- 362 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VAROLUŞUMUZUN TEORİSİ
İnsanoğlu, hayatta kabul ettiği değerleri,güzellikleri,benim dediği şeyleri yani varoluşunun KADERİNİ, yaşadığı zaman diliminde ve nefes aldığı mekanda ya yaşayarak huzuru ve anlamı yakalar Ya da tüm bunları yaşamaktan uzaklaşarak başkalarının yazgısına bağlı bir keşkeler dünyasında hayatını tüketir. Yazgımızın merkezinde kendimizin veya başkalarının olması bizim bu dünyamızı ve öte dünyamızı etkiler. Çünkü başkasının yazgısına bağlı bir dünyada yaşamak her dem birilerine “ben” lik sizce hizmet etmektir
İnandıklarımızı,düşündüklerimizi,hissettiklerimizi ve varlığımızın teorisini yaşamak kolay değildir. İç dünyamızdaki kıvrımlarla hayattaki kıvrımlara uzanıp hikmeti ve basireti kaybetmeden ruhumuzu “olanlarla” olgunlaştırmak kolay değil. Varoluş nazariyemizi pratiğe geçirip yaşatmak,bunlara hayat üflemek,bunlarla bütünleşmek Alemin yazgısına müdahil olmaktır. Bizde canlı olan neyse o yaşayandır,görünendir,açıkta,ortada olandır. Kendimizde Canlı olan ve başkalarında canlı tutabildiğimiz şeyler mahiyeti ve niteliği ne olursa olsun bizimdir,bize aittir...
Hayatı konuşmak,insanı ve alemi yazmak,okumak kendi insani hakikatimizi ortaya koymak için yeterli değildir,olayları ve olguları ne zaman ki kendi varoluş kulvarımızdan görmeye başlarız işte o zaman niçinlerin cevabı akli olmaktan çıkıp ruhumuzda erir gider ve bizim 0lur.
Dev adımlarla dünyadaki yaşamımızı inançlarımız ve teorimizle gerçekliğe erdirmeliyiz,içimizdeki karanlıkları aydınlığa çıkarıp kendimizi billurlaştırmalıyız. Başka hayatları seyre dalıp kendi inançlarımızı düşünür hale gelmemeliyiz. Dünyayı seyre dalıp kendi yaşadıklarımızı unutmamalıyız. Yaşadıklarımız büyük olmalı düşündüklerimizden,yazdıklarımızdan,okuduklarımızdan ve konuştuklarımızdan.Çok iyi okuyan ve düşünen insanlar olmanın yanı sıra çok iyi yaşayan insanlar olmalıyız...
Yaşadıklarımız sözlerimizden fazla olmalı. Sükunetin içinde büyümeli yaşamlarımız. Çığırtkan inançlar yerine sessizce olgunlaşan hayatlara sarılmalıyız...inançlarımız ve düşüncelerimiz insanlarla,olaylarla,yaşamlarla Yani tecrübelerle genişlemeli,derinleşmeli,açılmalı,berraklaşmalı ve netleşmeli...
İnançlarımızdaki kabalık ve genellik ancak yaşama “kendimiz olarak” karışıp düşünceyle sınandığı zaman incelir ve özelleşir. Dünya da bulunuşumuzun sağlamasını yine dünyadaki olay ve olgularla gerçekleştirebiliriz. Başka yaşamların neliğini düşünerek kendimizi kendimizce yaşayamayız.
Toplumların yaşayışları ,insanların ortaya koydukları maddi ve manevi ürünler, bizim iç dünyamızın tınılarına dokunmaz,bizi ayağa kaldırmaz. Ve fakat insan yaşamlarını kendimize yaşam kaynağı yapmaktan ziyade bu yaşamları genişlik ve zenginlik ürünleri olarak görmemiz,ele almamız lazım. Biz onların ürünlerinden yola çıkarak inancımızı ve teorimizi yaşamaya çalıştığımızda büyük bir yanılgıya saplanırız. Çünkü her insan kendi şartlarını ve ortamını başkalarının yaşamlarından daha iyi bildiği için başka yaşamlarda çareler aramak yerine kendi yaşamından yola çıkarak çareler üretmeye çalışmalı.
Ruhumuzun alemle,insanla ve hayatla karşılaşması neticesinde bizde oluşan bir titreşimle harekete geçmiyoruz...Başkalarının etkisiyle bizde yapay titreşimler içinde bulunup bunun sonucunda harekete geçiyoruz ve bu harekette kısa süreli,etkisiz ve verimsiz oluyor...İsteklerimiz,ideallerimiz ve yaşama dair ortaya koyduklarımız bizim değil.
