İNSANA DEĞMEK
İNSANA DEĞMEK
Dakikalarca süren beklemenin ardından dolmuş geldi. Soğuktan tutmayan parmaklarıyla parayı uzatmaya çalıştı ve oturdu. Hep böyle olurdu; beklerdi, beklerdi ve pes edince dolmuş gelirdi. Bu hayatın kendisiydi. Beklersin, beklersin ve ona isyan etmeye başlayınca seni iyilere yakışır has küçümsemesiyle utandırırdı. Oturduğu yerden dışarıyı seyretmeye koyuldu. Duran dolmuşa inat hareketliydi dışarısı. Bekleyen insanlara inat var oluyordu hayat. Kimileri dışarıda bekliyordu soğuktan kızarmış elleriyle kimileri sıcak dolmuşta oturuyordu. Bunları düşünürken birisi bindi dolmuşa ve tam onun önünde durdu. Adamın gömleğinin kolları ve yakası çok kullanılmaktan yırtılmaya yüz tutmuştu. Lacivert pantolonu eskimiş, dizleri dışarı vurmuş ve paçaları sökülmüştü. Üzerindeki yün kazak ise sarkmış, incecik kalmıştı. Bu soğukta adamın üzerinde ne bir mont ne de bir hırka vardı. Bu havada sözde giysileriyle dolaşıyordu. Üşümüyor muydu? Pardon, unuttum; bazılarının “üşüyorum” deme hakkı yoktu.
Adamın ellerine baktı, yüzünü buruşturdu. Elleri yara bere içerisindeydi. Kapkaraydı. Yaralarından kanayanlar da vardı artı kanamaktan vazgeçenlerde. Kabuk bağlamışlar da vardı. Kabuklarını söküp atmışlar da. Bu eller, bu kan mücadelenindi. Kayalıklardan aşağı düşüp yok olmamak için varlığın içerisinde leke barındırmanındı. Hayatın içerisine “utanmadan” sevgi sıkıştırmanındı. Kirli sakalının arasında saklanan gülümsemeyi gördü. Adam gülümsüyordu. Çoğumuzun yapamadığını yapıyordu: Gülümsüyordu. Ellerine bakılırsa ya demircide çalışıyordu ya da inşaatta. Ama gülümsüyordu. Hayata inat… Hayatın yaptıklarına ve yapmadıklarına inat… İnsanların kirli kalplerine inat adamın sadece elleri kirliydi; ama kalbi temizdi. Adam hakkında kafasından bunları geçirirken adam çoktan dolmuştan inmişti. Ona yer veremeden inmişti. Çünkü her zaman unuttuğu şeyi yine unuttu: Hayatta çabuk karar vermezsen ve düşüncelere dalarsan, daldığın düşüncelere can kurtaran gelmesini bekleyene kadar senden önce düşüncelerin boğulur kendi benliklerinde. O da aslında benliğini arıyordu. Hayatta bir sürü benlik var; ama bizim bedenimize en çok yakışanı seçmemiz lazım. İçimizde savaşıp duran kimliklerimizden benliğimizi bulmamız lazım. İnsan böyle yapar böyle yaşar.
O da kimliklerinden birini seçmek zorundaydı. Varlıklarından var olan bir tanesini seçip diğerlerini yok etmeliydi. Gerçek insanın kimliği mavi ya da pembe olmaz. İnsan sadece insandır. Bir anne hamile kaldığında çocuğum öyle mi olacak böyle mi, saçı siyah mı, kahverengi mi diye düşünmez. Sadece bir insan dünyaya getireceğini düşünür. İnsanın dünyadaki görevi sevmektir. Para kazanmak, her zaman güçlü olmak, her şeyin en iyisini yapmak ve hırslarının sadık kölesi olmak değil; sadece sevmek… Sevmek hayattaki en kolay iştir. Çünkü uğraşmana, çalışmana gerek yoktur. Ve sevmek hayattaki en zor iştir. Çünkü sen severken, sen kendini sevgiye adamışken sevmeyenler vardır. Başkalarının sevgilerinden çalanlar, sevmeyi bilmeyenler ve bildikleri halde çaba harcamayanlar vardır. Üşenenler vardır. Anneni sevmek, kardeşini sevmek ya da birini sevmek… .Sen sevmek için uğraşırken o kendini “çevrimdışı göster”e alır ya; işte hayat budur. Sevgiyle nefret arasında incecik bir çizgi vardır. Bu çizgi iki tarafa da eşit uzaklıktadır ve kim daha cesursa bu çizginin yanında değil de karşısında durmaya, benliğine inat gökyüzünün bulutlarını dağıtmaya, o kazanır. Kim itiraz ederse çizginin eşit olmadığına ve bunun için mücadeleye girişirse o kazanır.
