- 1878 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Zernişan - VIII. Bölüm.
İstanbul’a dönen Leyla hanım, annesinden sonra Bilge hanımın ziyaretine giderken yanına Zernişan’ı da almakla tavrını net bir biçimde ortaya koydu. Ferhat’ın kızına olan sevgi ve tutkusundan emin olmuş; Zernişan’ın, Kaya beyin oğluyla baş göz edilmesine razı olamayacağını bunun için gelecek her türlü baskıya göğüs germeye hazır olduğu mesajını vermek istemişti. Bilge hanım çok mutlu olduğu bu ziyarette kaybettiği yavrusuna yıllarca sonra kavuşan bir annenin özlem ve şefkatiyle Zernişan’a sarılıp öperken genç kız:
-Ben sizi tanıdım efendim! demiş bulundu. Leyla hanım hayretle:
-Tanıdın mı, nasıl?... diyerek sorgulayan bakışlarını kızının yüzünde dolaştırdı. Bilge hanım öne atılarak:
-Birkaç ay önce Ferat’ım göstermişti dedi. İsmini öğrenmek için arabadan inip yanına gitmiştim. O gün sadece ismini öğrenebilmiştim hepsi o kadar. Unutmamış demek...
Bilge hanım misafirlerinin etrafında pervane oldu, nasıl ağırlayacağını bilemedi. Leyla hanımın durgun haline bakarak çekingen bir sesle:
-Sizi üzen bir şey olmalı, dedi. düşünceli görüyorum. Leyla hanım:
-Sonra konuşuruz! diyerek sustu. Merakını yenemeyen bilge hanım Zernişan’a dönerek:
-Ferat’ım senin için bir şiir yazmıştı, dedi. İstersen gel de sana gösteriyim. Annesin bakışlarındaki onayı okuyan Zernişan, Ferhat’ın kendisi için binbir hayalle hazırladığı odanın kapısına kadar Bilge hanımı takip etti.
-Sen şiiri okuyuncaya kadar ben annenle ilgileneyim. diyen Bilge hanım odaya aldığı Zernişan’ın üzerine kapıyı kapatarak salona geri göndü.
Bilge hanımın sorgulayan gözlerine bakan Leyla hanım konuya girmekte gecikmedi:
-Beyim kararlı görünüyor, diye söze başladı. Sınavdan sonra Zernişan’ı istemeye gelecekler. Zernişan’ım böyle bir olup bittiyi hayatta kabullenmez. Benim de aklıma yatmıyor zaten. Sınavı olduğunu bile bile Kızı Ferhat’tan uzak tutmak için bizi apar topar Fethiye’ye sözde tatile götürdü. Sınavın ertesi günü evde kıyamet kopacak, bu kesin.
-Aklım almıyor bir türlü! Evlenecek olan kızın söz hakkı yok mu bu evde?
-Gel de anlat, kim dinler? Aslında eskilere dayanan bir hesap bu. Anlatması uzun sürer. Son bir yıldır iyice su yüzüne çıktı.
Bilge hanım Ferhat’a verilen gözdağı ve tehditleri olduğu gibi Leyla hanıma aktardı. Dinlerken renkten renge giren Leyla hanım:
-Ferhat sakın onlarla takışmasın dedi. Affedersiniz, hani derler ya: ’’Isıracak köpek dişini göstermez!’’ diye... Bunlar dişlerini göstere göstere ısıran cinsten köpek sürüsü! Sakın doktor bey onlarla bir sürtüşmeye girmesin!
-Hanımım aynı şeyi ben de oğluma söylüyorum ama gönül bu ferman dinler mi? Ateşten tünel olsa Zernişan’ın uğruna içinden sürünerek geçmeyi göze almış bir kere! Yatıp kalkıp Allah’a dua ediyorum. Bu işin iyilikle olur tarafı kalmadı, bu belli. Eskiden sünnetse şimdi farz oldu: Sınavdan sonra çocuklar kaçıp sırra kadem bassınlar! Siz başka bir çare bulabiliyorsanız söyleyin, boynumuz kıldan incedir!
-Biraz önce annemdeydim. O da aynı şeyleri Zernişan’ın kulağına fısıldadı. Çocuklar için hayırlısı ne ise, o olur inşallah.
Leyla ve Bilge hanım, çocuklarının evlenmek için kaçmalarına göz yummaya mutabık kaldıkları esnada Zernişan dolan gözleri ile şiiri okuduktan sonra aynanın karşısına geçti. Kendisini sevgi ve tutkuyla iki kez süzen gözler bu kez aynada yoktu. Tanışmalarına vesile olan büyülü ayna sanki bu kez de ayrılmalarına hüküm vermiş gibi soğuk ve ruhsuz duruyordu. Kapıldığı derin yalnızlık duygusuyla Ferhat’ın aynadaki gözlerini boşuna aradı. şiirdeki ithaf sorguyu aynaya yöneltti:
-Ey sevgili nerdesin? Ayna soğuk, sağır ve dilsizdi. Sorusu boşlukta asılı kaldı. Aynadan yanıtını alamadığı sorusunu uzatarak duvardaki resmine tekrarladı: Nerde şimdi, hangimiz daha çok sevdi sen söyle? Resimdeki Zernişan rüzgâra savrulan saçları buluta yaslanan başı ve ufku süzen gözleriyle bambaşka bir dünyadaydı. Sevildiğinden emin ve güvende olmanın hazzıyla, şiir bulutunun üzerinden atıyla her an uçup gidecekmiş gibi görünüyordu.
Aynadan sonra resim de suskun kalmıştı. Gözleri bilge hanımın özenle hazırladığı yatağa ilişince aklına Demirköy geldi. Omuzlarında Ferhat’ın elleri ve boynunda yakıcı nefesini hissederken bedenini ateş bastı. Kazağını çıkarıp yatağın üzerine bırakmıştı ki, sol göğsünde çakan yakıcı ağrıyla nefesi kesildi. Ayakta duramayacağını anlayıp yatağın köşesine ilişmek zorunda kaldı. Yirmi saniye kadar süren ağrı nefes almasına izin verdiğinde. Eliyle göğüs kafesini bastırırken çaresiz gözleri resim ile ayna arasında uçuşup durdu, sitemli bir sesle:
-Bunu bana hanginiz yaptınız? diye sordu. Ben şu anda üzgün değilim ki... Mutluyum işte...
Yerinden doğrulacak gücü bulduğunda; şiir, resim ve aynaya birer bakış fırlatarak yatağın üzerindeki kazağını almadan odadan dışarı çıktı. Koridorda elleriyle gözlerini silerek biraz bekledi. Salona geldiğinde annesinin bir şey sormasına izin vermemek için:
-Anneciğim izin istesek dedi. Ders çalışmam lâzım. Bir an önce gitsek çok iyi olur.
Bilge hanım ısrarına rağmen kalmak istemeyen misafirlerine doyamadan uğurlamak zorunda kaldı. Leyla hanım Zernişan’ın üzerinde kazak olmadığını yarı yolda farketti:
-Kazağın?... derken Zernişan anında:
-Sorun değil, diye karşılık verdi. Şu an ders çalışmaktan başka bir şey düşünecek halde değilim.
