- 1637 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
MEVLÂNÂ’DA VUSLAT
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Mesnevî, Mevlânâ Hazretlerinin iman dilidir. O, bu dille, Şark kültürünün yaşadığı asırda medeniyetimize şekil veren idrakiyle hareket etmiş ve insana insanı anlatmak için çevrenin renklerini kullanmıştır.
Mesnevî bu bakımdan bize önemli bir inanç yorumu sunar: İnsanın, “Allah’tan geldiniz ve tekrar O’na döndürüleceksiniz” (1), ayetinin ifşa ettiği sırrı kavrayıp yorumunu yaparken, “Vahdet-i Vücut” anlayışını bunun için benimser? İnsanın izzeti de burada ortaya çıkar. Nitekim Cenabı Mevlâ: “Ben insanı topraktan yarattım, ona kendi nefesimden üfledim” (2) i bunun için ifşa eder.
Şimdi bu “Eşref-i Mahlukât”ın sürüklendiği hâle bakınız:
Kur’an-ı Kerim, baştan sonuna kadar insanlığın tarihinden söz eder. Bir nevi sosyolojik yorum ve değerlendirmeler yapar. Hemen hemen bu alanda anlatılanların tamamının özeti, insanın “kan dökücü” vasfına hapsolması keyfiyetidir. Bu, nereden doğuyor? Bu, insanın doyumsuzluğundan, o doyumsuzluğu tetikleyen ihtiraslarından doğuyor. Yüce Yaratıcımız, onu, yani insanı dizginlemek, kontrole almak ve yaratılış esprisine uygun hale getirmek için sıkça yönlendirici Peygamberler göndermiştir. İnsanın doyumsuzluğu öylesine uç noktalara taşınmış ki, Peygamberler de savaşmayı bile göze almıştır.
Yaratıcısına bile kafa tutan, Peygamberleriyle savaşan, kendi kendiyle barışık olmayan, istilaları, yağmaları, tahripleri yapabilen böyle bir varlığın karşısında çaresiz kaldığı tek şey; “ölüm”dür.
Peygamberler tarihindeki insanlığın bu talihsizliğinin üzerinde durmayacağız. Biz, beşerî zaafların bir anlamda ilk örneği haline gelen ve doyumsuzluğun, ihtirasların ve acımasızlığın simgesi olarak kabul edebileceğimiz bir insanın alınyazısının kalın çizgilerini size sunacağız:. Fırsatını bulsa, her kan dökücü böyle bir tipi doğru yürüyebileceği için bu düşündürücü bir örnektir. Bu adamın ölüm karşısındaki aczi ve kendisine yapılan uyarının bize vereceği ders önemlidir:
Dünyayı kasıp kavuran ve dünyanın en büyük imparatorluğunu kuran Büyük İskender’i 33 yaşında yakaladı ve bütün ihtiraslarının faturasını kefenine sarıp gönderdi. Bu öyle bir ihtiras ki, Makedonya’dan Hindistan’a kadar götürdü ve gittiği her yeri yakıp yıkarak kontrolüne alıp döndü. Ölürken de; “İktidarını kime bırakıyorsun?” diye soranlara, “En güçlünüze”, cevabını verir ve o “güç”, Cassander’in eline geçer ve o da, İskender’in annesi ile iki oğlunu zehirlettirerek neslini bitirir. Bugün o medeniyetten bize kalan, İskender’in bu aşırı doyumsuzluğu karşısında bir bilge kişinin, “Yakında öleceksin, öldüğün zaman gömüleceğin mezar kadar toprağın olacak”, sözüdür.
Mevlânâ, insanlık tarihinin bu en büyük trajedisini ve daha buna benzer yüzlerce dramı biliyordu ve onun için “ölüm”ü insanlığa “Vuslat” esprisiyle tebliğ etti. Ona göre ölüm, Kur’an’da belirtildiği üzere son değil, yeni, gerçek ve sonsuz hayatın başlangıcıdır. Bunun için ölüme “Şeb-i Arus” demiş ve bunu bir rubaisinde şöyle dile getirmiştir: "Aşksız olma ki ölmeyesin. Aşkla öl ki diri kalasın." (3)
Buradaki “aşk” ihlâstır ve teslimiyettir. Buradaki aşk, nefsâni değil, uhrevidir; insanın kendini anlama noktasında Rabbine bağlanışının dilidir. Dünyevî hazlardan sıyrılarak, iyi “kul” olma gayretine girmedir. Maddî ve şehevî unsurlardan arınmış, hakkın rızasına koşmadır.
