- 1205 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Siz.Aşk nedir Bilmezsiniz.
Bir kervan halin de geçiyor önümden bildiğim Aşklar.
Yusuf ile Züleyha. Tahir ile Zühre ,Leyla ile Mecnun.Ferhat ile Şirin vesaire ,vesaire.
Sonra içimden Aşk’ı tarif etmek geçiyor. Aşk işte Her ağızdan aynı şekilde çıkıyor
Olmasına rağmen her yürekten aynı yansımayan. Aşk.
Ben hiç âşık oldum mu acaba. Bunu demeden geçemiyorum. İlk aşkımın Papatya şeklinde bir
Kokulu silgi olduğunu yazsam gülersiniz değil mi?
**İlkokul Üçüncü sınıftaydım. Yazın güneşte kışın ayazda yanan yüzünden utanan.
Başı yerde “yaşına nispetle çok olgun” dediklerini sık sık duyduğum bir Çocuktum.
Ekseri Kömür toplamaktan ve ayazdan kararan ellerim yoksulluğumun
Vesikası gibiydi. Komşu eskileriyle okuma güçlüğünden olsa gerek.
Türkü söylemediğinde sesi çıkmayan bir küçük zavallıydım. Sabah namazlarına giderken
Babamın beni de yanına alması dışında Kendimi değerli hissettiğim bir an bile yoktu desem yalan olmaz.
Bir tek o zamanlar kendimi Bir şey zannederdim. Ne zannettiğimi hala bilmiyorum ama O zaman Bir şeydim işte.
Biz namazdan çıkarken; Gün yeni yeni ağarırdı. Bir ayağı sakat olduğu için yavaş ötesi yürüyen babamla beraber
Yürümenin tek kolayı vardı. Dükkân vitrinlerine bakmak
Ve büyüyünce neler alacağımı tespit etmek. Yeni düzenlenmiş bir vitrin görmek. Süleyman’ın hazinelerine, Kavuşmak kadar önemliydi benim için.
En çok işaretlediklerim arasında. Büyüyünce alacağım. ÖZCAN çikleti, Mavi ışıltılı duruşuyla beni verem eder üzerindeki minnacık yıldızlarda boğulurdum çoğu zaman.
Çikletten sonra alacağım Bir kalemtıraş birde Horozlu şeker vardı. Onları almak için koskoca bir serveti olmalıydı insanın. Ya da
Benim babamdan başka bir babası. Bu babamın kötülüğünden değil. Sadece Yoksul ve çaresiz olmasındandı bundan emindim.
Yine bir sabah camiden dönerken. Vitrinlere bakıyordum. Bakın yine heyecanlandım elim ayağım titriyor. Hatta sevgilimi anlatacak söz bulamıyorum.
Biri Kırmızı olmak üzere üç beş kurşun kalemin arasında Yeşil bir kadife üzerindeydi. Papatya şeklinde, avucumun ayası kadar. Rengârenk bir silgi. Gök kuşağında gördüğüm renklerin; Üzerine birer milimetre dairesel yuvarlaklarla işlendiği Bu Müthiş varlığın ortasında bir güneş, bana bilmediğim bir lisanla. Sen ne kadar şirin şeysin demişti sanki.
Ne olduysa işte o zaman oldu. Önce üzerimde korkunç bir ağırlık hissettim. Yüzümün utandığım zamanki gibi uyuşmasından
Pembeleştiğim ya da kızardığım kanaatine kapılıp yüzümü yere eğdim. Onun karşısında belli edemezdim halimi. Sonra çevreden
bir gören olurdu nasıl izah ederdim. Hem babam hissederse ya. Aman Allahım. Gitmek istiyorum ayaklarım işlemiyor.Kalmak istiyorum gücüm yok ona bakmaya.
Babamın
-Hadi guzum. Diyişiyle bir hipnozdan çıkmış başka bir hipnoza girmiştim. Eve geldik. İçeri girmek istemedim. Hemen Ahıra girdim.
