilir. Bu bölümün ikinci perdesinde ise Köy Kahvelerinde yaşanan Aşık geleneği sahneye getirilir. II. Bölüm 1. Perde’de ise Bir kent kahvesinde gündelikçi inşaat işçilerinin dramı, Orta öğretimi sürecinde doğru meslek seçememiş işsiz gençlerin dramı ve nihayet, emeklilerin dramı, gençlere bakış açısı ele alınır. Son bölümde ise lise ve Üniversite gençlerinin çıktıkları kafe yaşamı sahneye getirilirken; seyirciye okulda oluşturulan müzik gruplarından bir dinleti izleme fırsatı verilir.
ROL ALAN KİŞİLER :
Gazeteci : Omzunda çanta, fotoğraf makinesi sırtında gazeteci yeleği, gözlüklü, kıvrak bir zekaya sahip
1. Bölüm 1. Perde :
Kahveci Celil : Köy kahvesini işleten, önünde önlük omzunda havlu kulağında bir kalem
Hasan : Orta yaşlı köylü kıyafeti
Ahmet : Orta yaşlı köylü
Mehmet : Orta yaşlı köylü
Hüseyin : Ufak tefek, saf bir köylü.
Dursun : Kalorifer tamircisi
Rüstem : Köyde ağırlığı olan orta yaşlı bir köylü
Bir adam: Sinirli fötr şapkalı, takım elbiseli
Ömer : Köyün genç çobanı
Şaban : Orta yaşlı bir köylü
Mühendis : Kravatlı, temiz-ütülü giyimli, genç
Mustafa Ali : Köyün sevilen yaşlılarından, zeki- hazır cevap
Alivelek Hacer : Sırtında siyah yeldirme (üstlük), altında şalvar başında başörtü, elinde sopa, ayağında kara lastik,
1. Bölüm, 2. Perde :
Kahveci Nizam : Kahve sahibi
Muhtar : Köyde saygı uyandıran sözü dinlenen,otorite sahibi.
Ahmet : Orta yaşlı bir köylü
Durmuş : İşini bilir köylülerden, orta yaşlı
Celil : Yaşlı, kulağı ağır işitir,fakat her şeye karışır,
Haşim : Orta yaşlı bir köylü
Halil : Sorumluluk sahibi orta yaşlı bir köylü
Danaveli : Köyün biraz aklı evvellerinden
Aşık Mahmut : Saz şairi, aşık
Aşık Ömer : Saz şairi, aşık
Kuru Feyzi : Her taşın altından çıkan biri
2. Bölüm, 1. Perde :
Kahveci İdris : Kahve sahibi ,
Ahmet : Gündelikçi, İnşat işçisi
Hasan : Gündelikçi, İnşat işçisi
Engin : Gündelikçi, İnşat işçisi
Salih : Gündelikçi, İnşat işçisi
Yunus : Gündelikçi, İnşat işçisi
Can : Askerden yeni gelmiş, işsiz, genç
Olcay : Askerden yeni gelmiş, işsiz, genç
Mustafa : Üniversite mezunu, genç, pazarlamacı
Nihat : Üniversite mezunu, genç, işsiz
Emin : 70 yaşlarında, emekli.
Sami : 65-70 Yaşlarında, Memur emeklisi
Mesut : 65-70 yaşlarında emekli
İhtiyar Adam : 80 yaşın üstünde, bastonlu gözlüklü
2. Bölüm, 2. Perde :
Özgür : Genç, sorumluluk sahibi
Aysun : Öğrenci, biraz kaprisli
Semra : Sorumluluk sahibi genç kız
Yeşim : Öğrenci
Bülent : Öğrenci
Onur : Futbol fanatiği
Kafe sahibi : orta yaşlı modern giyimli
Grup Güncel : gitar çalıp söyleyen 5 ya da 6 kişilik grup
I. PERDE:
DEKOR : 4 tahta masa, her masada 3-4 tahta sandalye. Köşede kahve ocağı. Duvarda bir kaç eski resim (bir cami resmi, bir Atatürk’ün üniformalı resmi) masalarda bir iki gazete, çay tepsisi, bardak (kimisi içilmiş, kimisi yarım), tabak
KİŞİLER: Kahveci Celil, Hasan, Ahmet, Mehmet, Rüstem, Bir adam, Hüseyin, Ömer, Şaban, Mühendis, Mustafa Ali.
Açılışta perde inik. Elinde fotoğraf makinası. Sırtında çantası gazeteci sahne önüne dolaşarak gelir.
GAZETECİ:
Ben bir gazeteye kapağı atabilmiş şanslı gazetecilerden biriyim. Doğrusu bu günlerde biraz konu sıkıntısı çekiyorum. Magazin programlarına ıvır zıvır yetiştireceğim diye, mankenlerin, futbolcuların peşinde koşturmaktan artık gına geldi. Geçenlerde, patronların hoşuna gidecek, benimde ilgimi çekecek bir konu bulmak için kafa yorarken; şu kahvehaneler konusu aklıma geldi. Şöyle köylerden başlayarak kahvelerdeki insan davranışlarına gazeteci gözü ile bir baksam diyorum. Belki ginç bir yazı dizisi çıkar da, karizmamı biraz olsun düzeltirim. Neden olmasın değil mi?.
“Kahve Yemen’den gelir” derler ya doğru. Kahve 9. yüz yılda Arabistan’da bir çoban tarafından bulunmuş. Fakat benim asıl ilgim, kahvenin kendisine değil. Bu içecek nasıl olupta; insanları buluşturan bir mekanın adı haline dönüşüvermiş; bunu merak ediyorum asıl.
Galiba bu işte de kadın parmağı var. (kadın seyircilerden birine döner)Adamları evin içinde öyle bunaltmış öyle bunaltmışsınız ki.. Garipler belli bir süre için bile olsa kafalarını dinlemek, ağız
tadıyla erkek erkeğe şöyle bir hasbıhal edebilmek için; adına « kahve » dedikleri mekanlar açmaya başlamışlar. Kim bilir belki de onları bu işe siz zorladınız ! Kadın kadına aranızda dedikodu edebilecek zaman yaratmak için ha… Siz yok musunuz siz.
Fakat biz toplum olarak bu işin de suyunu çıkardık. Bugün 150-200 haneli köylerde bile 5-6 hatta 7-8 kahvehane var. Kentlerde de öyle. Adım başı kahve. Ya da gençlerin deyimi ile cafe, cafeterya. Bunun mutlaka sosyal, ekonomik, psikolojik hatta dramatik bazı sebepleri olmalı.
Kimi derin düşünenler: „ Bir ülkede kahve ne kadar çoksa o ülkede işsizlik de yoksulluk da o kadar fazladır.“ Diye söze başlıyorlar hemen. Sonra da hemen kahveye çıkma alışkanlığı yerleşmiş toplumların diğerlerine göre çok daha uysal, daha suskun, hatta daha tepkisiz olduğunu ileri sürüyorlar.
Bir de konuya olumlu yaklaşanlar var tabi. Bunlar da; kahvelerin toplumdaki çelişkilerin yumuşatılmasına, insan ilişkilerinin gelişmesine, sorunlara çare bulunmasına yaptıkları katkının altını çiziyorlar.
Anlayacağınız işte bu yüzden yollardayım. Kendi kendime önce şöyle kente yakın köylerden birindeki kahvelerden birinden başlayayım dedim. Bu köye geldim. Hakikaten şimdi, şöyle taze çekilmiş bol köpüklü bir kahve olsa ne gider ama. Dur bakayım, Galiba şurada bir kahve var. Hadi gelin bana arkadaş olun, birlikte bir göz atalım. İçerde neler yaşanıyor birlikte bakalım.
* * *
Perde kalkar. Her masada üç dört köylü vardır. Kimisi gazeteye bakmakta, Kimisi kağıt oynamakta, çay içmektedir.
* * *
Kahveci: Hadeey, burası söğüt gölgesi değil, var mı taze çaydan istiyen!
Hasan : Lan şu köyde bi kahve zevkimiz kaldı, onu da burnumuzdan getireceksiniz bee. Ortada fol yok yumurta yok çaya-kahveye 50.000 lira zammı dayadın gene. Allahın sıcak suyuna günah bee, günah.
Kahveci: Zam yemeyen mal mı kaldı Hasan. Çay, şeker, tüp kaç para oldu haberin va mı senin?
Hasan : Kilosu 65.000 liraya fabrikaya domates dök; sona da üç kilo dometes fiyatına gel kahvede bir bardak çay iç. Olcek şey mi bu? Bu işin ölçüsü endazesi kalmadı artık. Kimse halın nedir, diye sormuyo. Ne olcek bu halimiz bilmem.
Ahmet : Bizim karı da bi müsrifleşti son günlede demen gitsin, Dün pazara gitcek, “10 milyona bişey alınmıyo ıvır-zıvır bişeyler alcem bu hafta 20 milyon ver” diye dutturmaz mı. Kan beynime sıçradı. Paramı basıyoz len biz burda. Ne müfris karısın len sen, beni batırmak mı istiyon diye vedim veriştirdim.
Hasan: Napcekmiş len o kada pare..
Ahmet: Bilmem, hiç vemedim ki...
Kahvedekiler gülüşür.
Hasan : Lan maydanoz Ahmet madem parayı vermicen, ne istiyon karıdan.
