- 849 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
siz aşkı bilmezsiniz.3
Onu koyacağım bir kutum bile vardı. Bakkal Mahmut amcanın çöpünde bulmuştum bu kutuyu. On santim yüksekliğinde, On beş santim genişliğinde. Üzeri oval bir kapakla tamamlanmış; Bizim kadınlarımıza benzemeyen. Makyajlı, insanın gözlerinin içine gülen, başı türbanlı, çok güzel bir kadın resmi vardı üzerinde. Vişne ile kırmızı arasında bir renge sahip bu kutunun çeşitli çiçek ve yıldız motifleriyle süslenmiş olması da,kutuya esrarengiz bir hava katıyor.İnsanın kutuyu ısırıp yiyesi geliyordu .Üzerine de büyük Pembe harflerle.MELEK. Küçük harflerle de“çikletleri“yazıyordu.
Sevgilim bir melek ti ve Bu kutu tam ona göreydi diye düşünüyor. Zaman zaman içinde O varmış gibi alıp seviyor İçine bakmıyordum yokluğunu görmemek için. Önce bir terlik sesi duydum. Ardından kapı aralanmaya başladı. Bir yandan kutumu gizlerken bir yandan da kulak kesilip, geleni ayak seslerini dinliyordum
Annem. Henüz yemek yapmış, kendi kendine mırıldanıyordu.
-Kahretsin. Kimse gelip, ne yumurta istedi ne de süt. Öğlene ne yiyeceğiz. Kahkahalarla güldüm.
-Ya anne. Bir karavana yemek yapmışsın ne yiyecez. Diye de iç geçiriyorsun.
*Yanımızda Bir askeri gazino vardı. Karavanayı oradan biliyordum Koskocaman bir bakır kazandı iki asker ancak taşırdı. Yemek saatlerinde okuldan gelirken rastlardım hep. Bir birlerine ‘Gel karavanaları alalım’ dediklerinde öğrenmiştim adını
Annem sesime dönmüştü.
Kestane kahverengi si, gözlerinde yabancısı olduğum bir bulut vardı. Acı mı çekiyordu ne?
Bir daha baktım. Bir daha. Bir daha. Yok, ne yanık vardı bir yerinde. Nede inek sağarken tekme yemişti. Önüne düşen Leçeğinin uçlarını eliyle arkaya atarken çömelerek.
-Edoşumm benim. Yok, bir şey. Bişey yok. Dedi titreyen sesiyle.
-Baban gelse de ekmek alsa dedim. Yüzünden okuyordum aslında. Acısı derindi. Hemen ekmek torbasının yanına koştum. İçinde minicik bir parça vardı sadece. Annemi anlamıştım. Ya babamda ayakkabı tamir edemediyse? Diye geçti içimden.
Tandır evine geçtim. Eski çullarla bezenmiş dört metre karelik loş bir yerdi burası. Sıkıldığımda ya da
Haksız yere dayak yediğimde girer burada ağlardım. Yine öyle yaptım. Çünkü haksız yere dayak yemiş gibi hissettim. Açlık elimde değildi. Beni acıktıran neden ekmekte yollamıyor diye Düşündüm, düşündüm. Aklıma Süpermen geldi. Ne güzel adamdı O.Her ihtiyacı olana koşar herkesi güçlükten kurtarırdı.
Şimdi ben de Süpermen olsaydım deyip kapattım gözlerimi. Bana sonsuz gibi gelen Mahallenin her köşesine uçtum. Devrilen ağaçları düzelttim. Kesilecek basmaları kestim, Tezekleri kurutup damlara taşıdım. Bütün ahırları süpürdüm. Yıkılan bahçe duvarlarını onardım komşularımın.
Ama çok çaresizdim. Bir türlü ekmek yapamıyor haram olduğu içinde, çalamıyordum. Sıkıldım uçmaktan. Belki birazda yorulmuştum. Bekir dedenin bahçesi beni çok yormuştu. Yaklaşık bir dönümlük bahçeydi taşlarını ayıkladım ağaçları budadım. Ekmek yapamayınca zorumdan tüm mahalleyi, ihya etmiştim. Çalmakta olmazdı eli boş döndüm Daldığım hayallerden. Tatlı cadı olmak istedim. Burnumu bir kaç defa oynattım. ııh olmuyor.
