- 612 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Artık Dağılmış Ruhlarla Yaşam Zamanı...
Sevmesini bilemeden ölmeyi öğrendiler, diye yazıyordu tek kişilik mezar taşında...
Tek bir beyaz gül dikilmişti nemli toprağın üstüne. Boyu biraz uzamıştı gülün ve birkaç yıllık gibi görünmüyordu bile. Cılız ve de kurumak üzereydi belki de...
Birbirlerini tanıyamadan bile belki de gömüldü biri diğerinden önce...
Hayat dedim, hayat, hep en yakınındakine vurdurur kendini en önem verdiğine en değer verdiğine, en özleyeceğine ve kokusunu en çok özleyeceğine vurdurur en çok sevdiğine hırpalatır kendini...
Kim bilir kaç yılın özlemleridir bu cümleler ki hâlâ düşünülünce merak ve özleyişe atar insanı...
Kimin en önemlisi, en değerlisi yoktur ki, kim en çok önemsediğinin omzuna koymamıştır başını veya hep o başın orada durmasını istememiştir...
Hayat sevmelerle sevilmeleri hediye ederken sevilerek ayrılıkları da hediye etmiştir insana...
Ve bu ayrılıklarda da çoğu zaman hayat bazen insanı en kısadan yanındakiyle vurdurur, işte en derin acı budur... Deriz...
Sonra ölümle yoruldular beyin diplerindeki korkularla...
Ansızın uyandım, senli düşlerden. Birlikteliğin rüyada da olsa son kareleriydi bunlar, ikimizin bir anda yan yana olduğumuz anlar...
Belki de yılların ardına saklanacak bu kokular belki de düşünce üstünde bağımlılıkta kalacak bu sahneler, bunlar benim seni son sevdiğim sahneleriydi birbirine perçinlendiği...
Kim bilir kaç yılının an zamanlarında kaç kez hatırladım o halini, gözlerimden yaşların dökülmek istemesiyle seni unutmamın mecburculuğuna aldırmadan uzattığım ellerimin kaçıncı titreyişleriydi bunlar?
Yanlış kapıydı bu sevgide zorladığımız...
Hiç açmamalıydık, hiç zorlayıp girmemeliydik o kapıdan. Bilemedik bazı kapıların zorlanıp girilemeyeceği odaların var olduğunu...
Zorlamamalıydık, bazı kapıları zorlamamalıydık sevginin çoğu zaman gizemde kalması gereken anlarını...
Belki çaresiz ve de masumduk sevme isteğine karşı ama delice bir cesaretle teslim olduk sevmenin kollarına ki gelecek acıları hiç hissetmeyecektik sanki...
Delice bir cesaretti bu aşkın masumluğunun yasaklarına karşı...
Aşkta vurmak için ve vurulmak için farkındasızlıkla cesareti sahiplenmiştik sevginin yasaklarına karşı... Belki de tutkunun vazgeçilmez hazzı ile sevgide var olma çareleri arıyorduk...
Belki de vazgeçilmeyen sadece tutku değil sevginin kahredici eşsizlikteki bağımlılığının gizemiydi...
Her şeyin dönüp dolaşıp sevdim dediğimin varlığına uzanmış olmasındandı... Delirmişçesine acıların ardına sığdırılmış çılgınca eğlenceler hep sevmenin köprü basamaklarından biriydi belki de...
Her şey sendin... Her şeyin senin olduğu bir zaman da senindi... O bir zamanlar da ben hep tek kalıp, tüm güçlerle teklikle dolaşmıştım... Her tekliğimin ardındaki sen görüntün benim hırslarım ve de çaresizliğimdi...
Senin güçlerin vardı, senin güçlüklerinde benim tekliğimin karşısında senin kalabalıklığınla kendi güçlerin vardı, kullandın, benim tüm güçsüzlüklerimin, tüm acizliklerimin karşısında senin ve de kalabalıklığının güçleri vardı... Bense sadece haklılığıma sığındım, sadece haklılığımın ardındaki irademe sığındım, düştüm, berelendim, kanatıldıkça kanatıldım, sen düşkünlüklerimden doyumsuz haz aldıkça ben sadece beden titremelerimin durması için çırpındım. Gecikmiş zamanların tüm kahırlarını omuzlarımda taşırken, sen havai fişekleri ile gökyüzüne cümbüşler yaydın...
Ben karanlıklardayken, sen müthiş bir ışıltıyla müstehzi bakışlarını yaydın benim nefes almaya çalıştığım beldede sen hazzın uzun keyiflerindeydin...
Sadece bekledim yeniden doğuşumu, yeniden hırslanıp ayağa kalkabilmelerim uzun yıllar oldu bunu başarmam için geçen zaman...
Kolay unutulmuyor biliyordum unutulamayacağını da ama kendime eş bir güçle dirildim, şimdilerde sana senden tiksindim diyebilmem için uzun yıllar geçti...
Hep yılların ardındaki sen görüntülerini beynime çakıştırarak seni mıhladım beynime...