Eve döner dönmez Zernişan kafasını yine test kitapları ve teksirlerin arasına gömdü. Annesinin uyarılarına rağmen sınav gününe kadar elinden kalem kâğıt düşmedi.
Kazanılmış bir savaşın huzur veren yorgunluğuyla sınav salonundan ayrılan Zernişan; yüzüne yansıyan tatlı tebessüm ve gözlerindeki umut ışığıyla, kendisi gibi sınavdan çıkan ve peşine takılan genç bir çocuktan habersiz eve dönüyordu. Çocuk, ilk görüşteki aşkın karşı konulmazlığı ve heyecanlıyla, şaşkın bir biçimde kâlbindeki çarpıntıyla tanımadığı kızın peşine takılmıştı. Tanışıp konuşamasa bile varacağı yere kadar kızı takip etmeye kararlı görünüyordu. Sanki yıllardır aradığını bulmuşçasına bir hisle, ayaklarını Zernişan’ın temposuna uydurmuş, beş on adım geriden peşine takıldığı kızı gözden kaçırmamaya çalışıyordu.
Ertesi günü düşündükçe yüzü pembeleşen Zernişan, bulutların üzerine basarak yürüyormuş duygusuna kapılmıştı. İlk bakışta kolaymış gibi görünen bazı soruların tuzağına düşmemiş, sınavı kazandığı hissi içine doğmuştu. Ferhat’la buluşup İstanbul’dan uzaklaşacağını düşündükçe, kâlbindeki kuş; düşleriyle beraber, bastığı bulutların çok daha ötelerine kanat çırpıyordu.
Kaldırıma taşan büfenin birkaç metre berisindeki akasya ağacının önünde aniden durmak zorunda kalan Zernişan gözlerine inanmadı. Metalik vişne çürüğü renginde ithal arbadan inen genç ve alımlı kız kendisiydi! Kısa kesilmiş düzgün saçları boynunu kuğu gibi uzun gösteriyordu. Gömleğinin cebinden taşan uzun zarf ve üç kalem sınavdan çıktığını kanıtlıyordu. Hafif makyajlı yüzündeki mutluluk tebessümüyle ilk bakışta masallardaki peri kızlarını akla getiren nefes kesen bir afetti. Gözlerine inanamayan Zernişan’ın dudaklarından:
-Aman Allah’ım! Ben bu kadar güzel miyim? kelimeleri dökülürken; aklına anneannesinin: ’’Ölen insanın, öldüğünden haberi olmazmış önce; sanırmış ki ölen başkası! Kendisini başka bir kılık kıyafet ile görürmüş. Sanırmış ki yaşıyor, tâ ki defnedilip talkın verilinceye kadar kendisi anlayamazmış! Ruh dolanıp dururmuş. Kendi bedenini görürmüş, sağ zannedermiş!’’ diyen söyleri geldi. Yoksa ben şu anda öldüm mü? diye kendi kendisine sordu. Ayakta duramayacağını hissederek akasya ağacına tutundu. Etrafına bakınmak istese de bakışlarına söz geçiremedi. Gözleri, büfeden alışveriş yapan peri kızının her hareketini ağır çekimli film sahnesi gibi hafızasına kaydetmekle meşguldü. Genç kız büfeden aldığı poşeti ön koltukta oturan kadına uzatarak nazlı bir süzülüşle sürücü koltuğuna geçti. Zernişan, yumuşak bir kalkışla harekete geçen arabanın arkasından bakakalırken o meşum ağrısı bir kez daha göğsünü yokladı. Akasya ağacına sarılsa da ayakta durmaya gücü yetmedi. Orta yaşlı bir kadın durumu farkederek koluna yapışsa da Zernişan’ı ayakta tutamadı, birlikte ağacın dibine çöktüler. Kadın etrafına bakarak:
-Yardım edin, kız fenalaştı! diye bağırdı. Zernişan’ı takip eden çocuk da ne olduğunu anlayamadı, koşarak yanlarına gelip:
-N’oldu? diye sordu. Kadın telaşlı bir sesle:
-Görmüyor musun bayıldı işte! Birisi bir ambulans çağırsın, hemen... Afallayan çocuk etrafına bakınırken nefesini çevirebilen Zernişan, kollanından tutarak kendisini ağaca yaslayan kadına:
-Ben kendimi gördüm! dedi. Söylenenden bir şey anlamayan kadın gözlerini iri iri açarak:
-Nasıl yani? diye sordu. Kızım sen iyi görünmüyorsun, bir ambulans çağırsınlar! Zernişan kadını daha da telaşlandıran sesiyle:
-Kendimi gördüm, diye tekrarladı. Doğru söylüyorum. Ben yaşıyor muyum? Afallayan kadının omuzlarından aldığı destekle, kadından önce yerinden doğrulan Zernişan; başında birikmeye kalabalığa aldırmadan: Aman Allah’ım, ben bu kadar güzel miydim? diye diye göğsünü tutarak yavaş adımlarla yürümeye başladı.
Peşine takılan çocuğun evine kadar takip ettiği Zernişan kendisini eve atar atmaz ayakkabılarını bile çıkarma gücünü bulamadan odasına geçerek yatağın üzerine sırt üstü uzanıverdi. Kapalı gözlerine rağmen kendisini perişan eden ağır çekimli film sahnesi tekrarlanıp duruyordu. Annesinin mutfaktan gelen haykırması ile alevlenen tartışmayla duydukları da gördüklerine rahmet okutur cinstendi! Bilge hanım:
-Bu ne saygısızlık diye itiraz ediyordu. Bedesten pazarında köle mi satılıyor? Şunu aklına iyice sok bey: Zernişan istemeden ben kızımı kimseye vermem, veremem! Semih bey de sesini yükseltmişti:
-Adamlar bu akşam geliyor diyorum sana yarını beklemiyorlar işte. Gelince şu kızla konuş bir densizlikte bulunmasın. Söz keselim gitsin. İşi uzatmanın âlemi yok. Beni evine söz geçiremeyen bir baba durumuna düşürmeyin!
-Bey tekrar söylüyorum: Bende Kaya’nın oğluna verilecek kız yok. Telefon et boşu boşuna bu akşam gelmesinler. Ben Zernişan’la konuşmadan hayatta olmaz bu iş. Konuşsam da sonuç değişmez ya, sen yine de telefon et bu akşam gelmesinler. Kız hiç olmazsa bir hafta düşünsün...
-... bir yıldır düşünmemiş de bir haftada düşünecek. Ne sanıyor kendisini bu...
-Kızıma saygısızlık etme, konuşacaksan edebinle konuş! Böyle konuşmakla... Elini masaya vurarak Bilge hanımın sözünü Semih bey sesini daha da yükseltmişti:
-Duyan kızı kendisi doğurmuş sanacak! Ulan karı onun bunun çocuğunu yirmi yıldır ben büyüttüm. Evlendiriyorum işte daha ne istiyorsun? Bu kız için benim yaptıklarımın hiçbirisini kendi öz annesi ve babası yapmadı be. Sokakta görseler kendi kızlarını tanıyamazlar. Bu akşam sözünü keseceğim defolup gitsin. Meramını bundan sonra bana değil kocası olacak adama anlatır artık.