Mehmet: Rüsteem! Hadi len gözün aydın, kaynanan sizin eve daşınmış öle mi?
Hasan : Gözün aydınmış, bu sevinilcek bişemi len.
Mehmet: Sen annamıyon Hasan, Alivelek Hacer’in bu kışı Rüstem’de geçirmesi demek ne dimek?
Hasan : Ne dimek.
Mehmet: Ne dimek olcek, Rüstem’in bu kış 750 çift daha çorap yapması dimek. Demi len Rüstem.
Rüstem: Orası öyle de, bi de bizim karıyı fişeklemese.. Yok bi iş yapmıyomuşum, yok kaveden çıkmıyomuşum, çocukla ilgilenmiyomuşum. Vı dı dı, vıdı dı. Dün kapıdan girer girmez karı başladı. (taklit ederek) “Şu duvardaki saatin çivisini sağlamla diye o kadar söyledim sana. Saat bi gece anamın başına bi düşersee..., işte o zaman sorarım ben sana.” vı dı dı, vı dı dı. Kafam bi kızmış (hiddetlenmiş gibi hareket yapar)
Hasan: (heyecanla) Ne yaptın lan.
Rüstem: Döndüm “Ulan matah bi şey olsan, sen hep böyle geç kalırsın” diye fırça bi fırça..
Hasan: Kime len. (meraklı-heyecanlı)
Rüstem: Kime olacak canım duvardaki saaate..
Hasan : Hay allah müstakını vesin, sahate ha hah, hah,haa..
Kahvedekiler gülüşür
İçeriye hızla biri dalar, sinirli bir biçimde bağırır
Bir adam : Dursun kim lan burda. (kimseden ses çıkmaz), kimse çıksın ortaya yoksa fena olacak.
Hüseyin: geriden öne çıkar, benim ne olacak
Bir adam: Gel lan buraya, bütün günümü berbat ettin. Bunun hesabını sormazmıyım ben senden, al sana, al sana...
Kahvedekiler araya girinceye kadar Hüseyin sopayı yer.
Bir adam: Dur daha bitmedi, gene gelecem, görürsün sen
Adam geldiği gibi gider.
Dursun: Yahu Hüseen adam beni arıyodu, nerden çıktın, neden yalan söyledin. Senin adın Dursun mu?
Hüseyin: (Yerden zor bela doğrulur, oturur. Sırıtarak) Nasıl kandırdım ama herifi.
Kahvedekiler gülüşür..
Mehmet: Dursun ne istiyordu bu adam senden, Nasıl kızdırdın adamı bu kadar.
Dursun: Adamın dairesinin su tesisatı arızalıymış, onu tamire çağırdılar bu sabah.
Mehmet: Ha anladım sen binayı bulamadın.
Dursun: Yok, yok! Aslında ben binayı buldum. Buldum da, asansör boştu, ondan bekledim.
Mehmet: Neden bekledin oğlum boş asansörü.
Dursun: Bir köşesinde bu asansör 6 kişiliktir yazıyodu. Eee, ne yapayım? Ben de dolması için bekledim. Bekledim ama kimse gelmedi.
Kahvedekiler gülüşür.
Ahmet : Hasan, sen dün ava gettidin ne oldu, bir şey vurabildin mi?
Hasan’da ses yok.
Mehmet : (gülerek) Hasan, bak Ahmet ne diyo, Avda bir şey vurabildin mi diyo, cevap vesene len, Her zaman ballandıra ballandıra anlatırsın; hayvanı bi sıkıda ön ayakları üstüne nasıl devirdiğini anlatta şu kahvedekilede nasıl bir avcı olduğunu anlasınlar.
Hasan : Hadi get len eylenme bennen zevzek. Zaten aklıma geldikçe canım sıkılıyo.
Rüstem : Ne oldu lan avda, hayrola.
Mehmet : Ava gideken görceniz en gocaman davşanı ben vurcem, size akşam bir çullama ziyafeti çekem de görün diye her zamanki gibi böbürlenip duruyodu. Hakkatende bu sefer sözünde durdu. En gocaman hayvanı Hasan vurdu.
Rüstem : Sahi mi lan. Biz niye görmedik. Kırk yılda bir kedi olalı bir fare tutmuşsun Gelip kahvenin önüne niye atmadın davşanı. Ne usta avcı olduğunu bütün ahali görsün diye
Mehmet : İşte onu yapamazdı.
Rüstem : Neden ?
Mehmet :Anlaşıldı bunu anlatmak farz oldu. Bayırda avdayız, Tavşan benim önümden fıldırt diye atladı. Ben tüfeğe davranese kadar; Hayvan Hasan’a doğru yolu tuttu. Hasan! A bağırdım, “Hasan, geliyo önünü kes diye” Hayvan da bi yağlı ki sorma, hakketen köpek gibi kocaman bişe! Hayvan hasan’ı farkedince yön değiştirdi, Hasan’ın köpe de ardından hayvana dakleşti mi? Hasan heyecanlanıp, tüfekle oynaken bunlar bir ara gözden kayboldular; Hasan’da vaziyet aldı. Ortaya çıkınca davşana yapıştırcek kurşunu. Bir ara bunlar davşan önde jöpek arkada bayıra doğru sararken ortaya çıktılar. Hasan daha fazla bekleyemedi; gez göz arpacık deyip bastı kurşunu. Ben aşşadan hayvanladan birinin ön ayaklanın üstüne ç.akıla kaldığını gördüm. Bir de yanına vadık ki köpek, Hasan’ın o güzelim köpeği koltuk altından yemiş kurşunu serile kalmış. Annıyacağınız av rezil oldu.
Rüstem: Vay anasını, davşan diye köpeni vurdun ha. Allah cezanı vemesin Gülermisin ağlar mısın. Ben biliyom o köpeği, maşallahı vardı. (Hasan’a dönerek) Bir de uyanık geçinirsin kerkenez. Oğlum bundan sona sana av mav yasak; sen otur karılarla çorap ör evde; bari bir zararın olmasın
Kahvedekiler : Valla doğru, ava mava götürmeyin bunu, kendi köpeğini ha... tüh Allah müstehakını versin vb.. sesleri
Hasan : Gidin işinize be, sizin başka işiniz yok mu?
Rüstem : Ne zamandır aklımda, sırası gelmişken; lan Ömer, gel seni evlendirelim. Helal süt emmiş bir kız var tam sana göre.
Ömer: İstemem (düşünceli)
Rüstem: Çok güzel ama, saçları altın sarısı, gözleri zümrüt gibi.
Ömer: İstemem Rüstem ağa (düşünceli)
Rüstem: Pırlanta gibi de bir kalbi var.
Ömer: İstemiyom dedim ya emmi.(düşünceli)
Rüstem: Aptallık etme, babası Harun gibi zengin oğlum.
Ömer: (İlgilenmeye başlar, düşünceli hali gider.) Yok emmi ben evlenmicem, üstüme gelme allasen,
Rüstem: Valla bilmem, benden söylemesi. Kız hem çok güzel, hem çok iyi, hem de çok zengin. Yalnız küçücük bir kusuru var. Hiç konuşmaz desem yeridir. Azından lafı cımbızla alırsın.
Ömer: (Birden canlanmış, heyecanlanmıştır.) Ne hiç konuşmuyor mu yani?
Rüstem: He ya.
Ömer: (heyecanla) Öyleyse aldım gitti, aldım gitti. Rüstem emmi, ne olur bana bu kızı yap.nolursun! Sevaba girersin.
Rüstem: Ulan şuna bak. Ağzı var dili yok deyince fikrini nasıl da değiştiriverdi. Aferin len Ömer,işini biliyon valla. Gözüme girdin, söz, yapacam sana bu kızı.
Kahvedekiler gülüşür.
Şaban: Yahu Mustafa Ali.. Su dolabına koştuğun eşeğin gözleni niye bağlıyon kardeşim.
Mustafa Ali: Düz yolda gittiğini zannetsin deyi.
Şaban: Peki boynuna o çıngırağı niye astın?
Mustafa Ali: Evden durup durmadığını anlayabilmek için.
Şaban: Ha öyle ya, eyi, eyi..Eyi de.. eşek ya yürümez de, durduğu yerde böyle böyle başını sallayı sallayıverirse ne olacak.
Mustafa Ali: İlahi be Şaban, senin gibi akıllı eşeği neden bulam.
Kahvedekiler gülüşür.
Mühendis: Kapıdan girer (koltuğunda blok not, gözünde gözlük vardır). Selamınaleyküm.
Bütün kahvedekiler “aleykümselam, hoş geldin, buyur” derler.
Mustafa Ali: Hoşgeldin oğlum, şöyle buyur. Kaveci Celil misafire bak.
Kahveci: Hoş geldin, ne içiyon delikanlı.
Mühendis: Hoş bulduk amca, bir çay alayım.
Mustafa Ali: Nerden gelirsin, ne iş görürsün, deyiver bakem.
Mühendis: Ben mühendisim amca, Seramik şirketinde çalışıyorum, Karatepe’de seramikte kullanabileceğimiz toprak var mı diye araştırma yapıyoruz.
Mustafa Ali: Mühendis olmak için kaç sene okudun sen
Mühendis: 17 sene okudum amca
Mustafa Ali: Kaç para mayiş alıyon sorması ayıp.
Mühendis: Eh işte üç yüz elli milyon civarında.
