Bir Günlük Tarih Kuyusu
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tarih kuyusunda derece derece ilerlemeye devam ediyordu…
…arkeoloji ve etnografya müzesinde sergilenen gölgeler, davranışlar, bakışlar bir dönemin zarafetini ziyaretçilerin dikkatine sunuyordu. Çoğunluğunu atlas bastonlu ihtiyarların oluşturduğu ziyaretçiler, memnun bir tarih gezisine tanıklık etmenin duygusallığı içerisinde ayrılıyorlardı. Eserler özeldi, insanın özüne ait şablonların kocaman fanuslar içerisinde sergileniyor olması daha da ilginciydi. Mermer ve pişmiş topraktan yapılmış Roma dönemi eserleri bu kıvamın kıyısında kalabilirdi belki. Mezar stelleri, gönül alışverişi kronolojisi,kalp kırmalar biyografisi,cinayet fosilleri pırlanta küpler içerisinde muhafaza ediliyordu.Bu müze ,zenginliğin serdarı tarafından fethedilmiş, sütunlu medeniyet tıkırtılarını aratmıyordu.
Masumiyet milattan sonra da idam edilmeye devam etmişti. Onun arkadaşı olan dürüstlük yelpazesi ise küflenmiş ve taş duvara yaslandırılmıştı. Sessiz bir şekilde yıllarca ayakta beklemişti. Zehir enjekte edilerek idam edilmeyi hak etmesi,otopsi raporlarında yankı yankı daktilo seslerine karışıp gitmişti. Aborjinlerin ruhçu parmak izleri bir psikoloğu korkutmuştu. Psikolog hızlıca kapıyı kapatarak oradan sıvışmış ve bir daha bu müzeye adımını atmamıştı.
Piyer Loti taşıdığı bir avuç toprağıyla heyecandan antolojisini kurabilmişti.Neydi bu bir avuç toprak?Mezar taşları ve serviler..Tozuna bulamıştı kendisini özüne yaklaştıkça.Piyanosunu kaybeden bir entelijansiya sanat çinisine hangi gözle bakabilirdi?Gözyaşları hep sessiz mi akacaktı koridorda?Bir avuç toprak az sonra biraz balçıkla boyandığında kalp sarayı şatafatından bir şey kaybetmeyecekti.
Tarihin gitmediği ülke yoktu.Her şey bir bilet ile başlamıştı.Hakim kararını vermiş ve kaçakçıların gasp ettikleri mallar tekrar müzeye geri getirilmişti: Kötülüğü vakumlanmış kalpler, toprak yemiş bir mide ve sayısız kemgöz kapsülleri…Kalp ülkesinde sabrı öğreten bir seminer hocası ise öğrencilerine en son şunu tavsiye etmişti: ”Ateş ile sabır her zaman aynı yolun yolcusudurlar!” Sismik yüzey cetvelleriyle ölçüm raporları haberlerde sunulmuş ve bu sesin gerçekten de bir seminerde söylenmiş olduğu kamuoyuna deklare edilmişti.
Cezaevinde harita koleksiyonu yapan bir adam duvara göz tabletlerini asmıştı.Tarih adımları Cebelitarık Boğazı’nda ıslanmış ve tatlı-tuzlu suyun akıcılığı aklını almıştı. Şimdi ise, bir yetim çocuğun kaçırdığı bilet karşısında duyduğu hıçkırıkları tasarımlıyordu.Hayır hayır,bu çocuk gaspçı olamazdı,ne işi vardı daha şu yaşta müzede?Babası mı emretmişti ona sütunları yıkmasını?Olabilirdi..gökyüzünde bu gece de yıldızlar bulunmadığına göre kara bulutlar kaç kutlu insanı hızlı adımlarıyla eve davet ederdi,bilinmez…
İlaçlı tepelerin ardından etrafa parça parça ışık dağıtan bir ambülans görüldü.Acil görevlileri mankurt tenleri incitmeden taşıyorlardı.Yanlarında taşıdıkları deney tüplerinde ise damla damla beyinlerine yukarıdan aşağıya enjekte edilmiş su birikintileri vardı.Peki bu insanlar niçin “Acil” başlığı altında nakil ediliyorlardı?Otopsi raporlarının değiştirilmesi için elbet.Kalplerdeki dikenli loplar, fosillerin ömrünü azaltabilir düşüncesi hakimdi o dönemde.Mumya ise tercih edilmiyordu. Aksesuar estetiğini bozuyor diye…Cam tüpün kırılmaması için elleri titreyen gölge mimarı,diğerine şöyle fısıldıyordu:Beş yıldızlı kepenk kapatma diye ben buna derim,yaşasın barış köprüsünü yıkan transit duygular!.
Zaman bir ara yavaşlar gibi oldu…
Gurbetçi kuşlar vergi vermiyordu. Güneş’in ışığını vurduğu tarlalarda kin tohumları ekilmeye devam ediyordu.Müze görevlisi ise şahin retinasından yapılmış dürbünüyle tarlada olup bitenlere göz gezdiriyordu.Gözler tarlada,sözler tarihin demeçlerindeydi…
Bir şehit adayı daha mayına basmıştı.Küle dönen defin işlerinde gözü yaşlı annenin hıçkırıkları göğe yükseliyordu..
Hayır hayır,kalem bize küsmemeliydi…Kameraman zorlu iklim şartlarında ancak ve ancak yayım yapabiliyordu.
Fırat’ın kucağına bir kuzu daha düşmüştü.
Hava siyah tenini bugün istemeyerek göstermişti.Utandığı içindi belki..fakat müzenin ışığı, elektrikler kesilse bile jeneratörlerle teknolojiye gülümsemesine devam ediyordu…
Gürsel ÇOPUR