Bunun içindir ki, Hazret, hayat-ölüm ilişkisinin üzerinde sıkça durur ve çok öğretici açıklamalarda bulunur. Biz, bunlardan bir şiirini buraya alarak konuyu okuyucunun kendi kişisel duyarlılık kalitesine bırakmak istiyoruz. Mevlânâ Hazretleri şöyle diyor:
"Hiç bir ölü, Öldüğü için hasret çekmez. Ancak tâatinin azlığına yanar.
Yoksa Ölen kimse; kuyudan ovaya çıkmış, zevk u safa meclisine ulaşmıştır.
Bu daracık matem yurdundan ferahlayıp, geniş bir ovaya göçmüştür.
Orası doğruluk yeridir, orada yalan yoktur. Ayranla sarhoş olan, has şarabı ne bilsin?
Orası öyle bir doğruluk yurdudur ki, Hak onlarla beraberdir. Su ve çamurdan (bedenden) kurtulmuş, nur ile dostturlar.
Bu hayat için bir iki nefesin kaldı. Bari gayret et de, ercesîne öl." (4)
Mevlânâ’nın, İnsanoğlu’na, içinde bulunduğu çürümeyi durdurabilmesi ve manevi yönelişi sağlayabilmesi için o tek gerçeğe; ölüm vakasına bakışı bu bakımdan önem taşır. Yüce Yaratıcı, Peygamberlerine bile sonsuz bir hayat vermemişken, insan ne olur ki? Bütün mesele bu idrake ulaşmak ve sonunda o ‘mezar kadar toprağın’ altında gerçek hayatın perdesini onurla açabilecek bir imtiyazı talep etmeye kalıyor. Mevlânâ, ölümü “korku” içgüdüsünden alıp “düğün”e çeviren anlayışıyla ruhumuzu yıkayıp arındırarak hayata bakmamızı ve mutluluğumuzu sağlayacak bir kalıcı reçeteyi bize sunmaktadır. O’ndaki “Vuslat”ın gerçek ve derin anlamı budur…
________________________
1 Bakara/2;156.
2 Sa’d 38/61-62.
3 Rubailer, 181.
4 Mesnevî, V/1774-79.
MUHSİN İLYAS SUBAŞI
YORUMLAR
Allahu Teala insani üc vücud ile yaratmisdir.
Ruh,fizik beden ve Nefs.
Ruh insana Allah tarafindan üflenmisdir. Bu Allahin emanetidir.
Allahu Teala emaneti ölmeden önce kendisine iadesini kuranda emretmekdedir -Nisa 58.
Öyleyse Allah insana nefesinden degil ruhundan üflemisdir.
Ve kalu bela günü insana verdigi bu Ruhtan misak almisdir (Rad 20,21,22). Bu misak geregince Ruhumuzu ölmeden önce geldigi yere, yani sahibi olan Allah´a ulastirmamiz farzdir. Ruhun, 7 gökkatini asarak, yapacagi yolculugun Kurandaki adi HIDAYETTIR (ulasmak,vasil olmak). Tasavvuftaki adi Vuslat veya Seyri Süluk´dur.
Ankebut-5:
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Kim ruhunun hidayetini, vuslatini, yani Allah´a ulasmasini dilerse, bunu gerceklesdirecek olan Allah´dir.
Tek bir dilek, ama kalpten.....
