- 1003 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
siz aşkı bilmezsiniz.
Erzurumda her yağmurdan sonra Gök kuşağı doğardı. Kolaydı işim. Şu dağın ardı kadardı hepsi, hepsi. İnekleri yağmurlu bir günde götürür ya da almaya gidersem olmuştu bu iş. Aklıma yine silgim düşmüştü. Onun bir kız olmamasına üzüldüm belli belirsiz. Keşke kız olsaydı. O kadar güzeldi ki. Eminim çok güzel bir anne olurdu. Silgi olması hasebiyle de kötülükleri silebilirdi dünyadan beklide. Bunu izleyen Günlerde kız olmak için çok dayak yedim. Gittiğim gök kuşakları, ben gittikçe uzaklaştılar. Asla altından geçemedim. Her gittiğimde sadece eve geç döndüğüm ve nerede olduğumu söylemediğim için sopa yedim sadece. Her gönülden başka şekilde buharlaşsa da her göze damlacıklar halinde yansıyordu sevgi denilen şey.
Ahırı süpürdüm. Bu defa bütün inekleri öptüm, öptüm, öptüm. İnanmazsınız Onlarda bende bayağı ağladık. Öpüldüğünde ineklerde ağlıyordu nedense. Sanırım sevginin her şeyi kuşatan ve dönüştüren bir buğusu vardı. Gözle görünmeyen bir buğu. Yapıştığı yerde yaşa dönüşen sıcacık sevimli bir buğu.
Sırlar dünyasında gibiydim. Akşam babam pikap dinlerken duyduğum ses çalınıyordu kulaklarımda."Yolumuz gurbete düştü hazin, hazin ağlar gönül"bu sözü çok iyi anladığımı biliyordum ama ne anladığımı bilmiyordum. Hep ağlamaklığım vardı. Sessiz, sessiz mırıldanarak yürüyordum.
Mırıldandıkça da gözlerime yaşlar yürüyordu. Sanki ben seviniyordum. Bu ağlamak değildi. Yanaklarımdan süzülen sıcacık damlalar bir merhametin görünmeyen elleri gibiydi. Dünyalar kadar genişlemişti içim. Artık kaba saba taşları değil. Tozu zerreyi karıncayı dahi görüyordum. Okuluma giderken
Bir gölge devrildi üzerime. Başımı kaldırdım. Muhtemelen Çarşı izninden eve dönen bir askerdi bu.
-Küçük neden ağlıyorsun.
-????????????????
-Hadi söyle bana. Neyi söyleseydim. Silgiyle başlayan bir sevdanın hayatı nasıl öğrettiğini mi. Yoksa bir türkünün tınısında kişiliğimin gelişiyor olduğunu mu? Evet, hangisini nasıl hangi sırayla.
-??????????
-Hadi ne olur.
-Bişey yok asker abi okula geciktim.
-Peki öyle olsun, hadi sil yaşlarını. Şunu da al kendine bişey alırsın teneffüste.
-Babam beni öldürür. Dedimse de. Önce yanağıma kocaman sımsıcak bir öpücük, sonra cebime metal bir şey düştü.
Yüküm hafiflemiş okula da epey yaklaşmıştım. Asker amcadan uzaklaştığımdan emin olduğumda elimi cebime atıp parayı çıkardım. Işıl, ışıl bir elli kuruştu. Gözlerimin içi parladı birden Gayri ihtiyari Nevin Öğretmenimin öğrettiği.”İyilik et iyilik bul Kim kazanmış kötülükten” şarkısını söylüyor. Seke, seke okuluma doğru uçuyordum adeta. Dün eve ekmek almamın karşılığıydı bu. Noksandı ama olsun yolun yarısından fazlası ederdi. Hem bir kere daha öpülmüş bir kere daha İnsan olduğumu hissetmiştim.
Sınıfa girerken. Başım dik bir general edası takındığımı daha yeni, yeni fark ediyorum. Dokuz ya da sekiz yaşındaydım
Ömrümce tatmadığım bir şey tatmıştım.
Şimdi silgim de burada olsa ben de onu öpsem nasıl mutlu olurdu. Çok sessizdim Çoook. Öğretmenim ikide bir
-Bişeyin yok değil mi diye soruyor teneffüste arkadaşlarım benimle ilgileniyor. Bu ilgi beni önemli hissettiriyordu. Sebebini de anlatamıyordum. Çünkü bende anlamıyordum bu sessizliğin sebebini.
Okuldan çıktım Doğru hasan amcanın dükkânına. Bir yanda kavuşmanın heyecanı vardı. Bir yanda dünkü işi aklım “rezalet “diye algılamıştı. Gidemedim utandım sanırım. Öyle bir çaresizlik çöktü ki içime gayri ihtiyari ellerimi cebime soktum. Elli kuruşa değdi parmak uçlarım. Aklıma bir sürü soru sökün etti.
