- 1040 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
331 - EL HAY
Onur BİLGE
Gün olur, bir hengâme caddeler, sokaklar boyunca! Yapraklar kıpır kıpır, kuşlar cıvıl cıvıl! Rüzgâr hafif veya şiddetli fakat sürekli esmektedir. Karıncalar zeminde biteviye yürümekte, ağaçlar özgürce boy atmakta, dallar dört bir yana uzamaktadır. Yeni yapraklar çıkmakta, hissetsek de hissetmese de tomurcuklar oluşmakta, çiçekler açmaktadır. Bir taraftan sona ermekte olsa da hayat bir yandan alabildiğine fışkırmaktadır.
Yaz kış, doğada bir hareket bir iş bir oluş, bir yok oluş tükeniş… İç içedir fiiller. Fail’ini düşündürse de düşündürmese de muazzam bir düzen kurulmuş, tıkır tıkır işlemektedir. Bazen tıkır tıkır, bazen şıkır şıkır, bazen hışır hışır, bazen vızır vızır… Sıcak yaz günlerinde cıvıl cıvıl da olmaktadır. Sessizce yol alanlar da vardır, duyamadığımız sesler de…
Topaç vınlaya vınlaya dönmektedir, sona kadar. Yer küre, bu dev kütle nasıl bir sesle acaba? Sanki sessizce döner, hissettirmeden, yolcularına duyurmadan hızını ve korkunç uğultusunu. Sesini bulutlara mı duyurur, yıldızlara mı? Beraberliği var mı, etrafında dört dönüp kur yapan ayla? Garip bir dansta, belki fısıl fısıl sohbette biteviye… İşaret diliyle mi anlaşmakta güneşle?
Tuhaf bir tavaftalar birbirleriyle. Tavaf ettiği güneş, tavaf ettiği kendisi… Bunca asırdır döner durur, özüne varmış mıdır acaba? Yakıcı bir vuslata gerçekten hazır mıdır?
Yüklendiği dağların altında mutlu mudur? Gizli gizli gözyaşı döktüğü de olur mu? Ya nedir, bulut olup şakır şakır dökülen? Umutlu mu kıyamet denen felaketi beklerken?
Hep hareket halinde… Durması helâkidir! Kendisinin de sırtındakilerin de… Her şeyin yaşaması harekete bağlıdır. Kalbin durup dinlenmeden atmak istemesinin başka sebebi var mı? Gözün rüyada bile bakmak istemesinin, kulağın iç ve dış sesleri duyma mecburiyetinin, kapak edinmek istememesinin sebebi bu mu?
Ya telaşı, insanın? Bitip tükenmeyen arzular içinde yaşayıp durması… Hep kıpırtı hali, iç ve dış organların… Hareketsizken, uyku halinde bile şırıl şırıl akması damarlarda kanın… Canlılık denen neyse, demek böyle olmalı.
Huzursuzluk kendimde… Biteviye çırpınan yüreğimin içinde… Tek sebebi benim, belki de.
Karanlık gecelerin aydınlık yüzlü yâri ile O’ndan ayrı olan bedenin bir yer arayışıdır, bu daralmanın sebebi mutlaka. Bir yer, sınırlarını aşıp durmaktan bıkmayan usanmayan evrende… Koca dünyada bir yer… Uçsuz bucaksız Bursa Ovasında bir yer, bir yer evin içinde…
Ev var evin içinde. Dev var devin içinde… Can var canın içinde… İçinden çıkılmayan bir iç içelik yani. Yani beden ve ruhun, yani ruh ile gönlün, yani canla cananın iç içe oluş hali… Belki de bunların yer değiştirmesi ile yaşanan karmaşada huzursuzluğu, ruhun.
Her şey yerli yerinde iken, hayat ne güzel! Ne kadar mutlu insan, sevdiğiyle beraber! Binlerce kişi olsa, herkes kul köle olsa, özelliği olan o seçilmiş gibi değil. Değil onunla bir anın mutluluğu, belki bir ömür süren beraberlikte bile.