-Demek öyle ha... Sen benim ölümü çiğnemeden değil Zernişan’ımı o uğusuzlara peşkeş çekmek, saçının bir telini bile koklattıramazsın!
Semih bey bu kez de masaya yumruğunu vurdu:
-Sus, nankör kadın sus! Başkuş sesini kes! Bir kelime daha edersen suratına yumruğu yersin! Ben kızı verdim dediysem bu iş bitmiştir! Aniden yerinden kalkan Bilge hanım tek kelime etmeden mutfaktan ayrıldı. Tırnaklarını yiyerek hırsla salonda dolaşmaya başladı. İçeride barınamayacağını anlayıp dışarı çıkıp Zernişan’ı beklemeye karar verdi. Zernişan’ın odasının önünden geçerken açık kapıyı görünce duraksadı. Başını çevirdiğinde Zernişan’ın yarı baygın halde yatağa serilmiş halini görünce tiz bir çığlık atarak odaya daldı! Kollarından tutarak kızını kaldırmaya çalıştı. Zernişan’ın gözyaşlarıyla ıslanan saçları yanaklarına yapışmış, acıdan çenesi kilitlenmişti! Elleriyle kızının yüzünü silmeye çalışırken:
-Bir tanem ne oldu sana? Ne zaman Geldin sen? diye peş peşe sorularını sıraladı: Geldiğini anlamadık. Sınavın mı kötü geçti? Ne olursun doğrul yavrum... Bir şey söyle canımın içi! Susma ne olur, bir şey söyle! Annenin şefkatli kucağında dili çözülen Zernişan güçlükle ve kesik kesik konuşuyordu:
-Göğsüm yanıyor! dedi. Tıkandım! Bu sefer uzun sürdü... Çabuk götür beni buradan. Yalvarıyorum: Hemen götür beni. Hem ben ölmüşüm, biliyor musun? Ben kendimi gördüm. Anne ben bu kadar güzel miydim? Saçlarımı ne zaman kestirdiniz? Kızının söylediklerini bir biriyle bağdaştıramayan kadın acı acı bağırmaya başladı:
-Gördün mü başımıza gelenleri? Yavrum sonunda aklını da kaybetti! Kızım kendine gel, kalk ayağa, tamam gidelim. diyerek Zernişanı ayağa kaldırdı. Kızın kolunu omuzuna atarak beline sarılıp kapıya doğru yürütmeye çalıştı. Semih bey olup bitenden ziyade, Zernişan’ın ayağındaki ayakkabılarıyla odasına girmiş olmasına akıl erdiremedi. Kapının önünde çakılmış gibi ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Leyla hanım sert bir sesle:
-Kapının ağzından çekilir misin? dedi. Kenara çekilen Semih bey dış kapıya yönelen eşine arkadan seslendi:
-Nereye gidiyorsunuz böyle apar topar! Akşama misafirimiz var demedim mi sana? Semih beyin son cümlesiyle kanı beynine sıçrayan Leyla hanım dış kapıdan çıkarken isyanla:
-Ölünün körüne gidiyoruz! diye bağırdı. Görmüyor musun? Mahvettin kızımı! Ömründe ilk kez eşinden bu cümleyi duyan Semih bey:
-Kızıymış... dedi. Sanki kendisinin... Gidin ne haliniz varsa görün!
Leyla hanımın Semih beyin söylediği ağza alınmayacak sözlerine karşılık verecek zamanı yoktu. Zernişan’ın beline daha da sıkı sarıldı:
-Geçecek canımın içi hepsi geçecek, dedi. Kötü bir rüya bu. Uyandığında hepsi geçmiş olacak, kaybetme kendini, ne olur dayan biraz!
Dışarı adımını atan Zernişan:
-Hastaneye değil dedi. Beni anne anneanneme götür. Ben kendimi gördüm! Leyla hanım:
-Kızım iyi değilsin bir araba tutup seni hastaneye götüreyim. Zernişan:
-Hayır! diye diretti. Anneanneme gitmek istiyorum. Hemen...
Zernişan’ı ferah bir odaya aldıran Nurbanu hanım, toruna hiçbir şey sormadığı gibi O’nunda bir şey söylemesine de izin vermedi:
-Sen şimdi biraz dinlenmeye bak, dedi. Ben annenle konuşup birazdan yanına gelip uzanacağım.
Leyla hanım, olup bitenlerden anlatabileceği kadarını annesine anlattı. Yaşlı kadın:
-Nasılsa o mendebur buraya gelecek,dedi. Ona söyleyecek bir çift sözüm olacak. Artık yanımda kalırsınız. Mendebur tek başına kalsın da aklı başına gelsin. dedikten sonra bahçıvanı çağırdı. Semih bey gelmesi halinde kapıyı açmamasını sıkı sıkıya tembihledi. Nurbanu hanım düşündüklerinde yanılmamıştı. Çıkmadık canda umut arayan Semih bey iki saat sonra kapıya dayandı. Üst katın demir parmaklıklı penceresinin kanadını kaldıran Nurbanu hanım bastonunu camdan aşağıya uzatarak Semih beyin yüzüne bağırdı:
-Seni tanıyamamışım mendebur dedi. Hangi yüzle geliyorsun buraya? Kızıma ve torunuma bunu da mı yapacaktın? Gözüm görmesin seni bir daha. Bir densizliğini daha duyarsam seni o evden de dışarı attırırım sokakta kalırsın haberin olsun! Beklenmedik tepki karşısında sinirlerine hakim olamayan Semih bey köpürdü:
-Sen bunamışsın be kadın! diye bağırdı. Sen kime torunum diyorsun. Yusuf’a bir sözüm yok ama yemin ederim Zernişan senin torunun değil! Çocuğu olmuyor diye Leyla onu başkasından aldı. Bu güne kadar da seni ayakta uyuttu, torun diye yutturdu sana! Çağır, Leyla gelsin de yemin ettir, bakalım yalan yere yemin etmeye yanaşacak mı?
Semih beyin söyledikleri Nurbanu hanımı çileden çıkarmaktan başka bir işe yaramadı. Çektiği nefes darlığı ve ilerleyen yaşına rağmen kendisinden beklenmeyen bir ses tonuyla:
-Defol! diye bağırdı. Kuyruklu yalanlarına beni inandıracağını mı sanıyorsun? O meleklerin adını ağzına alma çarpılırsın alimallah! Onları bir daha rüyanda görürsün sen! diyerek pencerenin kanadını indirip perdesini çekti.
Nurbanu hanım, bir saate yakın Zernişan’ı okşayıp, öpüp kokladı. Dualar okuyup üflediyse de bir günde çift vurgun yiyen kızı sakinleştiremedi. Zernişan ısrarla:
-Yemin ederim anneanne ben kendimi gördüm! Ölmüşüm ben! Ben bu kadar güzel miyim? diye sayıklamakla kalmadı arada bir göğsünde çakan ağrıyla kaskatı kesildi. Eczacı Nesrin hanımı arayan Leyla hanım akşama doğru Zernişan’ı birlikte hastaneye götürdüler. Nesrin hanımın tanıdığı hocaların araya girmesiyle, Zernişan’ın muayenesi, tahlil ve grafileri birkaç saat içinde tamamlandı. Sonuçları gözden geçiren başasistanın suratı asılmıştı:
-Hocam daha gitmemiştir, dedi. Hasta hakkında O’nun karar vermesi gerekiyor! Sonuçları götürüp hocanın fikrini almalıyım. Leyla hanımın sorgulayan bakışlarından gözlerini kaçıran başasistan hızlı adımlarla dışarı çıktı.