Nereden buldun, neden aldın, yalan söyleme, hadi o asker amcayı göster bakalım. Nasıl olacaktı hepisi aynıydı tüm askerlerin zaten dikkatli bakamamıştım yüzüne. Korktum alelacele onu çıkarıp attım cebimden.
Sanki bir yılan ya da akrepti para. Havada uçuşunu izledim, Onunla uçan hayallerim biraz sonra yere çarpıp darmadağın olduktan sonra, hükümet konağının bahçesine zıpladı ve sesi kesildi. Çimenlere düşünce. Önemli bir hatıram orada kalmış gibi Tüm hayatım boyunca O bahçeye bakmışımdır bu olaydan sonra.
Evde bir kalabalık vardı. Kapı da beyaz bir murat 131 olduğunu çoook sonraları öğrendiğim. Dayım gelmişti. Yengem. Birde onların küçük bebekleri vardı. Funda. En çok yengemi sevdim.
Dayım da sıcaktı ama yengem sanki bahçeye düşmüş bir güneş kadar göz alıcıydı. Bembeyaz yüzüne bakarken içim sütliman oluyordu.
Ellerini öptüm yanlarından hiç kalkmak istemedim. Hayatımın ilk eriğini de o zaman yemiştim. Çok lezzetli, çekirdeği kendiliğinden ayrılan küçük ama çok leziz şeylerdi. Annem erikleri nereden aldığını sordu.
Kandıra’dan gelirken bahçeden topladım dedi. Orada ilkokul öğretmeniymiş. Bizi bir güzel giydirdi. Kıymetli olduğumuzu hissetmiştim ilk defa. Sokağa çıkıp hava atmak geçiyordu içimden.
-dayım geldi…
-dayım geldi diye bağırmak dağları yıkmak istiyordum nedense. Ne kadar oldu bilmiyorum. Dayım toparlanmaya başladı. Hayatım da ilk defa
Görüyordum dayımı. Bilmiyorum aldıklarından mı geldiklerinden mi yoksa dayım olduklarından mıdır nedir. Hiç gitmesinler istiyordum. İçimden dualar etsem de. Belki iki saat sonra artık yoktular. Üzerimde çok güzel elbiseler vardı ilk defa. Benimdi bana aitti ama ben kendimi. Dayım gidince çırılçıplak hissettim. Anneme koştum. Ayaklarına sarıldım. Anne dayım gitmesin elbiseleri geri verelim dedim
-Üşük, Üşük konuşma oğlum vakti yokmuş olsa kalırdı dedi. O gün bir karar verdim. Güzel olan şeylerin ömrü kısa oluyor. İçimde Birçok kanaat durmadan yer değiştiriyordu. Annem dayımı çok severdi. Bunu o yokken Bahsettiğinde gözüne ve yüzüne yansıyan ışıktan fark ediyordum. Ama gitmesine de yıkılmamıştı benim kadar. Ben ise. Artık çok şeyi seviyordum. Hatta Annemi sollamıştım sevgide. Bundan da emindim. Annem benim kadar sevemiyordu bu kesindi artık.
İnekler, asker abiler, Hasan abi, dayım yengem. Minik funda. Erik. Bunları birine anlatma ihtiyacı duyuyordum da kime. Yatağıma gidip uzandım. Karanlığı bekledim.
Herkesi uyutup, ahıra gittim. Bozonun boynuna sarılıp, olup biteni anlattım. Beni kimsenin sevmediğini. Güzel olan her şeyin erken bittiğini. Öpülmenin gizemini. Her şeyi ama her şeyi anlattım ona.
Sıkılmış olmalı. Mööööö dedi. Korku ile heyecan arası bir duygu yaşadım. Sese gelen olur. Korkusuyla ahırdan çıkıp doğru Hasan amcanın dükkânına gittim.
Etrafıma baktım kimsecikler yoktu. Dudaklarımı sevgilimin hizasında cama yapıştırdım. Hem konuştum hem öptüm. Ne kadar zaman geçmiş bilmiyorum.
Yine kulaklarımda iki parmak. Tepemde mahalle pekçisi vardı.
-La oğlum çıktır git evine.Yok mu senin evin barkın. Yanındaki.
-Memmet abi bu bizim Haydarın gardaşi yav.
-Aha, essahmi
-He Vallah.
-Eleyse eve götürek kayıp mayıp olur. Yaka paça eve getirdiler.
Ne işin vardı neye gittin. Bir sürü akıl yürütme, bir sürü fikir. Ama asla tahmin edemediler. Babam "kulaktozu" dediği yere bir tokat aşk etti.
-Zıbarda yat dedi. Ben de öyle yaptım. Zıbara bildim mi bilmiyorum ama yattım.