Mustafa Ali: Ah be oğlum, ah be oğlum, accık daa, okuyuvesedinde çoban oluvesedin ya. Bak çoban Ömer’e, köycek toplanıp koyunları gütsün diye ayda beş yüz milyon veriyoz, yine de azınsıyo kerata.
Kahvedekiler gülüşür.
Ömer : Mustafa emmi, sen hiç sesini çıkama.
Mustafa Ali : Nedenmiş o,
Ömer : Verdiğin üç guruş parayı geriye almasını biliyon da ondan.
Şaban : Nasıl beceriyo bunu bu ihtiyar.
Ömer : Annamıyonuz. Sorun bakam neden çekti yolun kıyısındaki tarlaya dikenli teli? Köyde kimin tarlası dikenli telle çevrili?
Şaban : Her hal bahçeye hayvan neyim girmesin diye.
Kavede “vay anasını” sesleri gülüşmeler
Şaban : Siz öle sanın, Ne hinoğlu hindir o.
Musfafa Ali : Hadilen eşek herif, sen ne karışıyon benim dikenli telime.
Şaban : Dur, dur merak ettim şincik ben bu işi, ne çıkarı var bu dikenli telden bunun Ömer.
Ömer : Neden olcek aklınca koyunlar dar yoldan geçerken ister istemez dikenli teller sürtüncekler; tellerin üstünde koyunların yünleri kalacak. Mustafa emmi de böylece çobana verdiği parayı çıkaracak he... öle mi emmi.
Şaban : Vay anasını !
Ahmet : Ne hinoğlu hindir o,
Hasan : Siz onun yaşına aldanmayın, adamı susuz köye götürür de susuz getirir valla...
Ahmet: Hasan senin bir oğlan vardı, İzmir’de okuyodu galiba, noldu, okulu bitiremedi mi daha.
Hasan: Benim öküzü mü soruyon. Derdimi depreştirme Ahmet, derdimi depreştirme. Bu yıl, altıncı yılı, hala okul bitirecek.
Ahmet: Ne harcadın, ne yedi bu güne kadar.
Hasan: Benim öküz mü, tam dört inek yedi. Ama gene öküz gene öküz pezevenk.
Ömer: Şaban Emmi Medrese’de işim vaa, Medrese Köyüne gitcem ama karanlığa kalırım, akşama kadar varamam diye korkuyom.
Şaban: Ne diye korkuyan len, şunun şuracında kaç dakkelik yol. Akşam olmadan varırsın, ne olcek.
Ömer: Normalde akşama kadar varılır biliyom da... İki gündür her şeye zam geliyo ya...Zam beni yolda yakalarsa, yol da uzar mı acep diyom. Ne dersin Şaban emmi.
Kahvedekiler gülüşür.
Kahveci Celil: Hacer ana geliyo, Hacer ana geliyo..
Rüstem : Şimdi boku yedik
Hacer Ana bastonuna dayana dayana kahvenin kapısında görünür.
Hacer Ana: Ooo bizim damat da burdaymış. Sabah çıktın evden a damat. Saatlerce otura orura kıçında mı açımadı.
Rüstem: Hasan’a bizim tarlayı sürüver demeye gelmiştim de.
Hacer Ana: Şunlara bakın hele. Kiminizin karısı damda bok küresin, süt sağsın; kiminizinki tarla sürsün, tarla hazırlasın; kiminizinki makinanın başında ha bire don örsün. Sizde kahvede habire gevezelik edin, cigara tüttürün demi.
Hasan: Böle deme Hacer Yenge.
Hacer Ana: Sus! Bi de konuşuyo, sanki ben bilmiyom sizi. Sizde hiç utanma yok mu ha, Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz mı sınız? Zaman durulcek, eğlencek zaman mı, söyleyin? Ekmek aslanın ağzında, ağzında da değil midesinde. O karılarınıza, çoluk çocuğunuza yazık değil mi? Bakın Kırmızılan Arif’e... Siz bütün kış çene çalıp, eğlenirken, o Akhisar demedi, Manisa demedi ekmek peşinde koştu, mandıralarda çalıştı. Siz çocuklarınıza böle mi örnek olceniz? Ailenize böle mi sahip çıkceniz. Memlekette ekonomik sıkıntı va, diye kahveleri doldurmanız mı lazım böle. İş mi yok, Hiç bir şey bulamadınız, şu kel tepeye fidan dikin.
Mustafa Ali: Hacer kadın doğru söylüyo. Şimdi iş zamanı. Gençlerin ne işi var kahvede. Bizim gibi yaşlıların vakit öldürdüğü yer olmalı bu aylarda kahve. Çocuklarınıza da kötü örnek oluyorsunuz.
Mehmet: Tamam Hacer Ana tamam, hadi arkadaşlar, dağılalım yoksa Hacer anadan sopayı yiyeceğiz.
Ömer : Rüstem emmi, Rüstem emmi, bana şu gızı yapıvecen demi Rüstem emmi
Kahve dağılır, yalnızca bir iki yaşlı insan kalır.
Kahveci Celil: Hacer Ana; çalış, çalış demesini biliyo da... Bütün kahveyi dağıttı. Kime çay satcem ben şinci.
I. BÖLÜM II. PERDE
DEKOR: Aynı
KİŞİLER : Gazeteci, Kahveci Nizam, Muhtar, Ahmet, Durmuş, Celil, Haşim, Halil, Danaveli, Aşık Mahmut, Aşık Ömer, Kuru Feyzi,
Perde inik ya da açık. Sahne önüne gazeteci yine yavaş yavaş gelir.
Gazeteci: Vay vay! Bizim Hacer Teyze nasıl dağıtıverdi kahveyi ! Vay ki vay! Deminki sözümü geri aldım. Adamların kahvelerde toplanmasına yol açanların arasında en azından Hacer Teyze gibiler yok, anladım. Doğru ya eşek kadar herifler ellerini götlerine bağlayarak kasıla kasıla o kahveden bu kahveye mekik dokusunlar; Evin, çocukların, hayvanların, hatta tarla tapanın kahrını çekmek de kadınlara kalsın. 21. yüzyıla böyle mi girecektik. Gözümle görmesem inanmazdım. Fakat, biliyorum buradaki bazı bayanlar kızacaklar gene bana ama, kabahat biraz da yine kadınlarda değil mi? Kocalarını kör besler gibi besleyip, sokağa saldıktan, onca ev işinin altından kalktıktan sonra; görevini yerine getirmiş kadının huzuru içinde hem cinslerinin yanında gururlananlar; kocalarının kahvede, sokakta, pazarda elleri götünde gebe çakallar gibi dolaşmalarından kendilerine gizli bir mutluluk payı çıkaranlar onlar değil mi? Neyse... Fazlada ileri gitmesem iyi olacak, bayanların bana kötü kötü baktıklarını görüyorum. İyisi mi konuyu değiştireyim.
Ne diyordum. Ha kahveler.... Canım..Köy kahvelerinde sadece bunlar yaşanmıyor elbette. Uzun kış günlerinde, köyde zaman geçirmek hiç de kolay değildir. Bu bir yana, kahveler köylerde kültür birikiminin, kültürel zenginliğin geliştiği mekanlardır aslında. Köy gençleri toplum içinde oturup kalkmayı, söz söylemeyi, atalarına saygıyı buralarda büyüklerine bakarak öğrenirler. Özellikle Orta Anadolu’da aşık geleneği, bilirsiniz oldukça yaygındır. Aşıklar uzun kış gecelerinde birer, ikişer köyleri dolaşır, kahvelerde çalıp söylerler. Deyişleri, türküleri, karşılıklı atışmaları, taşlamalarıyla gönüllere taht kurar; böylece yüz yıllardan beri süregelen aşık geleneğini yaşatırlar. Haberini aldık, bugün Yeşilyayla köyüne aşıklar geliyormuş. Ben de oraya gidiyorum. İsterseniz siz de gelin kulaklarınızın, gönlünüzün pası silinsin.
Sahne boştur. Kahveci Nizam soldan kendi kendine konuşarak sahneye girer.
Nizam : Cami neredeyse dağılır, yedeği hazır tutmak lazım. Yoksa çay soğuk diye canıma okur bunlar. Çay da neredeyse demini aldı sayılır. Hah.. dökülmeye başladılar bile...
Muhtar yanında biri yaşlı iki kişiyle çıkar gelir.
Muhtar : Selamın aleyküm, çayın hazır mı Nizam.
Nizam : Hoş geldiniz...., hoş geldiniz.. hazır olma mı mıhtar. Şimdi gelir.
Ahmet : Durmuş sende arı kovanı varmış satacakmışsın öyle mi
Dursun : He ya müşteri bulursam satacam. Bu sene kış ağır geçti, arıları yeterince besleyemeyince azaldılar. İki kovan bir kovana indi. Doğrusu bu ya bu işe hakkını veremiyom. Belki de seneye bırakacam.
Ahmet : Ne istiyon kovana
Durmuş : Kırk milyon
Celil : Selemın aleyküm gençler.
Muhtar : Aleyküm Selam İdris dayı, hoş geldin geç şöyle.
Durmuş : Yok deve, ne olan katır mı satıyon.
Ahmet : Ne olacak, nesi varmış kovanın; çatla yok patla yok. Şimdi yaptırmaya kalksan 75-80 liradan aşağı çıkmaz.
