- 543 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Özgürleşmek
Bu adamın yüreğiyle kim oynamıştı böyle? Nasıl da insan insan bakıyordu! Çağırır gibi içindeki cehennemi seyretmeye… Anlatacaklarım var der gibi…
Bir kadın bir adamın yanına yaklaşırsa neden ille de oradan geçenlerin kaşları iki santim havaya kalkar hemen? O kadın o adamı cinsiyetinden sıyıran ‘acı’yı görmüş olamaz mıdır sadece? Evet, acı sıyırır bizi kimliğimizle ilgili her şeyden. İnsan olduğumuz katmana götürür. Oradayken benlik denen o duvar yıkılır gider gözlerimizde. Bize bakan bunu görür işte ve o yüzden, yüzüne kırk yıllık bir tanışın aşina gülümsemesi konar hemen.
O adam da o katmandaydı işte! Kadın olmamı bir sınır çizgisi olmaktan çıkaracak kadar tazeydi yarası. Ilık ılık kanıyordu, acıyı karşısıdakinin ta yüreğinde hissettirerek…
Çevreye bir göz attım, fiskos edecek kadınlar yoktu ortalıkta. Ona doğru yaklaşmamı engelleyen dikenli teller kısa bir süre için de olsa o kadınlarla birlikte çekilmişti evlere. Adama “Affedersiniz.” dedim. “Yardımcı olabilir miyim?”
“Eksik olma bacım.” dedi, derdine derman arayan insanların içteki iyiliği harekete geçiren, egodan arınmış o saf bakışlarıyla… “Bir çözümü yok içinde bulunduğum durumun. Ne ettimse ben ettim, sonunda da layığımı buldum işte!”
Eliyle birlikte yaprak gibi titreyen fotoğraftaki kadından söz ediyor olmalıydı. İznini isteyip fotoğrafı aldım ve oradaki güzel kadını seyretmeye başladım. Adamın haline bakılırsa bir karton parçasında sonsuzlaşan bu gülümseme hali, kadının yüzünde çok da sık var olmamışa benziyordu. Neler yapmıştı ona kimbilir bu önümde çaresizlik içinde debelenen adam? İlle de böyle bir yaprak gibi savrulurken mi tutunabilmenin değerini anlar, bir kök arardık kendimize? Bir parçası olduğumuz bütünlere yeniden varmak için çırpınır dururduk..?
Bir gülüşe kanmıştı adam. Zarif bir el dalgalanıp durmuştu boşlukta… Bir çift göz belirmişti ardından. Akşamları dışarıda kalan ve gitgide silikleşen o dünyanın gölgeleri arasından emin adımlarla sıyrılmış, an be an daha belirginleşerek pencereden içeriye süzülüp o evi dolduran her şey kadar varlık kazanmıştı nerdeyse. O resimdeki kadınla paylaştıkları kahkahaları gitgide eksiltmişti.
Nerden uğramıştı arkadaşının iş yerine? O kadın tam da onun bulunduğu o dakikalarda girivermişti ofise. Arkadaşının baldızı… Baldan tatlı gözleri, yürüyüşü ve her şeyiyle kurulmuş oturmuştu karşısındaki koltuğa. Kalbindeki taht’a da kurulduğunu bilircesine bir gülüş atmıştı ona, nikah yüzüğünü görmezden gelerek…
Adam bu noktada derin bir iç çekişle “Keşke görmezden gelmeseydi!” dedi. “Keşke parmağımdaki yüzüğün simgelediği şeylere değer veren, onlara zarar vermekten ölesiye çekinen hassas kalpli, güzel ruhlu bir kadın olsaydı!”
“Keşke siz de çekinseydiniz!” dememek için güç tuttum kendimi. Ama adam tüm varlığıyla bu keşke’yi tekrarlayıp duruyordu zaten. Muhtemelen karısının fotoğrafına baktığı her an bu kelimeyi söylüyor, o gün arkadaşının ofisine gelen o bencil kadını bir kez daha boğuyordu zihninde.
“Hiç değilse siz pişman olmayı biliyorsunuz.” dedim. “İnanın bu bile sizi erdemli kılmaya yeter. Karılarına etmedikleri rezillik bırakmayan, o kadınlar günün birinde bu duruma isyan edip ayrılmak istediğinde asla buna izin vermeyen; özür dilemek, pişmanlık duymak bir yana eziyet ettikleri o kadını suçlu gören, kendilerinden ayrılmasını ölümle ödeten sayısız erkek var bu ülkede. Ve böyle bir yerde sadece pişman olmak bile bir erdemdir. En büyük cezadır aynı zamanda da… Suçlarınızın bedelini ödetir, günahlarınızdan arındırır böylece. Yollarınız ayrı da olsa acı çektirdiğiniz o insana ve kendinize yepyeni bir başlangıç yapma şansı verir.”
“Sahi yeniden başlayabilir miyim?” dedi. Fotoğrafa bakıyordu hala. İhanet ettiği o güzel kadından cevap beklercesine… Benim sesim ve onun görüntüsü birleşip bu küskün adamı yeniden barıştırabilirdik belki de hayatla. Mızıkçılık eden bir çocuğu oyuna çağırırcasına…
“Tabii ki…”dedim aceleyle. Büyülü bir andaydık. Hani şu sözcüklerin ve her şeyin karşımızdaki insanın beynine kazındığı, yüzde yüz bir güvenle bize yöneldiği o nadir anlardan… Bu yüzden her kelimenin ağırlığını üzerimde duyarak, büyük bir özenle sıraladım sözcükleri.
“Siz yeterince çekmişsiniz cezanızı.” dedim. “Karınızın yaşamından çıkarak en büyük bedeli ödemişsiniz zaten. Ama daha da fazla eziyet çekeyim diyorsanız, farkında olmadan ona da kötülük edersiniz. Bedenen ondan uzak olsanız da acı çeken varlığınızla onun hayatına bir şekilde sızmaya, unutmak istediği şeyleri var etmeye devam edersiniz çünkü. Bu yüzden gerçekten ona iyilik etmek istiyorsanız, acı çekmekten vazgeçin öncelikle! Onu işkence çeken bir ruhun ağırlığından kurtarın böylece. Özgürleşmesine izin verin.”
Konuştuğumuz dakikalar boyunca ilk kez gülümsedi. Artık suçluluk duymadan, aksine bir borçmuş gibi gülecekti, sadece yüzüyle değil tüm varlığıyla da… O güzel kadını kendinden tamamen kurtaracaktı böylece. İşte o zaman gerçekten ödeyecekti suçunun bedelini.
YORUMLAR
yorumunuz sayesinde sayfanıza bakayım dedim....baktım şiir miir yok)))...branş tamamı ile branş bu kalem dedim...iyi yani en azından benim gibi üç beş dalınız yok)))) aslında ne şairi ne şiarı ya neyse))) bu okuyucu kıtlığında yazınızı okudum ))) öteki yazılarınızı da okuyucam galiba......bu kalemle hem savaşır hem kazanır hem yenilir hem de örtüşürüm ben))) istedim istekliyim...eminim...))) deli değilim ama))))