Zaten sementa kadındı. Bana, ne. Diye düşünerek yerimden kalktım.Sanki birazda uyumuş muydum ne?.Herkes eve gelmiş ve tekrar dağılmıştı bile.
Yaşar abim Kamyon la çimento gelir belki onu boşaltırım demiş, babam çaresizliğine küsmüştü anlaşılan.
Birden gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu.
Makatın altına sakladığım paralar geldi aklıma. Jet hızıyla Fırına koştum. (Markayla alınırdı ekmek fiyatını bilmezdik.)
-Alay amca ekmek kaç kuruş
-80 kuruş oğlum.
Tekrar aynı hızla geri döndüm. Odaya bir hışımla girip Süpermen edasıyla fırladım tekrar. Fırına koşarken Kestirmeden gideyim diye Oktay gilin bahçe duvarından bir hamlede atladım havada ne kadar kaldığımı bilmiyorum ama yerden kalkmak için çok zorlandım. Nefesi güç alıyordum dirseklerim ve dizim fena halde soyulmuş ve acıyordu. Topallaya topallaya fırına kadar gittim. Ekmeği alıp eve geldim. Yüzümde gururla karışık bir acı vardı.
Annem.
-Bu ne? Oğul.
-Ekmeeek.???
-Nerden aldın.
-fırındaaan.???? Sorular çok anlamsızdı bence.
-Onu biliyorum da parasını kim verdi. Hem bu halin ne senin. Olanı biteni anlattıysam da. İkna olmadı Yün çubuğuyla İki kere daha sordu.
Zaten canım yanıyordu kendimi zor tutuyordum. Dayağı da yiyince her tarafım yumuşadı .Başladım hüngür, hüngür ağlamaya.
Annemi hiç böyle görmemiştim. Neye kızmıştı bilmiyorum. Ama iğrenç bir şeyi tutar gibi tutuyordu beni. Yüzünde ne şefkat, ne de sevgi vardı. Belki biraz soru, biraz tereddüt, ya da beceriksizlik. Tam olarak anlamıyordum.
Fırının kapısındaydık.
-Alay bey. Bu çocuğa ekmeği sen mi verdin.
-He baci.
-Niye verdin.
-Parasıni verdi bende verdim. Diyince sanki annem utandı mı? Bana mı öyle geldi. Bana çık dışarı sen. Dedi ve bir müddet daha içeride kaldı. Tekrar çıkıp elimden tuttu. Daha yumuşak ve şefkatliydi sanki. Yürümeye başladık. Meydana geldiğimizde Silgiyi hatırlayıp her şeyi unuttum. İçime öyle bir ateş düşmüştü ki. Beni ona kavuşturacak yegâne sebepten olmuştum. Artık sadece Yirmi kuruşum vardı. Bu aptallığı nasıl yapmıştım. Neredeyse. İki ayın birikimiydi. Hasan amcada eskisi kadar sık para vermiyordu zaten. Süpürmene kızmadan edemedim. Bir kere Süpermen olmak bana çok şey kaybettirmişti. Hem yaralanmış hem dayak yemiş hem de sevgilimden olmuştum. Artık yaşamanın da bir anlamı yok gibiydi benim için. Yinede ona yaklaşıyor olmanın ya da onu görecek olmanın kıpırtısıyla içim kıpırdıyor. Nasıl olsa bundan haberi yok diye düşünüyordum.
Onu görecektim. Ona bakacaktım. Belki Annem hasan amca ile konuşurken ben onu koklama fırsatı da bulurdum. Mutlu değildim sanırım. Mutlulukla tedirginlik arasında bir yere sıkışıp kalmıştım. Yaklaştıkça çarpan yüreğimin sesini duymuş olmalı; Annem;yere çömelip, benimle aynı boyda olmaya dikkat ederek.
-Bak Edoşumm. Yalan söylediysen şimdi tam zamanı Parayı nereden buldun söyle. Bir de Hasan abiye rezil olmayalım. Ne demeye çalıştığını anlamıyordum. Ben sevdamı kimseye aşikâr etmemiştim ki. Yanık, yanık söylediğim türkülerden anlamış olabilir mi. Diye utandım biraz. Kafam karma karışıktı Büyükler bazen nasıl oluyorsa içimizde sakladıklarımızı biliyorlardı. Öyle bir an mıydı bu?
Soruyu anlamadığım için cevap vermiyordum. Annemin parmakları yün çubuğundan daha çok yakıyordu canımı. Yanlış cevap vermeyeyim diye sustum. Bir iki kere daha sordu.