Durmuş : Eyi..eyi.. Senin ne kerkenez olduğunu bilmez miyim. Senin malın kolay kolay alınmaz ya neyse. Bizim enişte soruyodu. Yarın enişteyle senin şu kovana bir bakam. (Muhtara dönerek) Aşıkla gelecek bu akşam diyola doğru mu muhtar.
Muhtar : He... doğrudur.
Durmuş : Kimmiş bunna.
Muhtar : Valla ben de tanımıyom. Geçen gün Kocabayır muhtarıyla halleşirken mevzusu geçti. Birinin adı Mahmut Şengül, diğerinin de Ömer Seyfi Durugöl.
İçinizde tanıyan vaa mı...
Celil : Ne olmuş, Mahmut’un oğluna, Ömer’in kızı aşık mı olmuş.
Nizam : (çayları dağıtırken) Hey allahım sağır duymaz uydurur. Yok..yok Celil amca Aşıklar gelecekmiş bu akşam. Hani saz çelıp söylüyolaya işte onna.
Celil : Öyle desenize. Ortalıkda hala köy köy dolaşan aşık kalmış ha ... eyi...eyi... Televizyon çıkalı beri ben bunlan kökünün kuruduğunu sanıyodum. Gelsinle de acık kulaklamızın pası silinsin.
Ahmet :”Kulaklamın pası silinsinmiş” şuna bak inatçı keçi. Kulanın dibinde bağırılanı zor annıyo. Ama yok sağırlığını da kabul etmez. Her şeye de maydonoz olur. Görün bak çayını bitirmeden uyuklamaya başlayacak.
Muhtar : Rahat bırak Celil Amca’yı Ahmet. Hayata tutunmaya çalışıyo ne yapsın garip. Eskisi gibi her şeyi anlayıp, her şeye yetebileceğini göstermeye çalışıyo.
Yaşlıları anlamak lazım. Onlara saygıda kusur etmemek lazım. Yarın siz de yaşlanacaksınız.
Nizam : Sona çocuklarımızda bizden görerek, yaşlanınca bize böyle davranırlar de mi muhtar.
Muhtar : İyi dedin Nizam, doğru söyledin. Sonra siz şimdi onun böyle uyukladığına bakmayın. Gençliğinde fırtına gibiymiş alimallah.
Kahveye Haşim’le Ali’de girerler.
Haşim : Selamın aleyküm ağalar. Aşıkla gelecekmiş, he mi muhtar.
Muhtar : He ya, bu akşam geliyola.
Haşim sandalyeyi ters çekerek muhtarın yanına oturur.
Haşim : Peki bir hazırlığımız va mı., Nasıl ağırlıcez insanları.
Muhtar : Konuk evini açarız. Misafire yemek çıkarma sırası kör Halil’in, gerisini Halil düşünsün. Öyle mi Halil.
Halil : Ha, evet, Sıra bende (şapkasını kaldırdığı eliyle başını kaşır). Köyümüzün yüzünü kara çıkarmayız evvel Allah muhtar. Konuk evinin temizliği tamam mı.
Haşim : Geçen Cumartesi benimkiler temizlediydiler. Her hal hazırdır, ama gene de önceden bir gidip göz atmak lazım.
Halil : Ben o zaman eylenmem buralada, Gidem odaya bi göz atem, Suyuna seline bakem, Sonra da benimkine haber salem. Hazırlıklara başlasın.
Muhtar : Sağolasın Halil, eyi düşündün;hadi sen buralada eyleşme; Biran evvel hazırlıklarla ilgilen. Biz de köy sandığından aşıkların ceplerine münasip bir yol yorgunluğu koyarız. Memnun ayrılırlar köyümüzden.
Veli telaşla köy kahvesine dalar.
Danaveli : Geliyola muhtar, aşıkla geliyo.
Ahmet: Ne olan Danaveli, kıçını büvelek ısırmış sıpa gibi ne delleniyon. Gelen hoş geldi sefa geldi.
İki aşık yanlarında bir kişi ile birlikte kahveye girerler.
Aşık Ömer : Selemun aleyküm ağalar
Kahvedekiler : (topluca ayağa kalkarlar) aleylküm selam hoş gelmişsiniz?
Muhtar : Buyurun, buyurun, şöyle geçin. Nizam bak oğlum misafirlerimize.
Nizam : Köyümüze hoş geldiniz aşıklar, evinizdeymiş gibi rahat olun.
Misafirlere yer gösterilir. Herkes yerini alır.
Kuru Feyzi : Kocabayır’dan birlikte geldik aşıklarla Muhtar.
Muhtar : Eyi.. eyi etmişsiniz, eyi. Nassınız bakam aşıklar, bizi kırmadınız buralara kadar geldiniz; sağolun, varolun.
Nizam : Ne içersiniz. Çayım tazedir yeni açtım.
Aşık Mahmut : O zaman birer yorgunluk çayı alalım kardeş. Olur mu muhtar, aşık olmuşuz bir kez. Sizler olmazsanız gidecek yerimiz, dinleyecek kulağınız olmazsa bizim aşıklığımız neye yarar. Duygular paylaşıldıkça çoğalır, değil mi Ömer.
Aşık Ömer : He ya.. Gülünü bulamayan bülbülün hali nece olur, gül olmazsa bülbül şakımaz.
Kuru Feyzi : Kaç zamandır gezersiniz, böyle aşıklar.
Aşık Ömer : Dokuzay oldu köyümden çıkalı. Kırşehirin Pazarören köyündenim. O gün bugündür, o köy senin, bu kö senin dolaşır dururum. Gözümde tütmeye başladı bizim oraları. Baharın ılık nefesiyle bayırlar bir coşmuşturki demen gitsin. Yayla çiçeklerinin burcu burcu kokusu doldurmuştur şimdi köyümün sokaklarını
Aşık Mahmut : Ben de Sivas’ın Şenkaya köyündenim. On ay falan da benim olmuştur her hal. Ben de özledim köyümü; ama aşık adam yerinde duramaz. Bir yerde çakılır kalırsa içi geçmiş limon gibi öz suyu çekilmeye başlar. Suyu kesildi de gönül bülbülü şakımayı kesti mi; vurdukça, sazın telleri dangur dungur etmeye başlar. Anlayacağınız sazı da küser aşığa. O saat işi biter aşığın. O yüzden bizim kaderimiz bu. Biz gezdikçe, sizlerle buluştukça kendimize gelir, coşar, güzelleşiriz.
Aşık Ömer : Annıcanız asıl bizim ihtiyacımız var sizlere. Mahmut gardaşla Sındırgı’da garşılaştık. Kocabayır muhtarı bizi davet edince yollarımız kesişti. Baktık, sazlerımızda biribi ile anlaştı, halleşiyor Sizin köyede birlikte varam dedik. Kısmet.
Muhtar : Eyi ettiniz, eyi ettiniz.. Sağ olun varolun. Eee. Sanırım yeterince soluklandınız aşıklar Yemeğe de bir hayli var. Asıl programı yemek sonrası, köy odasında yaparız da. Hele siz dokunuverin şu sazın teline. Bakıyom da ahali sabırsızlanmaya başladı. Eee... haklılar, her zaman böyle fırsat geçmez ellerine.
Kahvedekiler : (Hep bir ağızdan) he ya... doğru.
Aşık Mahmut : Şu bağlama var ya şu bağlama, netameli sazdır. Dilinden anlamayana vermez sırrını. Önce onu konuşturmaya başlamadan önce bir hatırını soracaksın, bakalım hazır mı değil mi; yoksa doğru sesi bulamazsın. (bir iki akor denemesi yapar). Pir Sultan Abdal’dan Aşık Veysel üstada gelene pek çok aşık türkü yakmıştır bu saz üzerine. İstersenin önce saza saygımızı belledelim. Bakın Pir Sultan nasıl dertleşiyor emektar sazıyla
“Sarı Tanburadır Benim Adım” parçasını çalar, söyler.
Feyzi : Bravo eline,diline sağlık.
Kahvedekiler : (Hep bir ağızdan) bravo, eline sağlık, diline kuvvet vb..
Aşık Ömer : Pir Sultan dost canlısıdır, aşığın hasıdır. Madem Pirimizden başladık, onunla devam edelim. Bakın sevdiğinden ayrı düşmenin acısını şu türküsünde nasıl dile getiriyor.
“Şu Karşı Yaylada Göç Katar Katar” parçasını çalar, söyler.
Durmuş : Sağolun varolun aşıklar, içimiz yumuşadı valla.
Kahvedekiler : bravo, sağolun vb..
Aşık Mahmut : Aşkın narına düşüpte ondan gül destesi deremeyene aşık denmez. O yüzden “aşk” aşığın en başta gelen konusu olagelmiştir hep. Bakın aşık derdine nasıl derman arıyor.
“ Ekin İdim Oldum Harman” parçasını çalar, söyler.
Kahvedekiler : bravo, ha yaşayın be... iyiki geldiniz.
Aşık Ömer : Aşk her aşıkta çeşit çeşit yaşanır, çeşit çeşit algılanır. Örneğin Karacaoğlan somut düşünür. Elif kızın çatılmış kaşında, süzülmüş gözünde, gamzesinde, bulur aşkı .
“İncecikten Bir Kar Yağar“ parçasını çalar, söyler.
