5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
789
Okunma
Somyada oturduğum yerden başımı cama doğru uzatınca,ağaçların diplerini de görebiliyo-
rum.Kış. Kara ağaçlar,kara direkler.Koyu yeşliyle karşıdaki bahçe duvarının ardında,mey
ve ağaçlarının arasında küçük bir çatı gibi kara çam yüzüme yüzüme bakıyor.
Hiç büyümemişim.Yazdığım bu defter yine çarşıdan gelme kese kâğıtlarının arasından çık
ma ,ağaçtan yapıldığı son derece belli ; küçük kıymık parçacıklarının üstüne yazıyorum,
bu bana yeter.Defterim süt gibi bembeyaz,kalemim en pahalı cinsten olması gerekli değil.
Başımın dinmez uğultusunu,benim ucuz,hatta parasız gereçlerim sağlayabilir.
Bir öykücümüz delirmemek için yazıyorum demiş,ben de delirmemek için yazıyorum.hıçkı-
rıklarımı, boğazıma dizilen acıları,yıkılışları,en kötüsünden de olsa bir kâğıda dökmezsem
çıldırabilirim..
gün karanlık ve ağlamaklı.Bu denli üzgün olmama neden ne?İnsanlık gücüme mi inanmıyoru
rum yoksa.Yazgıma boyun mu eğiyorum?Babamın azarlamaları çınlıyor kulaklarımda.Bağırı
yor:
-Asi kız! Asi evlât!
Namazlağa başında bana ilenci.Nişanı bozduğum için. Onların istediği evliliği gerçekleştir
mek istemediğim,bir süre daha kendimi dinlemek istediğim için. Onların gözünde bir yılan
olmuştum, hemde en zehirlisinden,engerek yılanı. Düş müydü yoksa gerçek miydi?.. Aslan
kaplan,fil,zürafa,fare,inek,manda hatta solucan.Her türlü hayvan saldırıyordu.Ben yılan-
dım.Yalan değil ben engerek yılanıydım. Sonunda yenildim mi -yeniliyor muyum-kesin değil.
Sinemanın ışıkları söndürülmüş, film gösteriliyordu. Gösterilen her görüntüde gözlerim do
lup dolup geliyordu. İçim bir gözyaşı kaynağı gibi kaynayıp duruyordu. Boruları yüksekte
uzaklarda bir kömür sobasına ellerimi uzatmaya çalışıyor,alnıma vuran sabah güneşi yitip
gitmesin diye gözlerimi kırpmadan güneşe bakıyor,yükselip ırayan güneş gidince,gece ya
tağımda çok kötü, kırıcı bir insan olduğumu düşünerek, tövbeler ediyordum. Babam (cadı
cadoloz kız)diye iğneliyordu.Yağıma upuzun uzandığımda bir an öldüğümü düşünüyor,son
ra ölüp ölmediğimi denemek için derin derin soluyor, yatağa yapışmış el ve ayak parmakla
rımı oynatmaya çalışıyordum.o her zaman üzgün kalbim, deli deli çarpıyordu.
-Gene akşam oldu ya sokaktasınız ha?
Arkadaşımız bir kahkaha savuruyor cılız çocukluğumuza. ,Yüzümüze tükürülmüşçe gerili-
yor kekeliyoruz..
-Anneniz eve koymadı mı gene? Yemek mi yaktınız? Her zaman bir suç işleyince eve su ta
şırdınız. Bugün taşımadınız mı? Ha ha ha ha!
Nasıl da gülüyor. Utançtan yüzümüz kıpkırmızı. Suç işlemiştik. Oyuna dalmış yemeği ocak
ta unutmuştuk..Hava karamış,akşam olmuştu. Halimalanın tek katlı toprak evinin önünde
çömelmiş yoldan geçenlere bakıyorduk. Zamanın çocukluk yerinde veya şimdiki zamanda
kar yağıyor.Özlemlerimiz gibi bembeyaz.Ağlamak isteklerim bitsin.Kar yağarsa yağsın kü-
çük ayaklarımıza. Isınacağımız soba ırayıp gitmesin.
-Üşüyorum aba.
-Ben de Nazife ama n’apalım,babam gelmedi. Her zaman erken çıkardı işten,bugün bizim
kaderden gelmedi işte.
-Gel hadi içeriye girelim.
-Annem öldürür.
-Ne öldürecek kız,ben sana ta içeriye mi girelim diyom. Aşağıda kapının önünde, sessizce
bekleriz babamı..
-Eh, iyi öyleyse..
İki kardeş o an birbirimizle bir bütünüz.Acıların,anlayamadığımız şeylerin tamamladığı bir
bütün..Üşümemek için zıplıyoruz.Üzüntüden mi çocukluktan mı, durumumuza durmadan
gülüyoruz. Babam gece de gelmezse ne yapacağız? Çatıdan eski yastık ve çuvallardan ge
tirir, buraya merdivenin altına kendimize bir yer hazırlarız.Uyuruz. Ne macera olur ama diyor kardeşim."Filmlerdeki gibi mi?"diye soruyorum. Gülerek"Tabii ya"Bir anda kendimizi
bir filmin kahramanı gibi görüyoruz.Gülünç durumumuzu daha iyi anlıyoruz.Annemiz gözü
müzde büyümemiş bir çocuk,bizler yetişkin insanlar.Ne biçim kadın diyoruz.Çocuk gibi bi
zi halamgile kadar sokaklarda kovalar, yollarda bağırır, döver. Nedenlerine çocuk aklımız
ermiyor.
-Dayağa alıştık nasıl olsa. Gel yukarıya çıkalım.