Figen hoca! on dakika sonra Zernişan’ın bulunduğu odaya geldi. Tedirgin bakışlı refakatçılara gülümseyerek:
-Geçmiş olsun. dedikten sonra Zernişan’la göz göze geldiğinde kızın büyüleyici güzelliği ve göğsüne vuran ince bir sızıyla donup kaldı. Başasistan, hocanın kızın yaşıyla hastalığını bağdaştıramadığı için şaşırdığını düşünürken; Leyla ve Nesrin hanım ne olduğunu anlayamadıklarından endişeli gözlerle birbirine bakınıp durdular.
Figen hoca sol göğsündeki ince sızıyla ayaklarının altındaki zeminin kaymakta olduğunu hissine kapıldı. Son gücünü kullanarak başasistanın elindeki sonuçları alarak masaya oturdu. Tetkik ve filmleri gözden geçiriyormuş gibi görünmeye gayret ederek sakinleşmeyi bekledi. Zernişan’ı muayene ettikten başasistana:
-Hastayı bir no’lu odaya çıkarın dedikten sonra Nesrin hanıma dönerek: Annesi siz misiniz? diye sordu. Nesrin hanım kendisini tanıtarak leyla hanımı işaret etti:
-Leyla hanım annesi oluyor dedi. Figen hoca:
-Eczacı olduğunuza göre siz burada kalınız. Leyla hanım siz de kızınızla birlikte doktor hanımı takip ediniz, odanızı göstersin! Leyla hanım itiraz etmeden başasistanı takip ederek odadan dışarı çıktıktan sonra Figen hoca üzgün ve düşünceli bir halde Nesrin hanıma:
-Ben ömrümde bu kadar güzel kız görmedim dedi. Çok yazık, hastalığı hakkında sizin bir bilginiz var mı? Nesrin hanım şaşırmıştı!
-Zernişan daha bu gün üniversite sınavına girdi, dedi. Bizim bildiğimiz hiçbir rahatsızlığı yoktu. Kötü bir şey mi?
-Bunu söylemek kolay olamayacak. İnanınız sizler kadar ben de üzgünüm. Sağlıkçı olduğunuza göre söylediklerimi en iyi siz anlarsınız. Ne yazık ki kızcağız meme ca! ve gecikmiş. Üstelik aksiller ve medisatinal metastazı var. Metestazları primer odaktan daha invaziv çıkmış. Duyduklarına inanamayan Nesrin hanım:
-Hocam nasıl olur? Bu kızın bu güne kadar hiçbir şikayetini duymadım. Eminim ki annesinin de bundan haberi yoktur. Bir yanlışlık olmasın, yani grafiler karışmış olmasın!
-Çok üzgünüm! kendim muayene ettim. Bu yaşta rastlamak çok nadirdir!
-Peki hocam sebebi nedir bunun?
-Kesin bir şey söylemek zor, bence büyük bir üzüntü geçirmiş veya geçiriyordur! Biz gerekli yönlendirmeyi yaparız ancak ameliyat şansı pek görünmüyor. Bu konuda diğer hocalarımızın da görüşleri yol gösterici olacaktır. Annesi yakın arkadaşınız olduğuna göre kızın hastalığı hakkında ön bilgiyi siz verirsiniz. Durumu biraz kabullendikten sonra biz daha detaylı açıklamaları kendisine yaparız. Bir müddet düşünen Nesrin hanım:
-Hocam çok özür dilerim, dedi. Bunları aktarmaya benim dilim varmaz. En yakın arkadaşım, bu açıklamayı ben yapamam: Kızınız kanser olmuş, ameliyat şansı kalmamış, günleri sayılı bunu nasıl derim? Affınızı rica ederim. Annesini yanınıza göndereyim, siz nasıl konuşulması gerektiğini benden daha bilirsiniz. Özür diliyorum hocam, lütfen!...
-Peki istediğiniz gibi olsun. Çok üzüldüm, ömrümde bu kadar güzel bir kız görmedim! diyerek susan Figen hocadan gözünü ayıramayan Nesrin hanım içinden: ’’Keşke bu şartlar altında karşılaşmasaydık hoca hanım, diye geçirdi. Şu uzun kirpikleriniz var ya beni mahvetti. Takma mı onlar, sahici gibi görünüyorlar!’’ dedi. Figen hoca:
-Arkadaşları çağırayım size yardımcı olsunlar hastanın yanına çıkınca annesini gönderirsiniz.
Nesrin hanım, Zernişan’la odada yalnız kaldığı yarım saat içinde genç kızın ısrarlı soruları yanıtsız bıraktı. Leyla hanım geri döndüğünde yüzü kül gibi olmuştu. Nesrin hanımdan hiçbir şey öğrenemeyen Zernişan annesinin gözlerinde umut aradı:
-Doktor hanım ne söyledi? diye sordu. Ne olmuş bana, hastalığım neymiş? Leyla hanım:
-Korkulacak bir şey yokmuş meleğim, dedi. Yalnız göğsündeki ağrı için sana serum içinde bazı ilaçların verilmesi gerekiyormuş. Başka hocaları çağırdılar onlar da seni görüp hemen ilaca başlayacaklar.
-Ben o kadar kötü değilim, hem ağrım da geçti. Şimdi geri dönsek de yarın gelsek olmaz mı?
-Bunu ben de doktor hanıma söyledim ama izin vermedi. Seni başka bir servise alacaklar.
Ferhat’a verdiği sözü tutamayacağı için paniğine kapılan Zernişan:
-Ne yani beni zorla mı yatıracaklar, istemiyorum! diye oturduğu yataktan ayağa fırlamasıyla: Ah, göğsüm! diyerek geri yığılması bir oldu. Odadaki çığlıklara koşuşturan doktor ve hemşireler Leyla ve Nesrin hanımı dışarı çıkardılar. Telaşla dışarı çıkan bir hemşirenin ilaç çekilmiş hazır bir enjektörle geri döndüğünü gören Leyla hanım, Nesrin hanımın kolunu tutundu:
-Senden bir ricam olacak dedi. Nesrin hanım:
-Rica değil emrin olur dedi, buyur ne yapayım?
-Bizim eve gidiyorsunuz. Mutfaktaki masanın üzerinde çantam kaldı. Çantamı alıp getiriyorsun. Buraya düştük bir kere, artık ne zaman ve ne şekil çıkacağımızı da ancak Allah bilir. Benim için bunu yapar mısın?
-Ne demek Leyla’cığım iste canımı vereyim. Beyimi alıp hemen eve gideriz. Çantanı alıp gelirim başka bir şey ister misin, Zernişan’ın giymesi için de bir şeyler alayım mı?
-Onlar sonraki işler, burada da hallederiz. Yalnız sakın hastanede olduğumuzu kimseye söyleme! Beyiniz dahi bilmesin. Hiç kimse bilmesin. Yusuf zaten annemde kalır, ona da arada bir göz kulak olursun.