Hiç sevmezdim İnekleri. Sabah erkenden uyanır Altlarını süpürür mayıslarını döker. Birazdan sağmaya gelecek anneme ön hazırlık yapardım. Zaten “sefağıl” denilen süpürgeyle aynı yaş ve kilodaydık. Tam bitirdiğimde; Başlardılar kirletmeye."Beğenmedik yeniden süpür"der gibi,
*İstisnasız hep aynı şeyi yapardılar. Yine öyle oldu. BOZO dediğimiz beyaz bir ineğimiz vardı Temizlik biter bitmez başlayınca.
-Allah belanı versin diyerek bunun kalçasına bir tokat yapıştırdım. İnek sanki kelebek konmuş gibi döndü bir baktı öyle umarsızdı ki
Hiddetle yanına gidip yüzünü yumruklamak istedim. İki ineğin arasından geçtim hala bana bakıyordu. Çakılıp kaldım yerimde. Gözleri evet gözleri
Ne kadar silgiye benziyordu. Çok muazzam bir daire ve içinde silgi kadar olmasa da hoş renkler. Bir an duraksadım Büyülenmiş gibiydim
Sarılıp boynuna ne kadar öptüğümü bilmiyorum Gözlerini.
Annem gelip inekleri sağmaya başladığında son bir kez daha öpüp koşarak Gazete ve kırtasiye satan Hasan amcanın dükkânını önüne dikildim.
Dünyanın en önemli şeyi orada yatıyordu ve kimse bunun farkında değildi. Dükkânla kıyasladım minik. Minnacık bir şey. Hasan amcada umursuz. Ve o güzelliğin farkında da değildi. Hem annem eve gelen dilencilere bir şey verdiğinde.
-Anne biz yoksuluz neden veriyorsun. Derdim. O da bana
-Oğlum isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara. Derdi.
*Ben kimsenin yüzünde bir karalık görmesem de şunu anlıyordum ki vermeyen kararmaktan korktuğu için vermek zorunda. Hım mm zor olan istemekti ve çok haklıydılar. Saatlerdir dolanıp durduğum kapıdan
Her taarruzumu "ya döverse" diyen iç sesim beni bozguna uğratıyor tüm manevi gücümü kırıyordu.
Hasan amcanın yüzüne baktım. Işıl ışıldı tertemiz tıraşı kalın gözlüklerinin siyan çerçevesi ardından Nur gibi parlıyordu. Nur kim onu da bilmem de Babam öyle derdi güzel bir yüz görünce.
Tüm cesaretimi topladım
Önce ayaklarımdaki mayıs’ı (Hayvan dışkısı) yıkadım kendime bir çeki düzen verdim. İçeri girdim. Yeni gelen gazeteleri düzenlerken
Kısık bir bakış attı yüzüme işine devam etti.
-Hasan amca şeyyyyy…….
YORUMLAR
Yazınız beni oldukça duygulandırdı . gerçi benim de öyle güzel silgim olmadı. Öyle güzelliklere
benim olmayacağını bildiğim için bakamazdım bile. Bizde dam işleriyle annem ve babam ilgilenirdi.
Biz damın ufak penceresinden ineğin nasıl sağıldığına bakarken , babam bize kendi uydurduğu
bir şarkıyı söylerdi : annem inek sağıyor/saçı yere değiyor/annemin de iki kızı var/ birbirini döğüyor
biz kardeşimle itiş kakış küçük pencereden bakarken babam bize gülümserdi.
sizin öykünüzle hemen hemen aynı değil mi? aynı yaşam biçimleri..
sizi kutluyorum , çok etkilendim. Selâm ve saygılarımla..
yeğinadnan
:).İnanın bire bir hissettim hissettiklerinizi.Zaten Bizler biziz.Hepimiz.Sadece anlamak ve anlaşılmak ihtiyacındayız.O da nasip olur dilerim.Hoş sefa geldiniz.Şeref duydum.
glenay
öykülerde de kişiler istemese bile ele veriyor kimliğini.
Buraya yazmak amaçlarımızdan biri de izi anlayan birilerinin çıkması değil mi? hoşbulduk diyorum, teşekkürler..