Ay gökyüzündedir. Ama dünyada değildir. Baktığımızda görürüz, varlığını biliriz; ama bizim değildir. Mehtap altındaki romantik akşamlardan bahsederiz,hiç sahip olmadığını mehtaptan… Biz doyumsuzuz. Hep gökdelenleri isteriz. Hayat yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza karşılık sevgimizi alır sadece. Peşin fiyatına on iki taksitle cazip gelen fırsatı borcu bitirip hesap kartına baktığımızda ve tam iki katını ödediğimizde anlarız. Taksitle ödeyince farklı mı olacak ki? Daha mı az yara alacağız? Ruhumuz daha mı az incinecek? Hayır, incineceğiz. Çünkü inanıyoruz. Hala temiz olmaya inanıyoruz, hala insanlığa inanıyoruz, “insanlara” inanıyoruz. İnanmak köreltir. Sevginin yok edici hafifliğine inat nefretin ihtişamı var. Sevginin utandıran güzelliğine inat nefretin gerçekliği var. Dostoyevski’nin dediği gibi: “Nefrete sevgiden daha çok güvenirim; çünkü nefretin sahtesi olmaz.”. Siz de nefrete yaslanın, sevgiye kanmayın. Üç beş gülümsemeye kendinizi kaptırmayın. Aylarca uğraşılarak beyazlatılan düşlerin arkasında kokan nefesler var… Unutmayın! Size şiir yazdığını söyleyen parmaklarda “lekeler” var! Sizi sevdiğini söyleyen kalpler unutmayın ki karbondioksit de barındırır…
Gerçeğe inanmayın. Çünkü gerçek doğrulardan oluşmaz. Yalan da gerçektir. Yalan da vardır. Doğruya da inanmayın; çünkü sahtekardır. Doğruya inanmak altı bilinmeyenli denklem çözmek kadar gereksizdir. Doğru da sevgi de gereksizdir. Sevgi uğraşmaya değmez; çünkü ne de olsa fanidir. Onun nefsi vardır. Ve her insan gibi daha iyisini bulduğunda terk eder. Ama nefret tam tersidir. Her zaman en kötüsünü ister. Dolayısıyla toplumun en alt tabakasından en üst tabakaya kadar çok geniş bir kesime hitap eder. sevgi “Divan edebiyatı”dır. Saraya hitap eder. Soylulara… Sevmesini bilenlere değil; sevgi yüzsüzlerine… Sevgi aynadan dünyaya bakmak gibidir. Aynadaki görünen kısımdır; ama var olan aynaya bakandır. Aynayla aynaya bakan arasındaki mesafe ise demin bahsettiğim çizgidir. Sevgi güzelliğine bakmaktan ve kendine hayran olmaktan aynayı taşıyacak vakti bulamaz. Görünenin karşısında duracak kadar cesur olan her zaman nefrettir. Nefret Pamuk Prenses masalındaki kötü kalpli cadıdır. Çünkü sadece o, rakibini yok etmek isteyecek kadar onurludur.
Hayallerinizi sevgiyle kurmayın. Çünkü sevgiyle hayal kurmak kerpiçten ev yapmaktır. İlk sarsıntıda yerle bir olur. Yerle bir olunca ölmezseniz bile “toz”dan ölürsünüz. Sevgiye güvenmeyin. Çünkü merdivenin tepesine çıktığınız zaman onu yanlış yere dayadığınızı anlarsanız iş işten geçmiş olur. Böyle düşünüyordu. Dolmuştan inerken kapının oradaki küçük kız çocuğuna gülümsedi ve saçını okşadı. Onu sevdi; çünkü o bir insandı. Ve sevmek her şeye değerdi, sevmek insana değerdi…