Sabah kalktığımda içimde devleşen bir hasret vardı. Silgimi ayçiçeklerinde ya da yeni açmış papatyalarda görüyordum.
Geri yatağıma gidip yattım.
Sinsi bir plan peşimdeydim. Başımdan geçen acıklı şeyleri düşünüp ağlamaya çalıştım ama olmadı. Becere bilsem. Karnım ağrıyor diyip okula gitmeyecek. Sonra hasan amcanın dükkânına kaçacaktım.
Annem kalk ahırı süpür okul vakti geliyor dedi. Öyle yaptım.
Nasıl olduysa ahırda tökezlenip mayısın içine düştüm. Canım yanmamıştı ama. Başka hiç elbisemiz yoktu. Ağlaya, ağlaya eve girdim. İnek çifte attı dedim.
İnandılar. Biraz söylenerek annem beni soyundurup banyoya soktu tertemiz yıkadı. Sonra elbiselerimi yıkamaya geçti bende yorganın altına girdim. Yapacak hiç bir şey yoktu. yatmaktan da çok sıkılmıştım. Kalkıp abimin elbiselerini giyindim.
-Anne ben ödevlerimi alıp geleyim
-Tamam, geç kalma sakın. Dedi ve evden çıktım. Ne yapıp edip sevgilimi bu defa alacaktım. Dükkâna girdim. Kendimden çok emindim.
Hasan amca beni öpmüşse seviyor demekti. Hem isteyenin bir yüzü karaydı üstelik.
-Hasan amca.
-Efendim Adnan hoş geldin. Baban nasıl vesaire başladı soruya hepsine cevap verdim. Bu arada Babamı benden çok sevdiğini de fark ettim. Ona övgüler yağdırıyordu.
-Bir topal ayağıyla sizi muhannete muhtaç edemeden yaşatıyor. Babanızın kıymetini bilin" Filan dedi. Muhannet dikkatimi çekmişti.
Aşkale’nin en zengini bu adam olmalı diye düşündüm.
-eeee söyle bakalım. Bişey mi diyecektin.
Dediğinde aklım o kadar karıştı ki. Babam O silgiyi istiyor mu desem. Muhannet amca yolladı mı? Şaşırıp kaldım. Ama dönüşü de yoktu bu yolun. Derin bir nefes alıp.
-Silgim yok ta hasan amca. Annem dedi ki hasan amcan seni sever git bi iste. Belki verir dedi. Dedim. Bu arada kendime de hayranlık
Duyuyordum. Hem silgiyi ben istememiştim. Hem de çok güzel istemiştim.
-Para gönderdi mi?
-Ne parası amca.
-Silgi parası oğlum.
-bilmem vermedi sanırım. diyi verdim bocalamıştım bu hesapta yoktu. Hemen vermeliydi en azından ben öyle düşünmüştüm nedense.
Hangi komşuya gitsem annem şunu istedi desem verirlerdi oysa. Hasan amca yerinden kalkıp küçük bir kutu çıkardı. Andan da bir adet silgi
küçücük mavi bir silgiydi bu üzerinde kırmızı iki yada üç şerit etrafını dolanıyordu silginin.Hayatımda böyle sevimsiz bir şey görmemiştim.
Ne yapacağımı şaşırdım. Elimde silgi bir silgiye Hasan amcanın gözlerine bakıp duruyor yerimden kıpırdayamıyordum
-eeee. Daha ne bekliyorsun hadi git helali hoş olsun dedi.
Elimde silgi ile dünyası yıkılmış tüm çözüm yolları kapanmış olarak dışarı çıktım. Olmazdı olamazdı böyle bir şey. Gidip çözüm bulmam lazımdı.
Bunu istemediğimi söylemem gerekiyordu. Gerekirse her gün gelip dükkânını süpürürüm diyeyim kapısında ağlayayım istedim.
Geri döndüm. Bin bir hesap içinde. Elbiselerimden utanmak bir yanda, elimde silgi. Perişan ama umutla ilerledim. Cama yaklaştım yerini tarif
Edecektim istemeden önce hazırlık yaptım. Kalemler oradaydı ama. O yoktu. Telaşla içeri girip silgiyi sordum.
Hasan amca silgi !! Silgim yok
-Demin verdim ya oğlum.
-Yok, hasan amca şuradaki! Şuradaki! Diye bağırdım gayri ihtiyari. Vitrini göstererek.
-Dur bakiyim. Dedi kalktı yerinden. Raftan boş bir kutu çıkardı. Salladı silkeledi.-Vallahi kalmamış dedi. Ve ekledi.
-Demek ki Rıza Bey son kalanı da satmış. Dedi Oğlunu kast ederek. Çaresizliğin sınavından geçiyordum adeta.