Aşık Mahmut : Kimi de Koca Yunus gibi kendi içindeki güzeli yakalamaya çalışmada, tanrıya ulaşmaya çalışmada bulur aşkı;
“Aşkın Aldı Benden Beni” parçasını çalar, söyler.
Kahvedekiler : Bravo.. Yaşayın be, bizi mest ettiniz.
Muhtar : Bre aşıklar, bu ne iştir. Size vur dedik, öldür anladınız. Bu güzel türkülerle bizi şimdiden sarhoş ettiniz. Farkında olmadan akşamı ettik bile. Haber geldi hazırlıklar tamammış. Daha gece uzun. Hele bir karnımızı doyuralım . Sonra devam ederiz.
Aşık Ömer : Bağışla muhtar (sazını göstererek) bu deleoğlanın insanı nereye alıp götüreceği belli olmuyor. İzin verin de hareketli bir türkü ile noktalayalım bu söyleşimizi.
Muhtar : Estağfurullah aşık, söz senin.
“Yayla Yollarında Yürüyen Gelin” parçasını çalar, söyler.
Muhtar : Elinize dilinize sağlık aşıklar, bizi ihya ettiniz Hadi hep beraber köy odasına geçelim. Şöyle bir açlığımızı giderelim. Komşulan haberi var. Bir saat sonra konuk odasında toplanacaklar, gerisine orda devam ederiz. Hadi bakalım davranın.
Haşim : Hadi biz de bir an evvel evlere dağılalım da ağalar. Vakitlice köy odasında olalım. Nizam çayları al şurdan.
Kahvedekiler dağılır.
Nizam : Anlaşıldı. Bu akşam da bize ekmek yok bu mekanda Bari ben de kapatayım da vakitlice gideyim konuk evine. Bu aşıklar dinlenir doğrusu. Benim Kör Fevzi ile Danaveli’den neyim eksik.
II. BÖLÜM
I. PERDE
DEKOR: 3-4 tane profil masa, profil sandalyeler. Köşede bir komedin içinde birkaç kitap. Duvarda bir iki manzara resmi, köşede bir çelik masa.
KİŞİLER :
Perde inik, gazeteci sahneye gelir.
Gazeteci : Eveeet. İşte köy kahvelerinde yaşanan bunlar. Gelelim kentlerdeki kahvelere. Kent insanının yaşamında çok daha önemli bir yer tutar kahveler. Aynı köyden, aynı kasabadan çıkıp kente göç etmiş insanların buluşma yeridir kahveler. Böylece kentin ürkütücü hareketliliği, kalabalığı içinde yitip gitmekten kurtulur bu insanlar. Bir yere, bir gruba ait olma duygusu önemlidir kente göç etmiş insan için. Ancak bu duygu sayesinde tutunabilirler yaşama, öz güven duygusu geliştirebilirler. Bakın bu caddede 150-200 metre içinde tam beş kahve var. Akşamlları beşi de tıklım tıklım dolu olur. Şu kahveye Tatlıpınarlılar, Şu kahveye gürcüler, şu kahveye kaloriferci-kapıcılar, şu kahveyede inşaatçı, badana,boyacılar mesken tutmuştur. Sonra birde emekliler var. Onları bütün kahvelerde üçlü beşli gruplar halinde görebilirsiniz. (saatine bakar) Sabah saatin yedisi. Kahveci İdris çayı çoktan demlemiştir. Gündelikçiler neredeyse kahveye dökülmeye başlarlar. Gelin bugün İdris’in kahvesine konuk olalım. Kent varoşlarından birindeki bu kahvede yaşananlara birlikte bir göz atalım.
Perde kalkar iki masada birer kişi oturmaktadır. Üstlerinden başlarından inşaat işçileri oldukları bellidir.
Ahmet : (elindeki gazeteye eliyle vurarak) Tuh Allah müstehakınızı versin. Ünlü sanatçı- şovmen-mankenimiz sıcaklardan nasıl bunalıyormuş. Şuna bak çırılçıplak. Lan bu nasıl habercilik-bu nasıl sanatçılık. Bunun böyle çırılçıplak poz vermesine izin veren koca nasıl koca. Şaştım arkadaş bu dünyanın işine ben şaştım.
Hasan : Lan sen ne anlarsın sanattan, sanatçıdan; haberden, haberciden. Sen yalnız inşaata harç çekmesini bilirsin bayır turpu sen de. Bunlar büyük sanatçı oğlum; kadın hem şarkıcı, hem manken, üstelik de şovmen. Bunlar ne yerler, ne giyerler, bu sıcakta ne yaparlar, sonra nasıl yellenirler değil mi ya. Bütün bunları öğrenmek biz insan müsvetteleri için elbette önemli oğlum. Dünya bunların yüzü suyu hörmetine dönüyo zaten. Sonra.. bunla olmasa akşam televizyonda ne seyretcen. Bunları seyretcen ki bu kadar önemli zevatın yanında ne kadar zavallı bir yaşam sürdüğünü anlayabilesin değil mi ya..
Engin : Günaydın beyler, bakıyorum erkencisiniz; karga bokunu gagalamadan ne bu böyle. Mütahit Osman bizi atlatmak için size erken saat mi verdi yoksa.
Ahmet : (Hasan’a ters ters bakar) Yok böyle bir bir şey. Nerden çıkarıyon bunu.
Erken kalkan yol alır demiş atalarımız.
Hasan : Bırak şu hıyarı. İş götü yok. İşi gücü çene çalmak.
Salih : Merhaba millet bakıyorum hiç zaman kaybetmiyorsunuz. Erken başlamışsınız itişmeye. Öff. Bugün de hava amma sıcak yahu. Sabahtan başladı hararet basmaya. Bugün işimiz iş. İdris bir çay ver bana belki harareti keser.
Hasan : Akşam rakıyı fazla kaçırmışsındır da ondan. İdris bana da yap. demli olsun.
Salih : Boşuna sataşıyorsunuz birbirinize. Her gün gelir şu kahvede birbirinizi yersiniz Mütahit Osman gibileri de gelir, tezgahtan karpuz seçer gibi bir kaçınızı seçer; peşine takıp götürür. Geride kalanlarda sorutıur kalır.
Yunus : (Kapıdan girerken) Hasan-Ahmet hadi gene iyisiniz. Arabası çardaklı’nın önünde.
Engin : Ben biliyodum böyle olacağını. Bizim neyimiz eksikmiş, kendi gelse de alsa ya adamlarını.
Yunus : Neyin eksik olduğunu otur da sen düşün.
Salih : Oğlum seni de beni de Osman yanına alıp inşaata götürmez. Eğri oturalım doğru konuşalım. Sen çalışmayı sevmezsin, fırsat buldunmu isten kaytarırsın. Ben ise Müttahit Osman gibilerinin yanında uşaklık yapmayı beceremem. Ağrıma gider. Osman da bunu bilir. Aslıda ikisi de aynı kapıya çıkıyor ya.. Eyisi mi kalk (ayağa kalkar) bu kahvede bize ekmek çıkmaz. Gel giidelim İş Bankası’nın önüne. Bakarsın bizi tanımayan biri gelir bizi yanına katar da günü kurtarırız. Bizi orası paklar.
Başları önlerine eğik birlikte kahveden çıkarlar
İdris : (ellerini önlüğüne silerek sahne önüne gelir.) Sabah faslını atlattık, birazdan okuldan yeni mezun olmuş, ya da askerden yeni gelmiş; fakat henüz bir baltaya sap olamamışlar damlamaya başlar. Ne hayaller, ne hayaller... Bir günde ne ortaklıklar, ne şirketler kurulur burada. Mesela dün sıra marketçilikteydi. Hayal güçlerinin yardımıyla market kısa sürede marketler zincirine dönüştü. Sonra içlerinden bir münasebetsiz çıktı, gerçeklerle yüzleşmelerini sağladı. Tabi bütün havaları bir anda söndü. Kendilerine gelince sonra da birbirlerinin hayalleriyle kafa bulmaya başladılar. Onlar dağılır arkasından emekli-ekabir takımı düşmeye başlar. O yaşlı başlı insanların birbirlerine yaptıkları ağır şakaları bir görseniz, şaşar kalırsınız. Hah işte gençler de dökülmeye başladı.
Can : İdris Ağbi, ne söylenip duruyon kendi kendine, Nihatla olcay görünmediler mi bugün.
İdris : henüz görünmediler. Hajh işte iyi adamlar da lafın üzerine gelirmiş.
Olcay : Bak Can’da buradaymış . Can gel bak . Nihat’la yolda gelirken aklımıza ne geldi
İdris : Gene başlıyoruz.
Nihat : Dalga geçme İdris ağbi, bu sefer iş ciddi, sen bize çay getir.
Can : (ilgisiz) Neler yumurtlayacaksınız bakalım bugün.
Nihat : Kolonya işine girelim diyoruz. Bizim evin arkasında depo olarak kullanılan boş dükkan var ya. Ne zamandır boş duruyor. Oraya çeki düzen verelim diyoruz.
Olcay : Mustafa Hülya kolonyalarında çalışıyor. İşin her türlü puştluğunu bilir. Mustafa bize yol gösterir. Bizim Hacı Murat’ı da pazarlama arabası yaparız.
İdris : Bunun akibeti de diğerleri gibi olmasın.
Nihat : Yok ağbi ya bu sefer iş ciddi.