-Peki ya Semih bey? O sorarsa beyimin yanında ne cevap veremeyeceğim!
-Sakın ha! Tek kelime etme. Zira o duydu mu anında Kaya’ya iletir... Çok kişinin canı yanar! Çantamı annemgile götüreceğini söylersin, beyiniz de anlamasın! Kaya adını duyan Nesrin hanım irkildi:
-Kaya’nın bu işle ne ilgisi var?
-Zernişan kimin yüzünden hasta oldu sanıyorsun? Semih, O melunun oğluyla Zernişan’ı baş göz edeceğine dair bize danışmadan söz vermiş.
-Şerefsize bak, seni alamadı diye; şimdi de oğluna senin kızını alarak neyin intikamını alacak, neyi kanıtlayacak anlayabilmiş değilim! Geçmişteki bir hesap için mi kızınızı gözüne kestirmiş? Bir yaşıma daha girdim. İşin içinde ne işler varmış böyle...
-Neyse, eski defterleri karıştırmayalım şimdi. Gecikmeden gidersen iyi olur. Unutma, burada olduğumuzdan sakın kimsenin haberi olmasın. Yarından sonra da kim sorarsa bizim tatile çıktığımızı ama nereye gittiğimizi bilmediğini söylersin.
-Merak etme sen orasını bana bırak canım, vakit çok geç olmadan gidip çantanı getireyim.
Nesrin hanımın çantayı getirmek için fakülteden ayrıldıktan sonra Zernişan’ı başka hocalar da muayene etti. Kendi aralarında bir saatlik görüş alış verişinde bulunan hocalar; ameliyatın mümkün olamayacağını, öncelikle yoğun bir kemoterapi ve ardından şua tedavisinde karar kıldılar. Nesrin hanım çantayla birlikte geri döndüğünde başka bir bölüme alınarak ilaçlı serumlarla tedavisine başlanan Zernişan’ın Ferhat’la kaçış umutları da suya düşmüştü!
Figen hoca evine döndüğünde farkıda olmadan arada bir elini sol göğsüne götürdü. Kalbine düşen ince sızı hâlâ geçmişti. İçine düşen şüphe üzerine evdeki stetoskopla kendi kâlbini dinledi. Şüphesini pekiştirecek bir dinleme bulgusu yoktu. Rahatlamış olarak koltuğuna oturup düşünürken, karşısında göğsüne ince sızıyı düşüren kızın efsunlu gözleri belirdi. Bakışlarını nereye çevirdiyse gözdeki katarakt sisi gibi her yöne o efsunlu gözleri beraberinde taşıdı. O güne kadar hiç tatmadığı bir duyguyla yerine yapışıp kaldı. Aşk, özlem, ihanet ve intikam adına ne varsa hepsi aynı imbikten damıtılmış birkaç saniye içinden gözlerinden kalbine sızmakla kalmamış ruhuna karışmıştı, kendi kendine konuştuğunun farkına bile varamadı:
-Nasıl da baktı bana o gözler, bir anda ruhumu okudular sanki. Aman Allahım ne oldu bana bir anda ruhum uçup gidecek sandım! Düşüncelerini bir noktada yoğunlaştıramayan Figen hoca o gece hiçbir şey okuyamadan uyumaya çalıştı.
Semih bey, söz kesmek için gelenleri içkili haliyle tek başına karşılamak zorunda kaldı. Evde Leyla hanım ve Zernişan’ı bulamayan misafirlere:
-Sınav stresinden olacak Zernişan biraz rahatsızlandı, dedi. Anneannesine götürdüler kusura bakmayınız.
Eşinin öfkeli bakışlarında aldatılmışlık algısını okuyan Kaya:
-Böyle bir hakarete maruz kalacağımız aklımızın ucundan geçse buraya adımımızı dahi atmazdık Semih bey, beni ve ailemi küçük düşürdünüz! diyerek ayağa kalktı.
Kaya’nın ağzından çıkan bu sözlerin ne anlama geldiğini çok iyi bilen Semih beyin paçaları tutuşsa da elinden hiçbir şey gelmedi. Hışımla yerinden kalkan misafirler gözleriyle konuşup tek kelime etmeden geldikleri gibi geri gittiler.
Sessiz sedasız bütün hazırlıklarını tamamlayan Ferhat ömrünün en uzun gecesinin sabahında annesinin elini öpüp hayır duasını alarak evden çıktı. Takip edilme ve trafiğin yoğun olması ihtimalini hesaba katarak kararlaştırdıkları yere değişik yollardan geçerek alışveriş merkezine beş dakikada rahat ulaşabileceği ara bir sokakta park edip zamanı kollamaya başladı. Saat sekize altı dakika kala bir dakika daha bekleyemeden arabayı çalıştırdı. İki dakika önce gelmişti. İki güne bedel iki dakika içinde arabadan etrafı kolaçan etti. Saat tam sekizde arabadan inip etrafı gözden geçirdi. Zernişan ortalıkta görünmüyordu. Tedirgin bekleyişle geçen beş dakikadan sonra arabaya binerek gelip geçenlerin arasında Zernişan’ın siluetini aradı. Geçen her dakika umutlarından birer parça kopararak iki saatlik zaman akıp gitti. Üzüntü, aldatılmışlık duygusu ve: ’’Ya kızın başına bir şey geldiyse!’’ endişesi birbirine karıştı, ne yapacağını bilemedi. Muayenehaneye dönüp Zernişan’dan telefon beklemekten başka çaresi kalmamıştı.
Muayenehaneye girer girmez nereden çıktıklarını anlaşılamayan iki izbandut Ferhat’ın kollarını yakalayıp ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden koridorun duvarına yapıştırdılar. Hışımla içeriye dalan siyah takım elbiseli üçüncü kişi, bir karış önünde durarak Ferhat’ın gözlerinin içine bakarak:
-Öt bakalım, kız nerede? diye sordu. Kollarını kurtarmak için çırpınan Ferhat:
-Bırakın! diye bağırdı. Siz kim oluyorsunuz da beni sorguya çekiyorsunuz. Dağ başı burası?
Adam, Ferhat’ın sorusuna yanıt vermeden önce kenara çekilerek içeriye giren dördüncü kişiye yol açtıktan sonra:
-Biz istersek adamı dağa da kaldırırız, ovaya da gömeriz! dedi. Orası bizim bileceğimiz bir iş. Sana bir soru sordum kızı nereye götürdün?
-Ne kızı? Kim, kimi götürmüş? Siz kimden bahsediyorsunuz.
-Neden bahsettiğimi sen benden daha iyi biliyorsun! Zernişan’ı nereye sakladın? Fazla vaktin yok, öt bakalım! Kontrolünü kaybeden Ferhat:
-Bu soruyu sizin değil benim size sormam lâzım! dedi. Bırakın beni. Zernişan benim yanımda olsa İstanbul’da duracak kadar ahmak mıyım? Ben size soruyorum: Zernişan’ı kim, nereye götürdü? Biliyorsanız veya öğrenirseniz siz bana bildirin. Bir defa olsun birbirini sevenler için bir şey yapın!
-Ne diyorsun lan sen?...
