BİR SINIF DENEYİMİ!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BİR SINIF DENEYİMİ! Öğr. Gör. ALİ TÜRER
Sivas’ta eğitim fakültesinde çalışırken, bir iki öğrencim odama gelip “Sınıf Yönetimi” Dersi ile ilgili bir ödev için benden öğretmenlik yaşamımda başımdan geçen bir sınıf deneyimimi anlatmamı istediklerinde, ilk aklıma gelen Balıkesir Ziraat Bankası Fen Lisesinde Türk Edebiyatı Öğretmeni olarak görev yaparken yaşadığım bir anım oldu.
Fen Lisesinin hazırlık sınıflarından birinin sınıf rehber öğretmenliği bana verilmişti. Her zaman olduğu gibi LGS’den en yüksek puanı alan öğrencilerden zeki, hareketli bir grup ile karşı karşıya olduğumu biliyordum. Dönemin başında çocuklar nasıl bir oturma düzeni almaları gerektiğini sorduklarında, kulağı ağır işiten, görme zorluğu çekenlerin ön sıralara gelmelerini, diğer öğrencilerin istediği arkadaşıyla, istediği yerde oturabileceğini söyledim. Önemli olan sağlıklı ders işlenecek bir ortamın oluşması idi. Bunu tehdit eden bir gelişme olursa ancak o zaman müdahale edecektim. Öğrenciler kendilerine göre bir oturma düzeni aldılar.
Aynı sınıfı okuttuğumuz İngilizce öğretmeni, aramıza yeni katılan genç bir arkadaştı. Fakat ben bu sınıfın haftada 4 saat dersine girerken; o haftada en az 12 saat birlikte oluyordu. Bu nedenle olacak, kendinde hak gördü, bir hafta sonra sıraları “U” biçiminde yeniden düzenledi. Gerçektende bu oturuş düzeni karşılıklı-yoğun bir etkileşim isteyen İngilizce dersi için uygun bir düzenleme idi. Ancak bir dezavantajı vardı. “U” düzeninde aynı anda bütün öğrenciler yüz yüze iletişim halinde olabildiği için, sınıfta bir öğrencinin başlattığı bir hareket bütün sınıfa anında yayılabiliyordu. Dolayısı ile öğretmenin sınıf hâkimiyetini sağlaması diğer oturma düzenine göre daha zordu. Öğretmenimiz henüz deneyimsiz olduğu için giderek sınıfa olan hâkimiyetini yitirmeye başladı. Ben topu topu haftada dört saat derslerine giriyordum. İngilizce dersinde edindikleri alışkanlıkları Türkçe dersinde bertaraf etmekte giderek zorlanmaya başlamıştım. Zaman geliyor ders işlenemez hale geliyordu.
Özellikle, disipline gelmeyen, her yerde her zaman canının istediği gibi hareket edebileceğini düşünen, lafını esirgemeyen Burcu isimli bir kız öğrencim sınıf içinde ciddi bir sorun haline gelmeye başlamıştı. Şımarıkça, ukalalığa varan davranışları, öğretmeni bozmaya dönük soruları, cevapları ile ders akışını, sınıfın ruh halini ciddi bir biçimde olumsuz etkiliyordu. Derste bir okuma parçasını okumasını istesem. “Bu gün canım istemiyor, okumayacağım.” karşılığını alıyordum. Bir başka gün sınıfa zil çaldıktan 10 dakika sonra geliyor;“Nerde kaldın?” soruma son derece rahat bir biçimde “Arkadaşlarla kantinde laflıyorduk.” diye cevap veriyordu.
Birkaç hafta sabrettim. Başta Burcu ve benzer birkaç öğrenci olmak üzere öğrencilerin özelliklerini yakından tanımaya çalıştım. Burcu’nun ailesi ile konuştum. Onlar da, çocuklarına hâkim olamadıklarından şikâyetçilerdi. Bunu fark edince, onlara yakında gerekli tedbirleri alacağımı, öğrencinin benden şikâyetlerinin artabileceğini, pirim vermemelerini, duymazdan gelmelerini istedim. Onların desteğini aldım. Bir yandan da İngilizce öğretmenini izliyordum. İngilizce öğretmeni de durumdan rahatsız olduğunu artık gizlemiyordu. Birkaç hafta sonra, yanına gittim; konuyu açtım. Çaresizliğini dile getirmeye başladı. O zaman “U” şeklindeki oturma düzenini değiştirmeden, grubu dağıtmadan sonuç alınamayacağına onu ikna ettim. Bazı sorunlu öğrencilerin özelliklerini tartıştık; bu öğrenciler için alınabilecek tedbirler hakkında görüş alışverişinde bulunduk. Kendisine, merak etmemesini, sorunun haftaya rehberlik dersinde çözüleceğini söyledim. O da rahatladı.
Sonra öğrencilere sorunu açtım. Dönem başında, dersin sağlıklı işlenmesini güvence altına alacak bir ortamın sürdürülmesi koşulu ile onları oturma düzeninde serbest bıraktığımı hatırlattım. Ancak kendi içlerinde oto kontrolü sağlamak bir yana dersi işlenemez hale getirmişlerdi. Kendilerini yönetmekte acze düşmüşlerdi. Onlara “Siz kendinizi yönetemezseniz, sizi yönetecek birileri mutlaka çıkar” dedim. Kendilerine verdiğim şansı değerlendiremediklerini, sınıfın ders yapılamaz duruma geldiğini; haftaya rehberlik dersinde sıraları arka arkaya gelecek şekilde iki duvar boyunca karşılıklı iki sıra halinde dizmelerini ve beni beklemelerini söyledim. Herkesin söylediğim yere oturacağını, hiçbir itirazı kabul etmeyeceğimi, buna kendilerini hazırlamalarını istedim. Bunu beklemiyorlardı. Önce şok oldular. Fakat haksız olduklarını da biliyorlardı, Bundan geriye dönüş olamayacağını çabuk anladılar.