Can : Oğlum sermayeyi nereden bulacaksınız. Bu iş öyle küçük paralarla dönmez.
Olcay : Oğlum bunun sermayesi ne ? Su, alkol, bir de esans. Ben de Hülya Kolonyalarında çalıştım ya., oradan biliyorum. Öyle büyük para tutacak alet edevat-makine gerekmiyor ki..
Nihat : Elbet ortaya birşeyler koyacağız. Hah. İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş. Mustafa da geldi.
Mustafa : Oooo... Kumpası kurmuşsunuz bakıyorum. Heyecanlı, heyecanlı neler kuruyorsunuz öyle.
Can : Uyan oğlum uyan, bugüne bugün esaslı bir şirketin vazgeçilemez ortağısın.
Olcay : Gel, gel ; bırak şu zevzeği; bak senin de ilgini çekecek bir fikrimiz var. Kabul edersen sen, ben Nihat ve Can kolonya işine girelim diyoruz. Benim Murat’ı da pazarlama arabası yapacağız. Ne diyorsun.
Mustafa : Keşke becerebilsek. Bu Akçay Kolonyaları bizim canımıza okuyor. Adamlar doğru dürüst para vermiyor. Tanınmış bir firmaya, Pazar sorunum yok diyor. Belirli bir oranın üzerinde satış yapacaksın ki pirim alabilesin. Adamlar risk de kabul etmiyor. Müşterinin senedi çaksa git al gel diyorlar Tahsil edemezsen senin içerdeki alacaklarını hemen kesiveriyorlar. Bıktım valla yürümeyecek bu iş.
Olcay : İyi ya işte biz de kendi işimizi kuralım diyoruz. Yapamaz mıyız yani.
Mustafa : Kolonya yapmak kolay, artık kolonyanın nasıl yapılacağını herkes biliyor. Saf su, iyi esans kullanacaksın. Bunları belli oranda karıştırdıktan sonra dinlendirmeye alacaksın. Belirli bir süresi var, ondan önce açmayacaksın Hepsi bu. İş piyasayı tutmakta. Ortalıkta zibil gibi kolonyacı var.
Olcay : Kardeşim pazarlama işini sen bana bırak. Sağda solda bir sürü arkadaşımız var. Gerekirse köpek gibi çalışırız... ne var yani. Önce yakın çevre. Buradan Edremit, Ayvacık, Çanakkale, sonra Gelibolu, oradan Gönen, Bandırma Susurluk yapıp daireyi tamamlarız. Bir sürü tüketim kooperatifi var. Bazılarını arkadaşlarımız işletiyor. Gider mallarımızı tanıtırız. Ne var yani...
Nihat : Sen önce bu işe kaç parayla başlamamız gerek, bu parayı bulabilir miyiz; ondan bahset. İmalathane işi tamam. Bizim depoyu kullanırız. Pederi de ikna edersem iki milyar koparabilirim.
Olcay : Son fiyaskodan sonra bizimkilerin bana olan güveni iyiden iyiye sarsıldı. Ellerinde de bir şey kalmadı. Ama ev anamın üzerine. Anacım derim böyleyken böyle...Sevinir garip. Kıramaz beni. Evi teminat gösterip bankadan kredi alabiliriz.
Mustafa : Belli siz bu işi çocuk oyuncağı sanıyorsunuz. Öyle 3-5 milyar nakit, bir kıçı kırık Murat arabayla yürümez. Bu iş de para hemen dönmez. Kolonyanın bekleme süresi var. Sonra peşin parayla mal satamazsın, çünkü bir kere piyasa da yenisin Adam üç ay vadeli verecekse sen altı ay vereceksin Adam beş kuruşa veriyorsa sen üç kuruşa vereceksin ki piyasa da tutunabilesin. Halbuki bu işin en önemli girdisi alkolle esans; onalrı da ancak peşlin paran varsa alabilirsin. Sonra bu işte denetim sıkı. Öyle paldır küldür orta çıkamazsın. İmalathaneyi yönetmeliklere göre düzenlemen gerek. Marka tescili yaptırman lazım Bu iş için de belki bir yıl uğraşacaksın. Sonra etiketi, şişesi reklamı, promasyonu. Siz kolay mı sanıyorsunuz bu işi. En az 60-70 milyarı cebinize koyun gelin cebinize de öyle konuşalım.
Atmış saniye kadar bir sessizlik olur. Kimi önüne kimi boşluğa bakmaktadır.
Emin Amca : Selamun aleyküm gençler ne o sus pus, karada gemileriniz mi battı.
İdris : Yok amca, Hayatla yeni yeni tanışıyorlar, ayakları yeni yeni suya eriyor da ondan. Ne o beyler birden süngünüz düştü. Nerde o iki dakika önceki heyecanınız. Başınıza bir şey mi düştü. Zamanında okuyacağınız okulu seçerken düşünecektiniz ne meslek sahibi olacağınızı. Ananız, babanız oğlum oku, oğlum şöyle, oğlum böyle derken; size lafları hep masal geldi. Şimdi yumurta kapıya gelince kafanıza dank ediyor ama... Geçmiş ola.. Önce adam gibi bir meslekte kendini yetiştireceksin. Ya da babanın çuval çuval parası olacak; ben yiyemedim sen ye diyecek. Hoş öylelerini de çok gördük. Üç beş ay içinde paralar suyunu çekti. Bir çoğu tığ teber ortada kaldı. Haydan gelen huya gidiyor. Elinde bir sanatın bir mesleğin var mı sen onu söyle.
Can : Ulan bir de yapabileceğiniz bir işe kafa yorun be.. Bakın ben size başka bir akıl vereyim. Bu günlerde su işi revaçta. Para toplayıp şöyle adam gibi bir filtre alalım. Çeşme suyunu filtreden geçirip kaynak suyu diye ha.. Bir tutturduk mu gelsin paralar. Sermayeyi doğrulttuk mu bir su şirketi ile anlaşıp yoluna yordamına uygun çevirmeye başlarız işi. Ora bura derken Türkiye’yi tutarız valla.
Nihat : Senin de aklın fikrin hergelelikte. Biraz daha konuştursak; suyu şişeleyip şişeleyip Araplara satmaya başlayacaksın. Hadi kalkın bu günlük bu kadar yeter. Olcay şu senin balık işinden ne haber.
Olcay : Oğlum, sabah hale balık gelince, kavga dövüş iki kasa balık alıyorum. Köyleri dolaşıp saat iki ye üçe kadar onları satıyorum. Haftada iki gün sattım mı bana bir hafta yetiyor. İstersen sen de takıl dört kasa alır, birlikte dolaşırız.
Nihat : İdris ağbi çay paralarını şurdan al, Tamam Olcay öyle yapalım. Yoksa açlıktan nefesimiz kokacak buralarda.
İdris : (parayı alırken) Ha şöyle yapacağınız işi bilin. Ama gene de hayal kurmayı sakın bırakmayın çocuklar. İnanıyorum mutlaka bir gün bir çıkış yolu bulacaksınız kendinize.
Olcay : Sağol İdris ağbi Mustafa hadi biz de kalkalım. Bir de beni götür şu Akçay kolonyalarına. Bakalım bize göre de bir iş var mı.
Mustafa : Olur, gidelim. Seni patronla tanıştırayım. Hadi sana kolay gelsin İdris Ağbi.
İdris : Eyvallaah yeğenlerim. İşiniz rast gitsin. (Gençler çıkarken İdris çay boşlarını masadan toplar ) Emin Dayı nasılsın. Biraz canın sıkılmış gibi bugün.
Emin : Ne olsun be evlat, bu yaştan sonra biz yere sığabiliriz ne göğe. İyi ki şu kahve var.
Sami ile Mesut içeri girerler.
Sami : Ne anlatıyo gene bu bunak.
İdris : Hoş geldiniz, hoş geldiniz Mesut emmi. Biraz canı sıkkın Emin dayımın, sende üstüne varma istersen.
Mesut : Ne oldu len, karada gemileen mi battı. Yoksa gelin hanım bişe mi dedi.
Emin : İkinizin de işi tıkır, biriniz kızının yanında gül gibi bakılıyor. Birinizin de karısı hala başında. Elin kızının elinde kalaydınız da göreydim ben sizi.
Mesut : (yanındakine dönerek) ne diyo bu be. Sanki kızın yanında kalınca pek mi rahat olunuyo sanıyon. Gel onu bir de bana sor. Herkesin kendine göre bir düzeni var. Öyle canın istediği zaman buzdolabını açcen. Canın istediği zaman yatcen, kalkcen. Televizyonda istediğin programı seyredebilmek zırt pırt zapingi eline alcen; nede o yama Hasan’ın böre...
Emin : Doğrudur. Ama gene de kız çocuğu başkadır. Babasıyla ilgilenir. Bir şeye ihtiyacın var mı diye sorar. Sen uyurken kapı aralığından rahat uyyo mu diye bakar. Benim gelin ise anca, “acaba ne zaman ölecek?” diye bakar. Fark bu.
Mesut : Aramızda en iyi durumda sensin Sami. Kocakarı başında. Gak dedin mi et, guk dedin mi su...
Sami : Hadi len, Emekli oluncaya kadarmış o itibar. Şimdi evde sanki fazlalığız. Kahveye ne zaman gidecek diye gözümün içine bakıyo avrat.