-Ne dediğimi gayet iyi duydunuz! Kızı hiç görmedim diyorum anlamıyor musunuz?
Dördüncü kişi muayenehanenin her yerini konrol ederek geriye dönüp kaşlarını kaldırarak: Yok! işaretini verince:
-Dediğin gibi olsun... diyen takım elbiselinin işareti üzerine Ferhat’ın kollarını bırakan izbandutlar geri çekilirken takım elbiseli tehdidini savurdu:
-Eğer doğruyu söylemiyorsan nasıl olduğunu anlamadan seni gideceğin yere postalarım ona göre! Gözümüz üzerinde, bunu sakın unutma!
Dışarı çıkar çıkmaz takım elbiseli caddenin iki tarafını işaret ederek adamlarına talimat verdi:
-Sen o köşede dur, sen de şu sokağın başında nöbet tut, dedi. Doktorun yanında kızı görürseniz çaktırmadan gittiği yere kadar takip edin. Yok, doktor yalnız başına dolaşsa bile yine gözden kaçırmayın. Bu mürekkep yalayan takım akıllı olur, belki de kızı saklayan kendisidir; hedef saptırmak için mumara çekiyordur, uyanık olun. Arkadaşlarınız gelip sizden nöbeti devralıncaya kadar altınıza işeseniz bile yerinizden ayrılmayın tamam mı?
Ferhat öğleye kadar Zernişan’dan gelecek telefonu sabırsızlıkla beklerken gelen hastaları isteksizce muayene etmek zorunda kaldı. Kararlaştırdıkları gibi şifreli müjdeyi almak için telefonun başından ayrılamayan Bilge hanım, öğleden sonra beti benzi uçmuş halde eve gelen oğlununun fersiz gözlerine bakarak:
-Zernişan?... diye sordu. Ferhat umutsuz bir sesle:
-Gelmedi! dedi.
Bilge hanım evde, Ferhat muayenehanede günlerce Zernişan’dan bir haber beklediler. İşin içinde bir terslik olduğunu düşünen Bilge hanım, ilk günler kapıldığı ihanete uğrama duygusundan sıyrılarak merakına yenik düştü. Leyla hanımı ziyarete gitti. Kapıyı açan Semih beyin on güne yaklaşan sakallı hali, dağınık saçları ve kızarmış gözlerinden ürkerek bir adım geri çekilerek çekingen bir sesle:
-Leyla hanıma bakmıştım dedi, kendileri evde mi? Kapıya tutunarak ayakta kalmaya çalışan Semih bey yanıt yerine:
-Peki siz kimsiniz? diye sordu. Leylayı niçin arıyorsunuz?
-Arkadaşıyım. Doktor Ferat’ın annesiyim, geldiğimi haber verir misiniz?
-Ya... Demek doktorun annesisin. Leyla yok evde, gitti!
-Gitti mi! Nereye?... Peki ya Zernişan!
-Beni sorguya çekip durma kadın. Madem arkaşınmış git kendin bul. Kızını da götürdü. Bak benim bu halime senin oğlun sebeptir! Önce beni iyileştirdi sonra da bu hale getirdi işte! Şaşıran Bilge hanım:
-Ne yapmış ki benim Ferat’ımı suçluyorsun dediğinde Semih beyin sabrı tükendi, Leyla hanımın kendisine söylediği isyan cümlesinden alıntı yaparak:
-Ölünün körünü yaptı! diyerek kapıyı Bilge hanımın yüzüne kapadı.
Arkadan kendisine kovalayacakmış korkusuna kapılan Bilge hanım can haviyle kendisini dışarı attı. Muayenehaneye doğru yürürken aklına eczacı Nesrin geldi. Semih beyin kabalığını anlattıktan sonra Bilge hanım ve Zernişan’ı sordu. Eczacı hanım, önceden düşünerek kazırladığı keskin yanıtı yapıştırdı.
-Bir haftayı geçti dedi, bana telefon ederek kızıyla birlikte tatile çıkacaklarını söyledi. Nereye? diye sordum gelince anlatırım dedi. Döndüğünde benden önce sana uğrayacak olursa beni hemen haberdar et olur mu? Ben de çok özledim arkadaşımı!
Muayenehanenin ziline basan Bilge hanım kapının açılmaması üzerine eve dönerek telefonla da muayenehaneyi aradı. Ferhat’ın sesini duyunca:
-Oğlum zili ben çaldım, içeride değil miydin? Kapıyı açan olmadı. Ferhat üzgün bir sesle:
-Hasta bakacak durumda değilim. Kafamı toparlayamıyorum. Gelmeden önce telefonla haber verseydin...
-Neyse... Sen eve gel de anlatacaklarım var.
-Tamam hemen geliyorum.
Bilge hanım Semih beyin saygısız davranışını zikretmeden ne durumda olduğunu ve Nesrin hanımdan söylediklerini anlatıp:
-Bu işte bir tuhaflık var oğlum dedi. Neyse kokusu yakında açığa çıkar. Leyla hanımın kızıyla birlikte izini kaybettirmesi bana hayra alamet gelmedi. Bu işin içinde başka bir şey var gibime geliyor.
-Bizi aldattıkları olasılığını niçin göz ardı ediyorsun anne, olamaz mı?
-Benim bildiğim Leyla hanım böyle bir şey yapmaz, Zernişan da yapmaz. Haksızlık etme. Bunların gizlenmesinin bir sebebi olmalı. Ya bir şeyden korktular ya da bizim bilemediğimiz bir şey oldu. Sen yine de muayenehanede telefonun başından ayrılma. İkimizden birini mutlaka arayacaklardır.
Zernişan, gördüğü kemoterapi, sözünde duramamanın üzüntüsü ve hastalığından kurtulamama endişesiyle birleşince iki hafta içinde susuz çiçekler gibi soldu. Saçlarının dökülmesiyle üzüntüsü bir kat daha artarken iyileşemeyeceği korkusu bütün benliğini sardı. Son kemoterapi küründen sonra fenalaşıp yoğun bakıma götürülürken koridorda:
-Vah, vah... Kansermiş! gördün mü? diyen bir kadının sesi Zernişan’ın yaşama dair umutlarını tüketti.