Ve şimdi o eski halinle gözlerimde ışık oynayışları ile varken bile dişlerimi gıcırdatıyorum...
Sen karanlıklardaki kâbusum olduğun kadar yollardaki gölgem oldun...
Arkamda uzun nefeslerini aldığım şehrin silüeti, korkusunu içinde gizleyen bedenimin titreyişi, güneşin battığı yere derin bir ohhh çekişi ile bakan gözlerim, sevme duygusunu yıllarca ritimleri bozuk vuruşlarla içinde saklayan yüreğim, yıllarca sevmenin sıcaklığını içinde zaptetmeye çalışan avuçlarım ve senin avuçlarının içine alarak gözü ıslak bakışlarla tuttuğun ellerim ve siyah kırcal renklerini senin avuçlarında bırakan beyazlaşmış saçlarım ve hâlâ seni sevmeleri inkâr edemeyen duygularımla, yakılmış şehir resimlerine bakarken mırıldandığım hasret ağıtlarıyla sen hâlâ karartısın gözlerimin arkasında...
Galiba öteki olmak veya ötekilerden biri olmak, belki de bu kavramın içinde kalmak korkularımın başında gelendi, öteki oldum mu, yoksa ötekilerden biri mi oldum, işte sadece senin bildiğin tek cevap ve benim de tahmin ettiğim bir yaşam kesitinde kalmaktı belki de yaşamımı altüst edip acılarla kıvranmama sebep olman... Kaviller ve de sözlerin çok ufak kaldığı bir yaşamı seçmen de nefes zorlanmalarıma sebep olandı...
Artık içimizde büyüyen dalgalanmalarla yaşamaya mecburuz...
Geçmişten gelen anı zerrecikleri yaralarımızı kanatmaktan başka yüreğimize sadece bir yük oldu...
Çok şeyimiz eksik ve yarım kaldı, bu eksiklikler artık son gayretlerimizle bile tamamlanamazdı...
Her eksikliğini hissettiğimiz olgular artık bizim huzura gitmemizi tamlayamazdı...
Her eksik kendi çemberinde koza bağlayıp durgunluk dinginliğine ulaşacaktı. Ama biz hâlâ eksiklikleri veya hasretini çektiklerimizi tamlamak için yürek vurgunları yaşayacağız...
Artık tüm imkânsızlıkları içimizde hissettikçe geçmişe veryansın edeceğimize çoğu zaman özleyeceğiz yüreğimiz parçalanarak o an zamanlarının güzelliğini...
Belki de bir gün dur diyeceğiz geçmişi tekrarlama duygularımıza...
Yaşamımızdaki eksiklikler sadece yüreğimizin ritimlerini bozabildi ve bizi sevgiden koparamadı...
İşte nefeste zorlanmanın başlangıcı... Galiba öteki olmak veya ötekilerden biri olmak...
Ve ihanetin ritim bozuklukları...
Oysa sevgiler yaşandığı anlardaki güzellikleri ile ruhumuzda hep eksik kalacaktı...
Hiç kimse sevginin derinine inemezdi.
Hiç kimse sevmelerin huzurunda sonsuza kalamazdı, sadece kalmak için uğraşlar verildi çoğu zaman da en çok ruhlarımız hırpalandı...
Artık dağılmış ruhlarla yaşam zamanı... Belki de
Yaptığın hiçbir şey benden sonra sana da bu sevdaya da yakışmadı sevgili...
Biliyor musun ne kadar uzak olsan da yaptıkların bana yaklaştıkça hazmedilmesi çok zor oldu...
İşte beklediğin iki dudağımın arasından çıkan bu cümleydi artık...
Sen tüm masumluğunu siyah gecelerinin örtüsü ile örterken, oysa biliyordun bu azapların bende sonsuza taşınacağını...
Bunları masumluğunun haklılığına sararken sen kendine, ben binlerce mezar toprağı öbekleri ile örttüm kendimi... Ötesi berisi, beni ne kadar sevdiğini de bilmesem şaşkınlığım bu kadar fazla asla olmayacaktı...
Evet dedim ya hayat bazen insanı en kısadan yanındakiyle vurdurur, işte en derin acı budur aslında, çoğu darlıklar ve de zaman kısmalarına sebep olan ruhsal bozukluk da bu olguya bağlıydı...
Tüm yaşamı perperişan sıkışıklığa sokan sebep de aslında buydu...
Belki de sevmenin acılarını tanımaya sebep olan da buydu çoğu zaman ağlamaklı şikayet ettiğimiz...
Seni sevmiştim, senli geçen her nefesi ciğerlerimde uzun uzun tuttum... Bu da benim günahımdı ve bu günah gecelerimde hep kâbus rüyaları oldu...
Şimdi soruyorum sana yaşamak için merhametli olmak gerek derdin, merhametinle kaç yıl yaşayabildin?
Acılarınla acılandım durdum hep...
Şimdilerde acılarla yaşamayı öğreniyorum her canlı gibi...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.