Yarım, insan dünyada. Eksik, cümle yaratık… Tamamlanma çabası içinde cümle canlı. Durmaksızın hareket, bir telaş, çılgın gibi…
Hareket, soldan sağa; sağdan sola hareket… Hareket, dıştan içe; içten dışa hareket… Harekette rahatlık, harekette bir huzur! Onun durduğu yerde, durur zaman ve mekân.
Kımıldanın yapraklar! Kıpırdayın perdeler! Kanat çırpın, ötüşün gökyüzündeki kuşlar! Çabuk çıkın yapraklar! Hızla açın çiçekler! Mutlaka vızıl vızıl arılar sizi bekler. Arıları petekler, sizleri kelebekler…
Karıncalar, yükseltin sesinizi, bağırın! Nasıl duyurduysanız sesinizi hünkâra! Süleyman gibi anlasın cümle âlem! Cümle âlem uyansın, ayetin sedasıyla ve yürüsün bir resmigeçitte gibi soyunuz! Rap rap rap!.. Titresin yedi kat yer, titresin dağlar taşlar! Firavun’un sinini yerle beraber eden sizler değil misiniz? Sizler değil misiniz cesetleri yok eden? Nemrutlaşan insanın kokusunu alarak, onun da cesedine üşüşen ve yok eden…
Dirilikle ölülüğün değiştiği yerdeyim. Öykülerimi yazarken dünya ile ukba arasında mekik dokur gibiyim. Sanki yazarken kendimden geçerek o boyuta gidip geliyorum. İlginç bir rabıtayla, ölümden öteye…
“Huşuyla ihlâsı yakalayabilirsem, özellikle namazda, ışık varlıkları görüyorum. Benden yukarda değiller. Galiba insana saygılarından… Secdeyle göz arasında... Belki de görüş alanım o kadar olabildiği içindir. Bazı namazlarda çok oluyorlar, tansiyonum düşmüş de yıldızlar yere inmiş gibi… Bazen sadece iki bazen dört… Tekse beyaz, çok olunca yeşil... Beynimin içinde de aynıları var, gözümü kapatınca görüyorum. Belki dışta bir şey yok. Işık varlık falan… Beynimde teşekkül eden ışıklar…” diyor, Zerrin Hanım. Özellikle namazda melekleri görebildiğini iddia ediyor.
Önemli olan, melekleri görmek olmasa gerek. Allah’ı görebilmeli, insan! Yani hayatı yaratanı, bahşedeni… Hay sıfatının gerçek sahibini görebilmeli! Hay’la hayat bulduğunu bilmeli!
Hayat bulduysam, beni önemseyen, ben diye birini yaratan, bana bu bilinci veren bir Zat var. Muvakkaten bahşetmiş olduğu, Zatında var olan canlılık sıfatı. Hay, Zatına mahsus bir sıfat… Hayat, Allah’ın kudretinin tecellisinden ibaret… İsim ve sıfatlarının işlevi, sürekliliği ve kalıcılığı Hay sıfatıyla mümkün. Canlılık O’nunla var.
Madde, enerjinin yoğunlaşmış hâliyse, madde diye de bir şey yok. Maddenin ruhu da bizim ruhumuz da Allah’la kaim, yani Allah var olduğu için var. Allah, Hay sıfatına kesintisiz, sonsuz sahip olduğu için hayatlarımız yeryüzünde sınırlı, ukbada sınırsız… Orada ölüm yok.
Nefes sayısına kadar belirlenen, kalp atışlarına kadar sayılı olan ömrümün, ne kadar bir zaman dilimi olduğunu, sonsuzluğa oranlayarak kestirmeye çalıştığımda bir hiç olduğunu idrak ediyor, sonsuza kadar diri olan Allah’a güveniyor, sığınıyorum.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 331
YORUMLAR
Nefes sayısına kadar belirlenen, kalp atışlarına kadar sayılı olan ömrümün, ne kadar bir zaman dilimi olduğunu, sonsuzluğa oranlayarak kestirmeye çalıştığımda bir hiç olduğunu idrak ediyor, sonsuza kadar diri olan Allah’a güveniyor, sığınıyorum....
Güzel yüreğinizden dökülen dua gibi sözler için kutlarım yürekten..