Emanet aldığımız ve yeri geldiğinde bırakacağımız “isteklerden” vazgeçemiyoruz...
Yaşamın “bütünüyle,topyekün ve istisnasız” bir ilişkimizin olduğunu unutuyoruz...nereyi boşta bırakıyorsak hayat bize oradan acımasızca ve haince sokuluyor...ruhumuzun yabancı kelimelerle yıpratıyor,buruşturuyor ve bozuyoruz...yaşanmışlıkların üzerine kendi yaşamımızı bina etmek yerine teslim olup boyun eğip yaşanmışlıkları yaşıyoruz...
İsmet Özel “Bir Yusuf Masalında” Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız diyor. Yaşadığımız ses bizim değil,yaşadığımız görüntü bizim değil,yaşadığımız inanç bizim değil velhasıl yaşadıklarımızın teorisi bizim değil...Bizim olmayanı yaşıyoruz ve bunun farkına varamıyoruz ...Yaşayanların gözyaşlarına,tebessümlerine ve savaşlarına hayran kalıp bizde aynı şekilde yaşamak istiyoruz. Yaşamanın;inançlarımızın imkanlar dünyasındaki yerimizi biçimlendirmesi olduğunu unutuyoruz
Eksikliğimiz,fazlalığımız,iyiliğimiz,kötülüğümüz,fiziksel ve ruhsal tüm vasıflarımız yaşantımızın niteliğini ortaya çıkıyor. Konuştuklarımız,niyetlerimiz yani içimizdekiler yaşam sahasında ne kadar var ve hangi özellikleriyle yanı başımızda duruyorlar. Biz hayatta hangi yüzümüzle varız ve neyi kanıtlamaya çalışıyoruz. Hayata ve insanlara verdiğimiz karşılıkların yoğunluğu nerede ve hayatın bize sorduğu soruların ağırlığı nerede. Daha da önemlisi bizim yaptığımız yorumların nirengi noktası neresi.
Yüreğimize sancı veren neyse,derinlerimizde saklı olan neyse biz ancak onu ve o kadarını yaşarız ve gösteririz.
Yaşamak;Ruhumuzu hayatımızın merkezindeki izafi özelliklerden arındırmaya çalışmaktır,ölçüt olarak göreceli özelliklerden uzak durmaktır.
Ruhumuz asıl olandan ne kadar çok uzaklaşırsa bizde kendi merkezimizi o oranda kaybederiz. Geçici olana varlığımızı bağlamak kendimizi boşluğa asmakla eş anlamlıdır.
Yaşantılarımız ezbere,tekrar tekrar aynı şeyleri yaşıyor,aynı şeylere yöneliyoruz;sorgusuz sualsiz teslim oluyoruz yaşananlara...ve kendi yaşamımızı kuramıyoruz başkalarının inançlarını merkezimize oturtarak hayat içinde kendimizi kaybediyoruz...
Hayat içinde kendini kaybetmeyenlerde yaşananları düşünüyorlar,eleştiriyorlar,sorguluyorlar ve fakat sadece orada kalıyor,kendi yaşam sahalarına geçemiyorlar,sözleri beden bulup yürüyemiyor...inançlar ruhlanıp canlanamıyor.Geri çekiliyor sınırlarımızı daraltıyoruz...Hep bir davranış kaybı yaşıyoruz,nefesimiz yetmiyor kelimelerimizi kanatlandırmaya,sözümüz kafi gelmiyor acılarımızı dindirmeye...yaşadıklarımıza yetmiyoruz...Minicik yaşamlarla kocaman değişimlere yürüyoruz...Adımız şanımız yok olsun diye değil büyüsün ve var olsun diye konuşuyoruz...
Ruhumuz bedenimize bedenimiz ruhumuza karşılık vermiyor(gelmiyor)...her şeyimizin imtihanı yapılıyor şu garip dünyada...imtihan yapıldıkça geriye kalan şeylerimiz azalıyor...yani biz azalıyoruz ve yok oluşa gidiyoruz...hayatımız büyük hayat içinde azalıyor,sesimiz ve görüntümüz siliniyor...bağırıyoruz ve fakat sesimiz çıkmıyor...YAŞAYAN sessizlik ise çığlık atıyor...
Kendi toprağımıza el süremiyoruz,toprağımızın varlığından bahsediyoruz,toprağımızı konuşuyoruz ve fakat toprağımızda,toprağımızla yaşayamıyoruz...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.