Eve gittim. Bilgisayar ortamında sınıf düzenini oluşturup, öğrencileri özelliklerine göre sıralara yerleştirdim. Burcu gibi sorun yaratan birkaç öğrenciyi en ön sıralara oturttum etraflarına sessiz öğrencileri yerleştirdim. Sınıftaki şamatacı grubu böylece dağıttım.
Bir sonraki rehberlik dersinde sınıfa girdiğimde sıralar istediğim gibi dizilmişti. Sınıfta “çıt” çıkmıyordu. “İsmini okuduğum öğrenci gösterdiğim yere otursun” dedim. İsim isim okudum, öğrencileri yerleştirdim. Sınıfta hala çıt çıkmıyordu. Ne olduklarını anlamamışlar; şaşırmışlardı. Ama bu çok sürmedi. Kısa bir süre sonra hep bir ağızdan isyan etmeye başladılar. Bunu onlara yapamayacağımı, bunun diktatörlük olduğunu söylüyorlardı. Kararlı davrandım, uygulamadan en küçük bir taviz vermedim. Ama diğer yandan haksız olduklarını da biliyorlardı. Bir iki hafta daha isyanları devam etti. Ancak sorun da çözüldü. Baktım, İngilizce öğretmeni de yeni durumdan memnundu.
Bu arada Burcu’yu fırsatını bulup bir köşeye çektim. Çok zeki olduğu halde derse katılmıyor. Sorulara cevap vermiyordu. Sanki Türkçe adına sınıfta yapılan her şeyi küçümser bir tavrı vardı. Zaten o her şeyi, herkesten daha iyi biliyordu. Gerçekten de, ilk sınavda sınıfta en yüksek notu alanlardan biriydi. Ona uygun bir dille, bu okulda bu şımarıkça davranışlarını sürdürürse ileri sınıflarda başının çok büyük derde gireceğini; öğretmenlerinin kaprislerini benim karşıladığım gibi karşılamayacaklarını sakin bir şekilde anlattım. Bir de bu davranışını değiştirmediği sürece bundan böyle onunla hiç ilgilenmeyeceğimi, laf atmayacağımı, sınıfta o yokmuş gibi davranacağımı; o kendisi isteyinceye kadar ne bir soru soracağımı ne de okuma parçası okutacağımı söyledim. Çünkü, aslında onunla daha fazla ilgilenmemi, onunla daha fazla uğraşmamı istediği için bu davranışları gösterdiğinin farkına varmıştım. Benimle bir çeşit oyun oynuyor, inatlaşıyor, benlik kavgasına giriyordu. Oyunu onun istediği biçimde oynamamaya kararlıydım.
Artık, sınıfta o yokmuş gibi davranıyordum. Ona ne bir laf atıyor, ondan ne bir şey istiyordum. Burcu önce ne yapacağını şaşırdı. Onunla sürekli uğraşan, onun sürekli uğraştığı öğretmen gitmiş bambaşka bir öğretmen gelmişti. Umursamazlığım, onu yok saymam ona bir çeşit ikincil ceza haline gelmişti. İlk iki hafta herkes bir şeyler yapar, sorar, tartışırken Burcu yerinde kös kös oturdu. Fakat artık gündemde değildi. Kimse onun ne yaptığı ile eskisi gibi ilgilenmiyordu. Çok sürmedi bu konuşmadan 2-3 hafta sonra Burcu’nun tavrı yavaş yavaş değişmeye başladı. Artık Burcu tartışmalara çaktırmadan katılmaya başlamıştı; sorulara cevap vermek istediğini belli ediyordu. O zaman hiçbir şey olmamış, onunla hiç tartışmamış, sürtüşmemiş gibi attığı olumlu adımlara uygun karşılıklar veriyordum. Verdiğim ikincil cezayı ortamdan çekiyor, yani bir çeşit olumsuz pekiştireç veriyordum. Bir yandan da davranışına karşılık düşen küçük kontrollü olumlu pekiştireçler vermeye başladım. Böyle iki üç hafta daha geçti; artık Burcu’da diğer arkadaşları gibi derse katılır hale gelmişti.
Bu deneyimden ben kendi payıma şu dersi çıkardım. Bizim önümüze öğrenci, problemi ile gelir. Bizim, öğrencinin sınıfa nasıl geleceğini belirleme şansımız yoktur. Problemi görmezden gelemeyiz, yok sayamayız; problemden kaçamayız. Öğretmen isek öğrencinin problemi ile yüzleşmesi, kendini tanıması, kendisi ile ve çevresi ile barışması, bireysel çalışma disiplini, eleştirel düşünme alışkanlığı, benlik kavramı geliştirebilmesi için elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Öğretmen öğrenci ile ilgili bir karar verirken acele etmemeli; koşulların olgunlaşmasını beklemeli. Öğrencinin neden öyle davrandığını anlamaya çalışmalı; onu dinlemeyi bilmeli; öğrencinin özel yaşantısını, aile yaşantısını göz önünde tutmalı; ailenin desteğini almaya çalışmalı; benzer sorunları yaşayan öğretmen arkadaşları ile görüş alışverişinde bulunmalı. Karar verdikten sonra ise, uygulamada kararlı olmalı; ilkelerinden taviz vermemeli. Öğretmenler öğrenciye nasıl yaklaşacaklarını, öğrenci ile doğru ilişkiyi nasıl kuracaklarını, olabildiğince esnek davranırken ilkelerine nasıl bağlı kalabileceklerini belirlerken pekala “çoklu zeka”larını işe koşabilirler.