Allah razi olsun
BizimYunus tarafından 1/6/2012 11:29:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
"Keskin Zaman" Rumuzlu Kardeşime Not:
İslam, bir insan "Ben kafirim, ben ateistim, ben hiçbir dine inanmıyorum", demiyorsa, onu bir yere mal etmenin doğıru olmayacağı hükmünü getirir. Bu bakımdan, Mevlana'nın onları açıktan suçlamaması ayrı şey, bu anlayışının ajanlık yükü altına çekilmesi ayrı şeydir. Kaldı ki, Moğollar bu topraklara gayri müslim olarak geldiler, belki bütününe baktığınız zaman putperest de kabul edilebilir. Ancak, bu insanların, Mevlana ve benzeri alimlerin gayretiyle, müslümanlaştığını dikkate almak gerekir.
Bakın, Moğollar Sivas'da kendileriyle anlaşma yapıldı, şehri yağmaladı gittiler. Kayseri'de direnildi o günkü tahminlere göre, kırk bin insanı katlettiler ve şehri de harabeye çevirip ayrıldılar. Konyalı yöneticiler de anlaşma yaptı ve şehri yıkımdan kurtardı. Kaldı ki, Alaeddin Keykubat bunlarla anlaşma yapıp yıllık vergi ödeyerek bu topraklara sokmamıştı. Şimdi böyle bir ortamda Siz Mevlana olunuz ne yapabilirsiniz?
Biraz tarihi olayları kendi gününün şartlarında düşünüp değerlendirmek gerekir. Tarihe bugünün mantığıyla baktıığımız zaman büyük hatalara düşebiliriz bu da vebal doğurur.
Bilmem anlatabildim mi?
Yine de ilginize ve dikkatinize teşekkür ediyorum.
Selam ve muhabbetlerimle efendim
Muhsin İlyas Subaşı
KESKİNZAMAN
insan iradesinin nasıl sendeleneceği ve yapmak istemediği şeyi yapacağını biliyoruz,alim,allame olmak başkadır,görevi ağırdır,avamın sendelediği gibi sendelerse yada düşerse ona avama yapılandan daha ağır suçlamaların yapılması taraftarıyım,mücadele zordur ya zaferle yada kelle vererek
biter,İmamAZAM EBU HANİFE hazretlerinin hayatı incelenirse,ne demek istediğim,anlaşılır sabır telkinleri,otoriyeye hem dinsel hemde siyasi olarak
uymuş anlaşmış anadoluda yapılan onca haksızlığa sert çıkmayarak hale
görmezden gelmek bence uygun değildri şartlar diyorsunuz unutm<ayın
şartlar avam ,halk içindir,bilgisi eksik olup hep çıkarı için yaşamış insanlar için geçerlidir,artık allameyse şartlara ve durumlara uymak onu avam yapar,avamın kendine faydası olmamıştırki başkalrına faydası olsun bu benim yorumum sizi anlıyorum,bir Nesimi,ŞEYH BEDDRETTİN OLMAK ÇOK ZORDUR,BU BENCE kişiden kişiye elbet değişebilir,umarım SUBAŞI kardeş anlatabilmişimdir,
MEVLANANIN Moğol propagandası yaptığı yönündeki bir iddiada şöyle denilmektedir: Mevlânânın sohbet meclislerinde Moğolların müşrik oldukları söz konusu edildiğinde Mevlânâ"da Moğolların müşrik olmadığını etrafına telkine çalışmaktadır (Fihi Mâ Fîh, Terc. s. 101-102.). Cengiz Hanın Lahûtî bir şahsiyet olduğunu savunmakta (Menâkibu"l-ârifin c.I, s. 259. Tercümesinde, s. 284), Moğolların oruç tuttuklarına, hatta atlarına bile Oruç tutturduklarına etrafındakileri inandırmaya çalışmaktadır (Aynı eser, I, 219, Tercümesinde,ervâne Muineddin Süleyman, (Pervâne Mu‘in al-Din Suleyman) bir zaman için olsada ( özellikle 1261 - 1277 yılları arasında) Selçuk Rûm Sultanatı, Moğollu İlhanlılar ve Baybars komutası altındaki Memlûklar arasında Anadolu'yu karıştıran siyaset'in içindeki Acem kökenli baş bir oyuncu ve bir Moğol işbirlikçidir. Pervâne Muineddin'nin, babası olan Muhadhdhab al-Din, Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus'a al-Dīn Kaykā'ũs bin Kaykhusraw) 1243 yılında Kösedağ Savaşı zamanında vezirlik yapmıştır. Kösedağı Savaşından sonra çok sorunlar yaşamış, ve iyi bir eğitim alarak önce Tokat, daha sonra Erzincan'a komutan olmuştur.
