- 610 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
"O ölüyor"
-“Ölüyor!” dedi. Dönüp baktım. Bana doğru söylendiğini tahmin ettiğim sesi aradım. Kalabalığın arasından sıyrılıp oradan uzaklaştım. Benim arkamdan grubun içinden ayrılıp yanıma geldi. Oysa bu yüz tanıdık değildi. Gözlerinde feri sönmüş bir çaresizlik, ellerinde hala dinmeyen bir korku, endişe gizliydi.
“- O, ölüyor.”
Hala sorularını anlamaya çalışır gibi bakıyor ve cevap almamı engelleyen onca soru işaretinin arasında kıvranıyordum. Kendimi toplamaya çalıştım. Söylediği şey hakkında hiçbir fikrim yoktu oysa. Neyden korkuyordum, kim ölüyordu?
Bütün cesaretimi toplayıp, gözlerinin içine baktım. Bana yönelen bakışların ardındaki endişe ve hüznün artışına saniyeler geçtikçe tanıklık ediyordum. Bütün cesaretimi toplayıp “kim” diyebildim. Başka birileri duyacak korkusuyla alçak bir sesle bana doğru eğildi;
-“Ferman!”
Kulaklarımda daha önce hiç duymadığım bir ses başka seslerle birleşmiş ritimsiz müzik çalar gibi, alçalıp yükselen kalp atışlarımın arasında canımdan can, yüreğimden hayretler koparıyordu. Daha önce hiç bilmediğim bir dünyanın, kapılarını açmış ve içine giriyordum. Gözlerim, onun gözlerime değdiği o saatten sonra bildiğim her şeyi unutmuştum.
Onu unutmuştum, her şeyiyle. Gözlerini, ellerini, her gülümsemesinde yüzünde beliriveren gamzelerini… Unuttuğumu sandığım her şeyi şuan hatırlıyordum. Oysa bunlar bir unutuşun yemini ardından verilen çabadan başka bir şey değildi. Onu beklediğim zamanların vermiş olduğu o amansız acıdan sonra artık bekleyişleri bir kenara koyup unutmaya çalıştıklarım arasına koyduklarım şuan bir bir önüme dökülüyordu.
“O, ölüyordu.”
Bir gün karşıma çıkar ve içimde bıraktığı onca acının intikamını alırım diye düşündüğüm o insan, sonsuzluğun yolculuğuna hazırlanıyordu. Ve ben içimdeki onca öfkenin hala dinmeyen aşkımın kardeşliğini yaptığından bihaber, gözlerimden dökülen yaşlardan da habersiz duruyordum.
-Geçirdiği trafik kazasında ağır yaralandı, şuan yoğun bakımda. Senin adını sayıklıyor durmadan. Annesi bütün arkadaşlarını arayıp senin kim olduğunu sordu, sana ulaşmamızı istedi. Anne yüreğini bilirsin, endişe ediyor oğlunun hayatından. Durmadan, ölecek o diye sayıklıyor.
Şaşkınlıkların içinde kendime gelmeye çalışırken, söyleyeceğim sözcükleri düşünmeye kalkışan beynim artık söyleyecek tek bir soru bile bulamıyordu. Bir tek;
-“Hangi hastane?” diyebildim.
Sanki gidecekmişim gibi hemen. Ayaklarım iki sözcük , kalbimse iki duygunun arasında kalmış hangisine izin vereceğini bilmez halde, sustum. Sadece o an içimden gelen şeyi dinleyecek ve yapacaktım.
Yanımda oturan orta yaşlı ve elindeki mendille gözlerini silip duran kadına döndüm. İyi misiniz dercesine baktım. Nasıl iyi olabilirdi ki, sevdiği insan eşi, çocuklarının babası trafik kazası geçirmiş ve yoğun bakımda yatıyordu. Çocuklarından habersiz otobüse binmiş ve İstanbul’da çalışan eşinin yanına gidiyordu. Bizi birbirimizden ayıran o ufak nokta iki ortak insan arasında ; o sevdiği insan için, ona kavuşmak için gidiyor bense bir zamanlar sevdiğim insanda kalan birkaç şeyi bırakmak için. Otobüs terminale girene kadar ne yapacağımı, ona ne diyeceğimi, söyleyeceklerini düşündüm. Oysa beni götüren eskimiş sevgim değildi. Hala gözlerimin önüne gelirken içimde bıraktığı o sızıyı aşmak için söylememiş olduğum sözleri söylemekti.
Bencilceydi değil mi?
Ölümle savaşan bir insan oysa ümit, yaşama sevinci isterdi. Benden aldığını yine benden isteyecekti. Artık bütün sükûnetleri üstümden atmak ve öylesine boş dönmek için, yattığı hastaneye giden taksiye bindim.
“207”
Oda numaralarına baka baka, söyleyeceklerimi içimde tekrarlayarak attığım her adımda onun gözleriyle. Kapının önünde duran insan yığınında tanıdık birkaç yüz. Birkaç yüzün arasında kapıya yaklaşıyor ve kolunu çeviriyorum. Sanki herkes anlamış benim olduğumu. İçeride boylu boyunca uzanmış bir beden ve kalp ritimlerini duyarak yanına gidiyorum.
“Bu ellerdi tuttuğum, gökyüzüne karıştığım bu gözlerdi. Yürürken yanlışlıkla ayaklarına bastığım bu ayaklardı. Güldüğünde bütün dünyamı değiştirecek o yüz karşımdaydı. Ufak bir tebessüm yayıldı yüzünde, kısık gözlerinde bir acı duyumsadı.”
Elini uzattı. Uzun bir süre karşılık vermeyerek onu izledim. Yanına yaklaştım. Boşlukta duran elini tuttum. ,Kendime hakim olmak istesem de yapamadım, kumral saçlarını okşadım. Gözlerinden damlayan yaşı sildim. Hasta yüzündeki o yaşama arzusunu gördüm. Yanaklarındaki o masum sıcaklığı.
Niye şimdi?
“ Yıllar sonra niye şimdi çağırdın? Tekrar bir acı daha yaşayıp kendime gelmemi geciktirmek için mi?”
Demek istedim, sustum. Alevler içinde gözlerimi ellerimle söndürdüm, ellerimle hayatımı sundum ellerine. Sıcaklığını göğsündeki düzenli kalp ritimlerinde duyumsadım.
Oysaki ne yıllar öncesinin sıcaklığı unutulmuş,
Ne de sevgisi tükenmişti.
Öfke derdik ya hani,
O tanımını yapmakta öylesine güçlük çektiğimiz o duygu.
O eli tutunca merhamete dönüverdi.
Ve bütün hepsinden önemlisi de
Aşk yoktu,
Pişmanlığın acı iniltileri duyuluyordu yan odadaki ağır hastadan.
Hissettiğim ne varsa o anda,
O saatte;
Hepsinden önce birine yer verdim.
Belki hayata dönüp kaldığı yerden devam eder diye.
Dudaklarının arasından dökülmeye çalışan harfleri topluyor ve anlam vermeye çalışıyordum. “Seni seviyorum.” Deyişi ilk kez bu kadar sessiz bırakmıştı beni ve gözlerim ilk kez ona bakarken parlamamıştı.
Ve ilk kez hastane odası bu kadar sıcak ve merhametliydi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.