Tüm hayatım cazibesini yitirmişti artık. Sevgilimi eller almıştı. Sap gibi kalakalmıştım dünyanın orta yerinde. Sanki dünyada ondan başka hiç bir şey yoktu da bunu ben yeni fark ediyordum. Koşarak eve gittim ve ahıra girip Bozoya her şeyi anlattım. İşe yaramadı bu sefer. Sadece içimdeki yokluk biraz daha büyüdü. Bir şey daha öğreniyordum. Derman olmaya gücü yetmeyene sır söylemek Sadece derdin büyümesi demekmiş. Artık kimseye sırrımı söylememem gerekiyordu. Bunu çok iyi kavramıştım. Kim bilir belki yanlış bir dert ortağı seçmiştim kendime. Talihime küsmek en kolay olandı. Öylede yaptım. O gün kendi adımı. Garip gamlı BESTEKÂR koydum. Her fırsat da kafamdan bişeyler yazıp söyledim bir eski türküymüş gibi. İşin tuhafı Bir söylediğim türküyü bir daha hatırlayamıyordum. Buna Öğretmenlerimde, dâhil kimse inanmıyordu. Ekseri hoşlarına gideni yeniden söyle dediklerinde bunu fark ediyordum. Mahcup olmamak için Kalemle tanıştırmam gerekiyordu türkülerimi. İlk yazmaya böyle başladım. Yazdıklarımın altına. G.G. B. koyuyor bu ne diyene de. “Geber de Git Burdan”. Diyiyor bunu da kendime söylenecek en güzel söz olarak tanımlıyor. Hem de insanların gülmesine sebep oluyordum. Ama ne manaya geldiğini asla açıklamıyordum. Şimdilik. Silgim değildi giden sadece. Hayata ilgim de onunla gitmiş gibiydi ya da ben hayata bağlanmanın adını tersten böyle koymuştum. Çocuk zekâmla. Tam da bir çocuğa yakışacak şekilde.
Ardından her okula gittiğimde kız çocuklarının eline bakar oldum. O güzel sevgili kimin elinde diye.
*Hiç izine tozuna rastlamadım.
Ama beni sevdamla buluşturur ümidiyle. Asla ve asla hiç kimseyi kırmadım. Hakaretlere tahammül ettim. Alaylara aldırmadım.Bu arada sürat le büyüyor Bol bol kitap okuyor.Başıma gelenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bir müddet sonra tebessüm olarak bana geri dönecek bu silgi sevdası beni çok güzel terbiye eden bir okula dönüşmüştü.
Bu gün istisna bu sırrı kimseye de açamadım. Büyüdükçe öğrendiğim şu oldu benim. Aşk bir mesnede bağlı çoğalmakmış. Meğer.
Ben bir silgiyle kâinatı tanıdım. Yıldızları fark ettim. Yer de ve gökte ne varsa sevdim. Belki sevgilim ondadır diye suratsızın suratını mehtap görür oldum. Bir silgi de tecelli edince insanı bu kadar büyüten Aşk. Acaba Bir insanda tezahür ettiğinde ne yapardı. Henüz bunu bilmiyordum. Bildiğim belki de tek şey. Aşkın Tek başıma olmadığımı alnıma çivilediğiydi.
Artık. Her şeyi tüm boyutlarıyla fark etmeye çalışıyordum. Yolda sürüklenen bir yaprak rüzgarın uçurduğu bir poşet,Kuşların ötüşü bana başka bir ilham veriyordu.Bana göre herkes sevgilisini arıyordu da Kimse bunu anlamıyordu.En anlaşılmaz olanda.Sevgi ile sevgili olanın arasındaki farktı.Şu karara varmıştım.
İki insan türü vardı.Bunlardan biri yaşlananlar diğeri ise yaşayanlardı.Ben sınıfımı seçmiştim.Asla yaşlanan olmayacaktım.Yaşamak zor olandı.Ve ben yaşayacaktım.
YORUMLAR
Öyle güzel ve ince ayrıntılarla, duygularınızla yazmışsınız .Kendinizi karmışsınız öyküye.Aslında
öykü değil gerçek olduğunu biliyorum.Bu kadar tutkuyla bir nesneye bağlanmadım hiç .Gerçekte siz bu bağlılıkta yaşama bağlılığı , direnci yazmışsınız. Önünüzden kaçan bir şey olmamış,cümleler
yerli yernde oturmuş..Bir silgiyle sevgiyi ve içinde yaşadığınız dünyayı anlatmışsınız...
tebrikler, selâm ve saygılarımla..
yeğinadnan
Konu yeni yeni filizleniyor.Bu raya kadarki kısım sadece altyapının muhteviyatı bilinsin diyeydi.Dilerim yazı Ana temaya giderken eğitici öğretici ve eylendirici olur. Sevgi selam ve muhabbet.