Mesut : Yahu Sami senin bali kafan çalışır. Sonra dürüst adamsındır allah için. Çevrende var. Şöyle bir arkadaşının, bir mütahitin yanında iş takibi gibi bir iş bulamaz mıydın.
Sami : İsteseydim elbette bulabilirdim. Sen eşek olduktan sonra, semer vurcek bulunur merak etme. Ama yok arkadaş ben yapamam.
Emin : Nedenmiş o.
Sami : Girersin adamın yanına, Adamın misafiri gelir. Kahve içilecek olur. Birinci gün arkadaşın “Ağbi” der. “Sana zahmet şurdan üç kahve söyleyiver de hep birlikte içelim. İkinci gün “Ağbi şurdan bize iki kahve, kendine de çay söyleyiver bir zahmet” der. Üçüncü güne gelince ”Bize şurdan iki kahve söyleyiver” e döner iş. Dördüncü gün artık iyice yüz göz olmuşunuzdur. “Bize şurdan iki kahve getir” der çıkar işin içinden adam. Bir de bakmışsın ortada arkadaşlık markadaşlık kalmamış. Getir -götür işlerinde kullanılır olmuşsun. Köpek sıçsın işine.
Emin : Desene bu yaştan sonra bizim kahrımızı, ancak kahveci İdris Çeker. Ne varsa gençlikte var arkadaşlar. Ahı gitmiş vahı kalmış adamı kim ne yapsın.
İdris : Bu nasıl laf Emin Dayı. “Kahır” da neymiş. Siz buranın demirbaşısınız be. Şu Mesut Ağama bakında hele, filinta gibi alimallah. Değme genci cebinden çıkarır.
O sırada içeriye yaşlı bir ihtiyar bastonuna dayanarak girer.
İhtiyar : Selamın aleyküm. (köşede bir sandalyeye çöker.)
Hep bir ağızdan : Aleyküm selam, hoş geldin.
Sami : Al bir garip kuş daha
İhtiyar : Oğlum bana bir çiçek versene (gözlüğünü çıkarıp takar, masadaki gazetelere göz atmaya başlar)
Mesut : Ah...ah.. Siz beni gençken görecektiniz. Elli kiloluk çimento torbalarını ikişer ikişer çaput gibi fırlatır atardım arabaya. Yorgunluk nedir bilmezdim. Dünyanın işi vız gelirdi. Sırrım gibi delikanlıydım. Beni gördüler mi kızların içi giderdi animallah.
Sami : Eski çamlar bardak oldu. Maziyi deşip de yüreğimizi kabartma şimdi. O günler çok uzaklarda kaldı. (ileride bir boşluğa bakarak) Zaman parmaklarımızın arasından göz açıp kapayıncaya kadar akıp gitti. (canlanır) Ama benim geçen günlere hayıflanma gibi bir adetim yoktur. Her çağın kendine göre bir güzelliği var. Gençlik güzeldi. Ama henüz kendimizi tanımıyorduk. İnsanın zevkleri, düşünceleri zamanla olgunlaşıyor. Gençken kafama takıp, günlerce perişan olduğum pek çok olaya bugün gülüyorum. Bugünkü gençlik bize göre çok rahat. Yedikleri önünde yemedikleri arkalarında. Biz örselenmiş bir gençliktik. Özlemlerimizi, isteklerimizi öyle uluorta dile getiremezdik. Yokluk vardı, özlemlerimizi bastırırdık. Büyüklerimize karşı, sanki daha bir saygılıydık.
Mesut : Haklısın şimdikiler daha cüretkar,daha fütursuz, daha özgür. Ama biraz da sorumsuzlar. Dünya çoğunun umurlarında değil. Varsa yoksa kendileri. Daha bencil, daha tahammülsüz, sabırsız yetişiyorlar. İstedikleri hemen yerine gelsin istiyorlar. Sıkıntı çekmeye, öyle uzun boylu uğraşmaya gelemiyorlar.
Emin : Haksızlık etmeyin çocuklara. Bunlar yaşlı insanın düşünceleri. Kabul bizim zamanımızda yokluk vardı, cahillik vardı. Televizyonu yetmişli yıllarda tanıdık. Biz ekmeğimizi taştan çıkarmak zorundaydık. Elbette bütün bunlar bizim yaşam biçimimize yansıdı. Ama sabırsızlık, tahammülsüzlük bizde de vardı. Rahmetli babam benden az mı çekti. Bir keresinde sinirlenip evin camını çerçevesini aşağı indirmiştim. Camlar kollarımı kesmişti de; garipler evin halinden çok benim halime üzülmüşlerdi. Sanki siz sütten çıkmış ak kaşıktınız. Kasaplar mahallesinde senin namın Deli Sami değil miydi. Az mı çekti mahalleli senden. Sonra bu gençleri biz yetiştirdik. “Aman biz çektik onlar çekmesin” diye her istediklerini yerine getirdik. Zamanında “aman oğlum sıkıntı çekmesin” diyerek su-elektrik faturaları için kuyruğa hep kendimiz geçtiysek; oğlumuzun-kızımızın saatlerce kuyrukta beklemesine gönlümüz razı olmadıysa, bugün oğlumuz-kızımız sorumsuz yetişti demeye de hakkımız yok. Hiç ileri geri konuşup durmayalım. Sonra ben bu gençlere güveniyorum. Güvenmek zorundayım. Çünkü ölürken, “Ben ne bok yedim, ömrümü boşuna geçirmişim” diyerek son nefesimi vermek istemiyorum. Görevini yapmış bir insanın huzuru içinde, kendimle barışık ölmek istiyorum.
Sami : Ulan Emin gene kitabın orta yerinden konuştun. Lafı iki kelimede ağzımıza tıktın. Galiba sen haklısın.
Mesut : Bir de iyi ki etrafımızda bizi dinleyen bir genç yok. Bu laflarımızı duyan bir genç çıksa da: “Emmiler, dayılar; madem siz o kadar matah bir şeydiniz de neden bize ekonomisi bozuk, insanları birbiriyle kavgalı, şehirleri pislik içinde; işsizliğin alıp başını gittiği bir Türkiye bıraktınız. Daha iyisini bırakmak neden elinizden gelmedi” dese ne poh yiyecektik. Utancımızdan yerin dibine girerdik valla. Bırakın şu tatsız konuyu. Kim tavla oynuyor benle şimdi. Emin iyi konuşur, iyi konuşur da tavla oynamasını bilmez.
Emin : Hadi len, unuttun galiba iki mars bir ter olup iki gün konuşmadığın günleri. Rıza geçen gün bunun için ne dedi biliyon mu Sami.
Sami : Ne dedi.
Emin : Kahveden eve dönüyordum. Rıza yolda beni durdurdu. “ Mesut Emii kahvede mi diye sordu. “Kahvede ne olacak” dedim. Yanıma çay parası almamışım da“ dedi. “Mesut Emmi kahvedeyse yanıma para almak için eve dönmeme gerek yok. Nasıl olsa her zaman tavlada o yeniliyor. Bu gün de çay parası ödemeden idare ederiz” dedi.
(Kahvedekiler gülüşür)
Mesut : (ayağa fırlar) Nee, doğru mu len bu. Atıyormusun yoksa.
Emin : Yalan söylemeye borcum mu var. Gelince sorarsın Bir de sıkılmadan ustalık taslıyorsun karşımda. Hadi be sende bitli.
Masut : Demek öyle ha. Vay namussuz, alçak Rıza vay. Ben sorarım ona. ( Kalkar şapkasını alır kapıya doğru yönelir.) Ben kalkıyorum.
Emin : Ne o len, ne fırladın yerinden. Daha karpuz keseceydik. Hani tavla oynayacaktık ne oldu.
Mesut : (kahveden çıkarken) Senden mi korkacam uyuz. Aklıma geldi daha kasaptan kıyma alacağım. Yoksa ifadeni alırdım.
(Kahvedekiler arkasında uzun uzun gülüşür)
Sami : (gülerek) Ulen Emin ne adamsın be. Gene koydun çiviyi Mesut’a. Eşekten düşmüş karpuza döndü garip. (etrafına bakınarak) Akşamı ettik. Bu kadar gevezelik yeter. Hadi biz de kalkalım evdekiler merak eder.
Emin : Bugün ne Rıza göründü ne Hayri ne Hikmet. Mesut’u da ürkütüp kaçırdık Artık burada eyleşmenin de anlamı kalmadı. İdris Çay paralarını masaya bırakıyorum.
İdris : Sağ olun. Bu mekan size her zaman açık ağbiler. İyi ki varsınız. Şu kahvenin gülüsünüz siz be. Sizler de olmasa çekilmez bu meslek.
Sami : Yağcısın, mağcısın ama iyi çocuksun, saygılı çocuksun. Severiz seni İdris. Hadi kolay gelsin. İyi akşamlar olsun.