Burnumuza yemek kokusu geliyor.Ocakta unutup yaktığımız yemek lâhanaydı.Dibine tut
muş,tencerenin altındakilar simsiyah olmuştu. Niye bizi yemeğe baktırıyor? Yemeği ocak
ta bırakıpta sokakta oturmasın. Suç kendinin ama n’apalım.
-Gel çıkalım.Dayağı yer, ondan sonra da sıcak yatağımızda bir güzel uyuruz.
Dayaktan sonra uyumak güzel olurdu. "Dayak çok matah bir şeymiş gibi yazmışım"
-Dayaktan çok söylediği azarlara,küfürlere içerliyorum. Dayağa alıştım ama kötü sözlere
hiç alışamıyacağım.
-Mübarek sanki üvey anne,hiç mi içi sızlamaz..
Kar,tipi,ayaz.Rüzgâr uğulduyor.Babam başında köylü şapkası,atkısı,paltosuyla bize göre uzun saatlerden sonra, yolun başında görünüyor. Bizim bu halimize alışkın, yalnızca "Vay
yavrularım vay" diyor usulca. Koşar adımlarla merdivenleri çıkıyor. Arkasında biz iki kar
deş,geçen bir kaç saatte yaşlanmış olarak ağır ve durgun adımlarla çıkıyoruz merdivenle
ri. Az önceki gülmelerimiz boğazımızda düğümlenmiş,babamız gözümüzde bir kurtarıcı o
larak masaldaki yerini alıyor. Anneme çekişiyor. "Bıktım; illâllah senden kadın.Ne istiyor
sun şu küçücük çocuklardan.
Annem homurdanıyor:
-Küçücük çocuklara da bak .Eşşek kadarlar. Bir yemeğe bakamaz mı bunlar. O kadar ye-
meği yakmışlar.Ne yiyecez şimdi?
Babam kızgın:
-Elinin körünü yeriz!..
Kavga ...Usandım...Herkesin birbiriyle sevgiyle konuştuğu bir yer yok mu? Radyodaki ar- kası yarınları annemle birlikte, ben de dinliyordum. Konuşmaları etkiliyor. Sevgi ve saygı
dolu sözcükler.Ramazanda hatim dinleyip,takip etmek için camiye gittiğimde bile o güzel
sözcükler kulağımda söyleniyordu.Kur’an okumayı iyi bildiğim halde hocayı takipi kaçırdı-
ğım oluyordu..
Ramazan akşamları,teravih namazını kılmak için uzun beyaz tülbentlerimizi başımıza sıkı-
ca sarıp akşam namazından sonra hemen yanımızdaki büyük camiye gidiyorduk.İçimizde güzel bir rahatlama oluyor,tövbelerle bir güzel arınıyorduk.
Biraz daha erken gidince camii huzur veryordu insana tenha ve büyüklüğü.Kur’an kursu-
na giden biz beş altı kızbir araya gelip fısıl fısıl konuşuyorduk.Biri" Duydun mu kız? Atiye-
ye mıstık mektup vermiş." Buna benzer dedikoduları birbirimize gülüşerek anlatıyorduk.
Namaz kıldığım kilimlerdeki desenlere dalıyordum bazen,bazen sokakta lâf atılan kötü söz
leri,elle kola yapılan kötü hareketleri.Bu nedenle sureleri yanlış okuyup tekrarladığım olu-
yordu.Allah’ım ne kadar kötü.On üç on dört yaşında her türlü kirli duygulardan arınık ba-
şı örtük bir kızdım oysa..
Ya gazetelerdeki çıplak fotoğraflar.Öyle saf ve bilmezliklerle doluydum ki erkeklerin kadın
ların vücutların hiç görmediklerini sanacak kadar saf.Sinemada görüyordum ama o sadece bir görüntü ,hayaldi.Gerçekliğine inanmıyordum.
Annaem bahçeye giderken,kavaklıkta oynarken bize aynı sözleri yineliyordu" Bir tarafını nıza kara sürdüm, sakın oğlanlara yaklaşmayın, yoksa o kara sililinir. Eğer başınıza bir iş
gelirse kıyamete kadar yanarsınız." Ne karası biz hiç kara mara görmüyoruz derdik.Anne
min yalan söylediğine inanıyor ,yine de içimize bir korku gelip yerleşiyordu.
Şarkılar söylediğimiz kış armudunun dallarındaseslerimiz oğlanların seslerine karışınca var
gücümüzle bağırırdık" Baba geliyor musun? İyi, çabuk hadi, bak yemek hazır."
Oğlanları böyle kandırırdık.Babam yanımızda gibi konuşarak.Kimi zaman bizi saymayıp bi-
zim sokağın hırsız oğlanları,gözümüzün önünde yaz elmasını çırpıyorlardı.Bizim bağırmalarımız sinek vızırtısı gibi kalıyordu yanlarında.Yumruklarını bize doğru sıkıp,üstümüze yürüyorlardı.
-Erkekseniz hadi gelin!
Ellerimizde değnekler arkalarından bağırıyorduk:
-Pis hırsızlar!Allah belânızı versin..
Korku..Kendine güvensizlik..Bir yığın ruhsal sorun.. Kendi kendine aşmak zorundasın tüm bu sorunları..Biraz daha çocukluğuna, ilk gençlik dönemlerine dön bakalım kızım. Aşabile- cek misin bu dağ gibi sorunları.. umutsuzlukları...
Ne kendi gölgenden ne de başkaklarının gövde gösterisinden.Gök hep böyle kapalı,karan-
lık,hava hep böyle fırtınalı kalmaz..Şu kara kara gördüğün ağaçlar, nisanda ak çiçeklerle donanacak. sen de ağaçlarla birlikte nisanda ağar. Üzüntülerin çiçekli bir dal olup açsın..
Ah kendine ait bir evin olsa !...