Ferhat, Zernişan’dan habersiz geçen her günün ömründen bir yıl alıp götürdüğünü hissediyordu. Sırra kadem basan anne ve kızdan kimse hiçbir haber alamıyordu. Geçen her gün bir önceki günü aratır olmuştu. Telefonun her çalışında umutla ahizeye uzanan eli, artık umutsuzluğa vurulan bir mühürle telefonu kapatıyordu. Anne kız sanki kuş olup havaya uçmuşlardı. Kuşları düşündü bir müddet. Gök yüzünün mavi enginliğine kanat çırpan kuşlar. Aklına masal kuşları takıldı. Sevenleri sırtına bindirip Kafdağı’nın ardında buluşturan zümrüdüanka, yoktu öyle bir kuş. Üzerine türküler yakılan hûma kuşunu düşündü. Hani şu yeryüzüne hiç inmeyen, yumurtası yere düşerken yarı yolda içinden yavrusu çıkıp tekrar yükseklere havalan hûma kuşu... Zernişan’ın durumunu ne kadar da güzel özetliyordu. Bir hûma kuşu bulup sevgilisini sormalıydı. Gözlerinin dolmakta olduğunu hissetti. Duyduğu derin yalnızlıkla elleri kaleme uzandı. Günlerdir tek nüshasına ilaç yazılamayan reçete koçanını önüne çekti. Telefona umutsuz bir bakış fırlatarak:
-Niçin sana değil de kaleme sarılmak kısmet oluyor Zernişan, niçin? dedi. Nerdesin şimdi? Seni sorabileceğim ne bir telli turna, ne de hûma kuşu var. Galiba seninle vuslatım bir hûma kuşunu görüp haber salmama kaldı! diyerek önündeki reçete kağıdına:
Kıyameti kuşandım gözümün nuru hûma,
...diye yazdığı mısra yeni bir şiirin habercisi oldu. Diğer mısralar peş peşe akmaya başladı. Bir hafta şiirle uğraştı. Reçete kâğıtlarına yazdığı şiiri tamamladıktan sonra ilk bendin son mısrasındaki: Hicran Mühürlü Bilet! nitelendirmesini başlık olarak düşünüp çizgisiz bir kâğıda aktardı:
*
Hicran Mühürlü Bilet
Kıyameti kuşandım gözümün nuru hûma,
Sevgilimi görürsen halimi yaman dersin.
Gönlüme güneş doğsa gece çöker ruhuma,
İşmarın göz ucuyla gecikme aman dersin!
Geçti evvelin hükmü ahirde zaman dersin,
Eğer dilin varmazsa gözümün nuru hûma
Zora düşen ikrarı sükût kavlinden ilet;
Ezelden kesilmişse hicran mühürlü bilet!
Hicran mühürlü bilet, elveda aşk sarayı
Bahçeler tâlan yeri; gülistan suskun, viran!
Kader gönül kuşuma yasaklamış karayı,
R/esen hicran yeliyle zimmetlendi haziran!
Yakut tahtını süzüp seni düşlerken bir an
Alevden gözüm yandı elveda aşk sarayı!
Gönül kuşum köşkünden uçup gittiyse eğer,
Birkaç züyuf akçedir sana biçilen değer.
Sana biçilen değer öncesine kıyasla
Karun hazineleri... demeden beni uyar.
Bilirim ki; yüzüne güneş benzer, ay asla...
Fecrinde tutuşmuşum; kim işitir, kim duyar!
Beden küle döneli hayli zaman oldu yâr,
Efkâr dilimde tütsü öncesine kıyasla.
Ey hicranın ateşi her zaman mı böylesin,
Senden kıvılcım kapıp iflah olan söylesin!
İflah olan söylesin bunu benden isteme
Aşka çarem kalmadı cümle âleme duyur.
Gözümde batan güneş uykusuzdur listeme
Ateş kendi başını ateşe koysun buyur!...
Gece uykuyu silen göz gündüz nasıl uyur?
Kuşlar cenuba uçtu bunu benden isteme
Şimalî rüzgârlara göğsüm açılmış sakın,
Beklenen kasırgadır sürükleyen fîrakın!
Sürükleyen fîrakın sürüklenen zebunu,
Rüzgâr efkâr kanatlı nasıl dinecek, nasıl?...
Tek kendisi susturur kader isterse bunu
Namzet sürgünü kimdir onu öğren sen asıl.
Vuslatın perdesini kapatmadan son fasıl
Hangi el tutup çeker sürüklenen zebunu?
Tutulduğun kasırga sanma ki diner yarın,
Tekinsiz kuytularla tuzaklanmış diyarın!
Tuzaklanmış diyarın sanma ki dinler beni
İdam hükmünü giydim nerde kaldın delâlım?
Varsın senin uğruna dara çeksinler beni,
Yargısız infazlara; tepkisiz, kör ve lâlım!
İçli bir rüzgâr eser niçin başı belâlım?
Tılsımlı esintisi sanma ki dinler beni,
Ürperten uğultunun çaresiz ahrazıyım
Sükûtu varsa eğer can vermeye razıyım!
Can vermeye razıyım o haber senden gelse,
Yitik bulunduğunda aranmaz olur emek.
Hûma kuşu aşamaz ne biçim bir engelse,
Islak kanatlarına nazar da değdi demek!
Öyle bir sınav ki bu: Sabrı korla denemek!
Yağmur olur çöllere o haber senden gelse.
Hicran bulutlarını yağdırırken yakansın
Bir yanım kavrulurken yarısı suya kansın!
Yarısı suya kansın umudumun filizi
Üzülme kalanına şükreder benim çölüm.
Bekle zaman silecek geriden sefil izi,
Lâlezar şenlenecek ucunda yoksa ölüm!
Heyhat, gönül sayfama eklenen ahlı bölüm:
Kâkülüne çiy düşmüş umudumun filizi!
Yoksa sevdin diye mi zalimce azarlandın;
Sevenin gözü değmez, sen kimden nazarlandın?
Sen kimden nazarlandın, gök sana darıldı ki;
Gözümde tükettiğim yıldızlara soğruldum.
Kafdağı’nın zirvesi sevdanla yarıldı ki;
Masum sevgi uğruna her düşüşte doğruldum!
Yeniden düşmek için alevlerle yoğruldum,
Kanat çırpmadın diye gök sana darıldı ki;
Tılsımlı anıları zaman da pek silmiyor,
Bedenim küle döndü hasretin eksilmiyor!
Hasretin eksilmiyor resen hicran talazı,
Gök kubbenin koynuna külümü savur gitsin.
Kalbimdeki şüphenin dinmiyorken yalazı,
Alevin döngüsünde mükerrer kavur gitsin!
Kerem’in mirasına kim layıksa vur gitsin
Nasılsa dinmeyecek resen hicran talazı.
Ben ki; nice zamandır kendimden bîhaberken,
Yangınlarda çırpındım depremle beraberken!
Depremle beraberken sükût neye alâmet,
Gök kubbem sarsılırken çığlık yüklü besteden?
Tufanları dökünüp kuşandığım kıyamet
Zaten mührünü vurdu işmarlı bercesteden!
Sen ki; tül kanadıyla gökleri sermest eden
Gözümün nuru hûma sükût neye alâmet?
Ben ki; kendi ömrümle ladese tutuşandım,
Vuslatım Mahşer diye kıyameti kuşandım!...
*
Ferhat bitirdiği şiiri üst üste üç kez sesli olarak okudu. Gözleri dolmuştu. Şiirin bitmesi ile derin bir boşluğun içine düştüğünü hissetti. Çok şey yapmak istiyor elinden bir şey gelmiyordu. Derin düşüncelere kapılmışken çalan telefon sesiyle irkildi. Arayan eczacı Nesrin hanımdı. Aylardır eski çalışma düzenini mumla aratan doktor için endişelenmişti. Ferhat’ın ağlamaklı sesinden ters giden bir şey olduğunu anladı, Konuşmasının sonunda:
-Müsaitseniz sizi ziyarete gelecektim! dedi. Ferhat için uygun bir zaman olmasa da:
-Memnun olurum dedi.