(İkisi de kahveden çıkar)
İdris : Bugün de akşamı ettik. Bugün pek hareket yoktu. Olsun. Her gün bir olmuyor işte. Artık bundan sonra pek gelen de olmaz. Ben de yavaş yavaş toplanayım, kapatayım dükkanı bari. Bir bu ihtiyar kaldı. O da gazeteyi okurken uyuya mı kaldı ne. (sesini yükselterek) Hey amca kapatıyoruz. Bu ihtiyarı da ilk kez görüyorum, kim ola ki. (Yanına gider omzundan sarsmak ister.) Amca geç oldu artık kapatacağız. (İhtiyarın başı yana devriliverir. İhtiyar ölmüştür.) Aman Tanrım, bu ihtiyar ölmüş. Kimdir, kimin nesidir. Hey Allahım nedir bu başıma gelenler. Be Allah’ın garibi, bula bula ölmek için İdris’in Kahveyi mi buldun. Gideyim savcıya bildireyim bari. Akşam akşam başımıza işi bulduk. Hey gidi garip ihtiyar hey.
İdris sahneyi terk ederken perde iner.
II. Bölüm II. PERDE
DEKOR : Öğrencilerin çıktığı kafe canlandırılacak. Köşede bir çömlek duvarda bir pop şarkıcısının posteri, loş ışıklar. İki küçük, yuvarlak masa ortada gitar çalacaklar için mikrafon ve sandalyeler.
KİŞİLER : Gazeteci, Semra, Aysun, Yeşim, Özgür, Bülent, Onur, müzik grubu Kafe Sahibi (gitar çalıp söyleyecek beş öğrenci)
Gazeteci : Eveet...İşte size kent kahvelerinden birinde yaşananlar. Hem gülünecek, hem ağlanacak ne çok şey var değil mi halimizde. Bir de gençliğin, özellikle de lise, üniversite gençliğinin takıldıkları “Cafeler” var. Bakarsanız, bir çoğunda bir amatör müzik grubunun, çalıp söylediğini görürsünüz. Kafede olan geçler hep birlikte çalar, söyler, coşar eğlenirler buralarda. Orta yaşlı-yaşlı kuşak böyle şeyler görüp yaşamadıkları için biraz kuşkuyla karışık gizli bir merakla, biraz da kıskançlıkla bakarlar bu kafelerdeki gençlere. Son olarak da şu kafelerden birine gençlerin söylemiyle biz de bir “takılalım” bakalım. Buralarda neler yaşanıyor? Nasıl yaşanıyor?
Perde kalkar Masalardan birinde iki kız bir oğlan diğer masada iki oğlan bir kız oturmaktadır masada kola fanta bardakları vardır.
Semra : Kız Aysun, hani seninki nerde, yalnızsın ya bugün.
Aysun :
Aysun : Murat’ı mı soruyorsun. Ooo. Çoktan bitti o iş. Bir sırnaşık şey sorma.. Çocuk, bana sülük gibi yapıştı. Yok, nerdeydin, neden aramıyorsun, neden şunla konuştun. Nefes alamaz oldum ya. Annem-babam bile bana bu kadar karışmadı be.. Aman kurtuldum da kendime geldim ayol. Aaa... Ben öyle sıkıntıya gelemem. Bana göre değil.
Özgür : Biz öyle duymadık ama.
Aysun : Neymiş duyduğunuz?
Özgür : (Semra ile bakışırlar) Murat seni ekmiş diye duyduk, başka bir kızla geziyormuş.
Aysun : Kim demiş onu? Aman kiminle gezerse gezsin canım, bana ne beni rahat bıraksın da. Sırnaşık şey. Boş ver şimdi beni, sizinkiler biliyo mu özgürle çıktığınızı ?
Semra : Tabi! Ben annemden, babamdan hiçbir şey saklamam.
Aysun : Tepkileri ne oldu.
Semra : Ne olacak canım, özgürü tanıdılar, güvenilir bir çocuk olduğunu anladılar. Rahatladılar. Babam “Şimdi daha rahatım. Seni takip etmeme gerek kalmadı. Nasıl olsa Özgür takip ediyor” diyor. Onlar böyle olgun davranınca bize de daha bir sorumluca davranmak düşüyor. Özgür’de ben de onların güvenlerini sarsacak, onları tedirgin edecek bir şey yapmamaya kararlıyız. Örneğin burada en fazla saat on bire, bilemedin on bir buçuğa kadar kalabileceğiz. Biliyorum daha fazla gecikirsek haklı olarak merak etmeye başlayacaklar. Bunu istemeyiz değil mi canım?
Özgür : Tabi tatlım, yarım saat, bir saat fazla kalacağız diye insanları meraklandırmaya üzmeye ne hakkımız var. Aslında birileri tarafından merak edilmek, aranmak, boş da olsa birilerinin senin için endişe duyduğunu hissetmek güzel bir duygu.
Bülent : Vay.. adamım da buradaymış. Ne haber. Trabzon nasıl aldı boyunuzun ölçüsünü. Oğlum size söyledik. Her zaman papaz pilav yemez. Bir iki takım yendiniz hemen havalara girdiniz. Nasıl aldı ama Trabzon havanızı ha...
Onur : Nerden çıktın sen gene başıma be.. Ne olmuş Trabzon’a yenilmişsek. Ligde yenilmeyen takım mı var. Fener Galatasaray’ın tırnağı olamaz oğlum. Eskidenmiş Fener-Galatasaray rekabeti. Biz o yollardan çoktan geçtik. Biz şimdi Avrupa’nın devleri ile güreşiyoruz.
Bülent : Şuna bak. Havalara bak. Barselona önünde madara oldunuz be. Dişinize göre buldunuz mu havanızdan geçilmiyor.
Yeşim : Kesin şunu be. Burada bari yapmayın. Komik oluyorsunuz.
Bülent : Bizi bozma şimdi Yeşim. Kırk yılda bir fırsatını bulmuşum. Bana çektirdiklerinin hesabını soracam. Sen taş koyuyorsun.
Onur : Geçti o günler oğlum, eskidenmiş o. Fenerbahçeliler artık beni kızdıramaz. Çünkü zaten acınacak durumdasınız. Neyinize kızayım.
Yeşim : Devam edecekseniz ben çıkıyorum haberiniz olsun.
Bülent : Tamam, tamam kestim. Zaten galiba program başlıyor.
Kafe Sahibi : İyi akşamlar. Hoş geldiniz. Sevgili gençler. Kefemize gösterdiğiniz yoğun ilgi dolayası ile sizlere minnettarız. Sağ olun var olun.
Onur : Sen de sağol Yücel ağbi.
Kafe Sahibi : Bu akşam özel bir gurubum var. Bahçelievler Lisesi öğrencilerinden oluşan bu gurubu da inanıyorum çok seveceksiniz. Gitarları ile sizlere unutamayacağınız bir müzik şöleni verecekler. Sözü uzatmadan Bahçelievler Lisesi öğrencilerinden oluşan Grup Güncel’i sahneye davet ediyorum. Önce gitar çalacak arkadaşları çağırıyorum karşınızda ......................., ............................, ...................., ..............., ve onlara solistlik edecek arkadaşlar ..........................., ..........................., .............................. Hepinize iyi eğlenceler diliyorum.
Alkışlar. Grup Güncel, gençlerin sevdiği güncel parçalardan yedi tanesini seslendirir. Tanınmış şarkılarda kafedeki grup da eşlik eder. Her şarkı bitiminde kafedekiler gurubu alkışlarlar “bravo” sesleri ile desteklerler.
Gruptan biri : Arkadaşlar, programımız burada bitiyor. Bir başka müzik gecesinde yine birlikte olmak üzere hepinize iyi geceler diliyorum.
Şarkılar bittiğinde kafe sahibi elinde bir çiçekle sahneye çıkar. Alkışlar arasında gurubu kutlar. Çiçeklerini verirken perde iner
Gazeteci : Eveet. Birlikte köy kahvelerinden başlayarak uzun bir yol eyledik. Gördük ki toplumda keder sıkıntı, kaygı, sevinç ne varsa hemen hepsi kahvelerdeki yaşantıya yansıyor. Dahası insanlarımızın yaratıcı yanına, kıvrak zekâsına da kahvelerde yapılan esprilerde, şakalarda tanık oluyoruz. Doğrusu ben bu yolculuktan çok zevk aldım. Sanıyorum siz de benimle birlikte bu zevki paylaştınız. Şimdi benim acilen büroya dönmem lazım. Bütün bu yaşadıklarımı, aldığım notları biran evvel yazıya dökebilmek için sabırsızlanıyorum. Bu deneyimden mutlaka güzel bir yazı dizisi çıkacak; buna yürekten inanıyorum. Hadi şimdilik hoş çakalın. Tekrar görüşmek umuduyla....
YORUMLAR
Merhaba,
Genelde başarılı buldum. Yöresel ağızlar güzeldi. Değişik konular işlendiği için bir bıkkınlık vermiyor. Gerçek hayattan gerçekçi kesitler sunulması, okuyucuyla bütünleştiriyor.
Yöresel ağzı ayrı tutuyorum. Yazım kuralları yönünde bazı uyumsuzlar var. Özellikle soru cümlelerinde soru işareti yok. Sayılar rakam olarak yazılmış. Grup kelimesinde bir sorun yaşadığınızı anladım. Az yerde doğrusu olan grup yazarken daha fazla olarak gurup yazmışsınız.
Aynı hatayı bir zamanlar ben de yapardım.Bir ajansın editörü dikkatimi çekti.
Olay örgüsü yönünden,ll.bölüm ll.perdenin başlangıç diyaloglarında bir uyumsuzluk var.
Aysun, Semra karışmış gibi.
Başarılı çalışmanız sizi için yürekten kutluyorum.
Başarılarınızın devamını diliyorum.
Saygılarımla.