-Eh gerisini sen düşün. Dedi ve elimden yine o ilk acımasız tutuşu ile tuttu ve yürümeye başladık. Yolda bir kaç tanıdık. Ne oldu diye sorsa da.
-İllede bişey alacakmış. Çocuk işte. Dedi annem. Daha çok şaşırmıştım. Annem benim silgi alacağımı bile anlamıştı. Bir kaç hamle yaptım elinden kurtulmak için.
Ahhh bir kurtulsam bir daha eve filan uğramayacaktım. Kaçıp gidecektim buralardan. Ama öyle kuvvetli tutuyordu ki elim kopmadan asla, diye düşündüm.
-Hasan amca. Tıknaz boyu, arkaya taranmış yarı kurşun renginde düzgün saçlarıyla, mütebessim bir amcaydı. Yüzüne bakınca huzur duyulan biriydi. Öylede oldu. Endişem hafifledi. Onu görünce. Kapının önündeydik. Aklımda bir sürü şey vardı da ben hangisini düşünecektim bilmiyordum.
Canım silgim yanı başımda ama korkuyordum bakmaya
-Buyur heçce baci
-Buyurun var olsun abi. Şu bizim çocuk. Dedi bir an durakladı. Korkudan olsa gerek boynum omuzlarımın arasında kaybolmuş. Beynimde; Bom boş bir balon oluşmuştu. İçinde soru işaretleri dolu olan. Koskoca bir balon. Sanki içimdeki bütün nefes o balona dolmuş ve ben ölüyordum.
-Bana senin para verdiğini söyledi. Pek yalan söylemez de benim oğlum. Hasan amca sözünü kesti annemin.
-Bu senin oğlun mu Heçce baci. Maşallah, maşallah. Çok akıllı, çok zeki. Çok çalışkan bir çocuk bu. Helal olsun. Dedi ve bana dönerek.
-Demek sen bizim gedir ( Kadir)ustanın oğlusan heeeee. Ses tonundan güzel bişeyler olduğunu hissetsem de konuşmaya hala korkuyordum. Ya, güçlerini birleştirirlerse. Ya, silgiyi sevmek büyük bir suçsa. Ya hasan amca ona değil de silgiye geldiğimi anlarsa. Sorular ve yine sorular...
Başım önümdeydi dalından düşmüş bir serçe gibiydim. İki kedi arasında kalmış kıvrım, kıvrım kıvranan.
Yanıma yaklaştı, Hasan amca. Başıma yumuşacık eliyle dokundu. Saçlarımın onun elinden çok sert olduğunu hissettim o an. Sanki canı yanacakmış gibi içim burkuldu. Biraz da. Suçluluk hissettim.
-Aslansın sen be yeğen. Dedi. Kulaklarıma inanamadım. Ekseri eşek denirdi, köpek denirdi de. Bu aslan ne demek. Diye, içimden geçirirken. Yarı sıcak dudaklarını yanaklarımda hissetdim. Önce gök gürledi içimde sonra sağanak yürüdü gözlerime. Öpmüştüler beni. Dudak ne güzel şeymiş. Bir yanakla birleştiğinde. Aman Allahım bu öpülmek ne müthiş, ne sihirli bir dokunuş. O zamana kadar en güzel şey tebessüm zannederdim. Nasılda yanılmışım meğer.
Öpülmek bir milyon tebessüm ederdi. Yok, yok milyon, milyon. Hatta en milyon. Adeta mayışmış ve donmuştum. Ağlama yavrum bişey yok. Diyiyorlardı da ben ağlamıyordum ki. İçim dışarı çıkıyordu engel olamıyordum. Minnacık ellerimle kapattığım gözlerimden bendini yıkmış seller gibi dışarı çıkıyordu bu her ne idiyse.
Orada olup biteni hala hatırlamıyorum. Çok acı çektiğimi biliyorum. Düşmek ya da dayak yemek gibi değildi. Söze sığmayacak kadar Tarifsiz. İpe sapa gelmeyecek kadar garip bir acıydı bu. Keşke dayak yeseydim. Diye düşünüyor. Benim fedakârlığıma edilen ihaneti affedemiyordum. İçimde yerinden oynayan her oynadıkça da beni yaralayan bir şeyler vardı. Beni en çok sevdiğine İnandığım annem de zalimdi artık. Hasan amca keşke benim annem olsaydı.