Sahip Ata Fahrettin Ali ve Pervâne Muineddin, birlik olup İlhanlılarla barışcıl ve sakin bir ilişki kurmuşlardır. Bu birlik Selçukluların ünlü yazarı İbn Bibi'ye göre 1271 yılına kadar sürmüştür. 1277 yılında ölen Pervâne Muineddin, o zamanlar Anadolu'da en çok sözü geçen bir kişidir. Pervâne[1] (Vezir-î-Azam) ünvanı Büyük Vezir olduktan sonra verilmiştir. Pervâne Muineddin, baskı, kıyım ve soygunda hiçbir etik ölçü tanımadan Moğol İlhanlılara hizmet vermiştir.
Konya’da Muînüddîn Pervâne’nin eşi Gürcü Hatun, Mevlânnın has mürit[erindendi. Daima Mevlânâ’nın verdiği sohbetlere katılır, derslerde hakim mânevî atmosferin tesirinde kalır, Allah’a duyduğu iştiyakla yanıp tutuşurdu, yaşadığı manevî neşe ve duygularla sükûnet bulurdu.
Anadolu Selçuklu devletini yıkan Anadolu'da 250bin insanını katleden Moğollar ve işbirlikçileriyle
iyi ilişkiler kurdu moğolların sökülüp atılması için neden neden verilen cihad kararlarının arkasında olmadı, bu konu çok uzun önce KÖSEDAĞ SAVAŞI VE SONRASINDA ANADOLUDA YAŞANAN DURUMUN İRDELENMESİ GEREKMEKTEDİR,
insanlık sevgisi evet önemlidir,büyükte düşünür eserlerinin mükemmelliğini kimse inkar edemez,
hatasız ancak peygamberler olabilir,miskinlik ,savaşma dürtüsünü kaybettirme haksızlıklar karşında mücadele etmeden sabır,insanımızı teslimci bir hale getirmektedir,dünyanın
övmesi Mevlana yıllarının yapılması sanki bu iştede bir çapanoğlu olduğu yönünde derin kaygılar,
duyumamıza sebebiyet vermektedir,Peygamberimiz H.z MUHAMMET HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA
SAVAŞMIŞTIR,Bedir, Uhut,Hendek ,ondan sonra gelen halifelerde hem içte düşmanla ,hemde dışta çatışmıştır,öldürmek yada yok etmek haz alınacak bir şey değildir ama düşmanın seni yok etme gayretlerine ses çıkarmamak ,savaşmamak ,eleştirmemekte uygun değildir ,yoksa cihat denen bir müessese olmazdı,bizim dinimiz senin yüzüne tokat at diyene yeniden yüzünü dön dememktedir aynı şiddetle tokat at demektedir,Mevlana havas ehli olabilir ,bence yeniden incelemeliyiz, Hanifi fıkkında yöneticiler zorba ve cabirde olsalar müslümansa baş kaldırmayın diye açıkça yazmıştır ,ama hanifi fıkkının kurucusu İmamı AZAM EBU HANİFE EMEVİLERE VE ABBASİLERE KARŞI MALI VE CANIYLA SAVAŞMIŞ işkenceyle ölmüştür bu sabitken birileri
sözde onun fıkıkını kabul edenler,ebu yusuf başka yazarlar ve ekol savunucuları kitabına bu ayıbı
sokabilmiştir,
neyse insan için ölüm son noktadır,ölümün düğün olduğu noktaya gelince gerçek inançlı olan her kim ne ideolojiden ve dinden olursa olsun kendini gerçekleştirmiş ve topluma gerekli hizmeti vermişse onun için çok kutludur,huzur içinde bir yok oluştur,yada bir başlangıçtır
saygıyla
KESKİNZAMAN tarafından 1/6/2012 2:11:40 AM zamanında düzenlenmiştir.