Nesrin hanım, Ferhat’ı hiç böyle görmemişti, elinde olmayarak:
-Doktor bey size ne olmuş böyle? diye sordu. Ferhat:
-Çalışma şevkim kırıldı sadece... Hepsi bu... diyerek geçiştirmek istedi. Nesrin hanım da çok üzgün görünüyordu:
-Ne oluyor böyle ya! diye hayretini dile getirdi. Sevdiklerim birer birer gözümün önünde yıkılıyor... Doktor bey problem nedir? Eczacının sorusundan kurtulmak isteyen Ferhat:
-İzninizle bir çay yapayım. dedi. Nesrin hanım itiraz etti:
-Bu halde mi? Dünyada olmaz... Lütfen başınızdaki belâ neyse benimle paylaşın!
-Çay yapmama izin verin, sizin sayenizde ben de bir bardak çay içmiş olayım. diyerek ayağa kalktı.
Ferhat’ın mutfakta olduğu sırada muayenehaneyi gözde geçiren Nesrin hanımın gözüne masanın üzerindeki şiir takıldı. Ayağa kalkarak masaya eğilip şiiri okumaya başladı. Şiirin yarısındayken içeri gelen Ferhat’a:
-Siz şiir de mi yazıyorsunuz? diye sordu. Ferhat sitemkâr sesiyle:
-Elinden başka bir şey geliyor mu diye sorsana! yanıtıyla çaresizliğini vurguladı. Dünyanın hali bu işte... Kimi sevgilisine sarılıyor, kimi de kaleme!
-Ne demek bu şimdi? Size kim hayır diyebilir ki...
-Bu sizin fikriniz eczacı hanım. Belki sizin ve hastaların gözünde değerim vardır ama bazıları için ben hiçbir şey ifade etmiyorum. Bu konuyu kapatalım lütfen. Siz nasılsınız, işleriniz nasıl? Sahi Musa nasıl, hiç ilgilenemedim.
Nesrin hanımın konuyu kapatmaya niyetli görünmüyordu:
-İlgilenilmesi gereken biri varsa o da Musa değil sizsiniz doktor bey! Siz kendi halinizi beğeniyor musunuz. Sizin bu haliniz hergün kaç hastanın tedavi şansını kaybetmesi demektir hiç düşündünüz mü? Bir doktorun sadece kendisi için yaşamaya veya kendisini kapıp koyvermeye hakkı yoktur. Siz doktor olmasaydınız sizin yerinize doktor olma şansını yakalayacak olan birisi belki de sizin gibi davranmayacaktı, bunu hiç düşündümüz mü? Sorun neyse bilmek istiyorum! Yoksa bana güvenmiyor musunuz? Güvenmiyorsanız açıkça söyleyin hemen kalkıp gideyim. Çayınızı da kendi başınıza için!
Nesrin hanım, tuttuğunu koparan tavrıyla Ferhat’ı köşeye sıkıştırmıştı. Ferhat umutsuz bir sesle:
-Benim elimden hiçbir şey gelmiyor siz ne yapabilirsiniz eczacı hanım dedi. Nesrin hanım:
-Siz öyle sanmaya devam edin dedi. Bazan kaba gücün, siyasetin veya paranın halledemediği bir şeyi bir selam veya bir tebessüm halledebilir yeter ki gönülden olsun. Sorun nedir? Bir de soruyorum... Aşk ve ayrılık tabi yoksa bu şiir nasıl yazılırdı? Bana güveniyorsanız söyleyeceksiniz. Kim bu kız?
-Elinizden bir şey geleceğine inansam, sizi ateşe atmayacağıma inansam emin olunuz ki söylerdim; ancak sizin de elinizden hiçbir şey gelmez, lütfen üstelemeyin!
-Orası benim bileceğim bir iş. Size kim diye soruyorum. Söyle kim?
-Günah benden gitti o zaman siz bilirsiniz...
-Hemen söyle, şimdi!...
-Zernişan! Semih beyin kızı Zernişan...
-!...
Nesrin hanım yüzü bir anda soldu! Sesi soluğu kesildi. Mutfağa giden Ferhat iki bardak çayla geri döndüğünde Nesrin hanım ağlıyordu! Ferhat’ın uzattığı çayı almadı. Ferhat:
-Ne oldu? diye sordu. Hani elinizden çok şey gelirdi. Selamınıza, tebessümünüze ne oldu? Niye nutkunuz tutuldu böyle! Konuşun haydi, şimdi siz konuşun. Çayınızı alın lütfen.
Çantasından çıkardığı mendille gözlerini silen Nesrin hanım:
-Çayın yerine ben zehir içeyim, zıkkım içeyim! Resmen öldürdün beni!
-Ne oldu peki, biraz önce Demirköy bülbülleri gibi ötüyordunuz ya! Uzun bir iç hesaplaşmadan sonra başını ağır ağır kaldıran Nesrin hanım, Ferhat’ın gözlerine acıyarak baktı:
-Leyla hanım beni sıkı sıkıya tembihledi ama bu şartlarda söylemek zorundayım. Zorundayım da söylemeye dilim nasıl varacak onu bilemiyorum!
-Eczacı hanım, Zernişan’ın nerede olduğunu biliyor musunuz yoksa?
-Keşke bilmez olsaydım da sana söylemek zorunda kalmasaydım. Keşke ben değil de başkası söyleseydi, ama benden başka da kimse söyleyemez ki...
Ayağa kalkan Ferhat emredici bir ses tonuyla:
-Nesrin hanım Zernişan’ıma ne oldu? diye sordu. Hemen şimdi söyle! Ne oldu? Nesrin hanım yutkunurak zorlukla soruyu yanıtladı:
-Zernişan’ı dün gördüm! dedi. Şu an anneannesinde. Zernişan’dan geriye sadece Z harfi kalmış!...
(Sekizinci Bölümün Sonu...)
YORUMLAR
Sevgili Üstadım yorumlarınız dan bizleri mahrum bıraktınız.O güzel sözlerinizle beslediğiniz yürek ağacımızı susuz bıraktınız.İçimizi ısıtan o sıcacık ışığınızı bize de yönlendirin..Şimdi bu eller kış kıyamet. Üstadım Yazılarınızın ve şiirlerinizin takipçisiyim.Zaten onlarla avutuyoruz kendimizi. Allah sağlık ve mutluluk versin sizleri ve tüm dostları yanımızdan eksik etmesin.Selam ve saygılarımla.Allah'a emanet olun.
Müstesna insan saygıdeğer Dr İrfan Yılmaz hocam Rabbimiz sizden razı olsun,o ummani derya akademik gönlünüzden yazılan Zernişan hikayesinin 8 bölümünü okuma hazzı yaşattığınız için sonsuz teşekkür eder o ilahi aşk dolu güzel yüreğini sanatı sanat gibi işleyen kudretli kalemini ve her zaman bize ilham kaynağı olan değeli eserinizi yürekten kutlarım ,Rabbim başarılaınızın üstüne başarılar eklesin,o kudretli kaleminiz daim olsun ,hikaye ve şiir harika Allah devamıını daim eylesin
her şeyin gönlünüzce güzel olması dileğimle yeni yılınızı candan tebrik eder sağlık esenlik mutluluk ve huzur yılı olmasını Rabbimizden niyaz ederim
kalbi selam ve saygılarımla hürmetlerimi sunarım Allaha emanet olun duam ile