- 739 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Küçüktük, Dokunulmazlık Vardı...
Küçüktük, dokunulmazlık vardı… Emeklerdik ama dünya yasaktı.
Hayata gözlerimi açtım, uzun yıllar önce. Karşımda ilk gördüğüm annemin suratı. - Yıllar boyunca onun da benim de çizgilerimiz değişti. Her adımda yeni bir çizgi eklendi. - Oyun hamuru misali dümdüz ve şekil alabilirdim o zamanlar. Merak ederdim ya her şeyi, görmek, ellemek, tatmak için alev alev yanardı arzum. Bebektim ya nerden hatırlayayım değil mi? Hatırlamıyorum oysa, biliyorum. Elimi attığım her şey yasaktı, cıstı, nandı… Öğrenmek istediğim her şey tehlikeliydi, zararlıydı, kakaydı… O zamanlar bilincim yerinde olsaydı, sanırım şöyle derdim aileme “ Eğer hiçbir şey öğrenemeyeceksem, bu dünya neden var, ya da madem bu dünya bu kadar tehlikeli o zaman ben neden varım?” Diyemedim tabii ki… Bebektim ya nasıl olsa, bir ağlar bir susar, cıslara hasretle bakar bir tavır… Bir musibet bin nasihattan iyiydi oysa, bin nasihat bir musibeti engelleyebildi mi? Yasaklarla o zaman tanışıyormuşuz meğer, ama “yasak” kavramıyla çok sonraları dolup taşıyormuşuz. Her şey yasaktı ve dokunamazdık… Dokunmak büyük günahtı… Dokunulmazlık vardı…
Biraz büyüdüm sonra… Ne olduğumu öğrenmeye başladım. Halbuki kızları ve erkekleri birbirinden ayırt etmek için renklerin yeterli olduğunu sanırdım. Pembeydi ya tulumlarım benim, karşı cinsi ilk maviyle bildim. Pembeler bebek oynardı, maviler araba… Pembeler etek giyerdi, maviler pantolon… Pembeler ağlardı, maviler ağlatır… Pembeler anne olurdu, maviler baba… Buydu hayatın anlamı. Tarafını seçtirmeleri yeterdi. Pembe misin, mavi mi…? Pembe maviye, mavi pembeye özenmeye görsün; baş ve işaret parmaklarıyla kulak memesi okşanır, dudaklar büzüşür “muck” sesi çıkarılır ve ritüel, özellikle tahta olması gereken yere parmak kemiklerinin üç kere çarpmasıyla son bulurdu, dudaklardan “Allah Korusun” sözleri dökülürken. Ve herkes tarafını seçmeli, bilmeliydi… Pembe misin, mavi mi…? Taraflarımızı da seçtik ama dokunulmazlık yine kalkmadı. Bir bebeğin cinsel kimliğini keşfedişine tanık oldunuz mu hiç? Büyük ihtimalle olmadınız, çünkü bu da cıstı, nandı bir de artısı var, ayıptı…
Biraz daha büyüdüm sonra, pembeydim hala… Maviler ise her yerdeydiler, pembelerin olduğu. Engellenmiş cinsellik keşfetmesinin ardından; pembelerin mavileri, mavilerin pembeleri merak etme süreci başladı. Oysa sıralamada önce kendisi olmalıydı. Ama unuttum evet, dokunulmazlık vardı, kendine de olsa dokunmak yasaktı… Pembeler ip atlardı, maviler eteklerin altına bakardı. Pembelerin suratı da pembeleşirdi ama yine de maviler hep olmalıydı. Maviler doktor olurdu, pembeler hasta… Kendi yarım kalmış keşif gezilerinin üzerine, karşı yarım kalmış keşif gezileri de eklendi böylece. İki yarım bir tam eder mi? Hayır her zaman değil. İki yarım bazen, bir yarımdan bile yarımdır... O zamanlar kimse bilmezdi, ama yarım kalmak aslında geleceği çizerdi…
Büyümenin sonu yok, biraz daha büyüdüm. Bu sefer iki düşman hattı sunuldu hayata. Pembelerle maviler karşı karşıya… En azından küçükken, bilmesek de yan yana durabilirdik oysa. Artık bir pembe bir mavinin yanında olmamalıydı, kendini ona sunmamalıydı. Cıstı, nandı, yasaktı, üstüne üstlük gerçekten büyük günahtı… Pembeler mavileri, maviler pembeleri sadece hayal ederdi, uzaktan izler, özlerdi. Hele bir de bir mavi bir pembeye yaklaşsın, toplumun şamarının rengi mordu… Birbirlerine dokunamayan maviler ve pembeler, kendilerine dokunmak, geç de olsa kendilerini tanımak sevdasına düşerlerdi. Ama dokunulmazlık hep vardı, kendine de olsa dokunmak yasaktı… Ergen ruhlar ya; yasaklar, cıslar, nanlar tüm hücrelerde arzulanırdı, sonunda yanlış bir şey yapmış olduğunu düşünmenin ağırlı da olmasa… Kapalı kapılar ardında, suçluluk kırmızıya boyardı pembe ve mavileri… Kapıyı açarsan, mor, açmazsan kırmızı… Ne pembe pembeliğini bilirdi, ne mavi maviliğini…
Sonra yine büyüdüm, yine pembeydim… Pembeler pembeliklerinde maviyi isterdi, maviler maviliklerinde pembeyi. Eğer ruh biraz da özgürse, tüm yarımlar bir araya gelip, bütünü oluşturabilirdi işte. Kendini bilmeyen pembeler, kendini bilmeyen mavilerde pembeliklerini öğrenirlerdi, maviler ise tam tersi… Mavilik ve pembelik acemi yasak dokunuşlarda kaldı… Hani hayatında hiçbir oyuncağı olmayan çocukları, oyuncaklarla dolu bir odaya koyarsınız da, delicesine hepsiyle oynamak, hepsine karışmak ister ya, böyleydi pembelerin mavilerle dansı da… O ana kadar bastırılmış tüm arzuların oyuncağıydı renkler. Halbuki dokunulmazlık, dokundurtmazlık hep vardı, nandı, cıstı, günahtı… Ama artık buna hapsolacak ruhların yerini arzular aldı. Arzuların yerini acemilik, acemiliğin yerini, suçluluk, suçluluğun yerini doyumsuzluk… Hepsinin yeri ayrıydı, hepsinin tadı damakta…
Büyüdüm, çok büyüdüm… Öğrendim… Hayatın yarısı pembeydi, yarısı mavi. Pembe maviye karışamazdı, mavi pembeye. Ama aslında pembe maviden ayrılamazdı, mavi pembeden.
Küçüktük, dokunulmazlık vardı… Emeklerdik ama dünya yasaktı… Her şey o vazoya dokunamamakla başladı…
G.O.P / 02.01.2012