- 941 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Herif seni çarpmışlar!..."
Hayatta üç şeyden korkarım:
Allah’tan.
Avrattan.
Elektrikten.
Çünkü üçü de çarpar, insanoğlunu.
Size tavsiyem siz de benim gibi Allah’tan, avrattan ve elektrikten korkun.
Bu dünyada Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmeyenler şunu hiçbir zaman unutmasınlar: Herkes öbür dünyada bir gün hesaba çekilecek. Çizgiden çıkanlar Cehennem’deki Zebaniler tarafından ellerindeki kızgın tokmaklarla çarpılacaklar. Veya bu dünya da Şeytanlar tarafından çarpılacaklar. Bazı insanların ağzının ve gözünün yamulduğunu görürsünüz ve bu insanları “Şeytan çarpmış “derler.
Avrat kelimesi belki biraz argo kaçtı ama kusuruma bakmayın. Eğer avrat ile uyumlu bir hayat geçirmezseniz; o da insanı aynı Cin çarpmış gibi çarpar. Bu yüzden siz siz olun avrattan benim korktuğum gibi korkun.
Üçüncü korktuğum şey ise elektrik.
İster inanın ister inanmayın; ben elektrikten çok korkarım. Evimdeki elektrik düğlerinde, sigortalarda, prizlerde bir arıza olsa kesinkes ben yapmam. Ya eşim tamir eder ya da elektrikçiyi çağırırım ona yaptırırım. Çünkü elektriğe kuralınca dokunmazsan seni Şeytan çarpar gibi çarpar ve feleğini şaşırırsın.
Aslında ben size bu çarpılmalardan bahsetmeyeceğim.
Gerçek çarpılma hayat hikâyelerini anlatacağım.
Sonra da size bir soru soracağım ve diyeceğim ki:
“Siz hiç çarpıldınız mı?”
Anlatacağım gerçek çarpılma hayat hikâyelerinden farklı bir şekilde çarpılanlar varsa; bana yazsın. Bu konuda bir kitap yazmayı düşünüyorum. Çarpılma hikâyelerini anlatayım da başkaları da benzer bir şekilde yolunmasın. Amacım kitap yazıp para kazanmak değil. Bilakis insanoğluna faydalı olmak.
Hani televizyonun birinde bir “Teyo Pehlivan” var ya; işte ben de “Teyo Pehlivan” gibi “Valla billâh ben de yalan filan yok.” diyorum, çarpılma hikâyelerine başlıyorum.
Kasım ayının ilk akşamı Alaca’daki evimizde Ağabeyim Arslan Bilgili’nin kızı Ülkü’nün nişan merasimi vardı. Erkekler ahşap evimizin üstünde, bayanlarda alt kattaki odalarda toplandı. Yapılan yüzük töreni sadece akrabalar arasında olduğundan, gerek oğlan gerekse kız tarafı fazla insan çağırmamıştı.
Oğlan evi henüz gelmemişti. Bizler Emmioğlu, Arslan ağabeyim, kaynı Şahin ve bacanağı İrfan bey olmak üzere dört kişi, yanan sobalı odada koyu bir sohbete daldık.
İlk sözü Emmioğlu aldı.
“Yahu Şükrü” dedi, “geçen hafta Orhan Emminin kızının Sincan’daki düğününden sonra başıma bir iş geldi “
Ben hemen merak edip:
“Emmioğlu, bir gün önce kına gecesinde beraberdik. O gece mi oldu yoksa ertesi gün düğün salonu vardı; orada mı oldu? Ben düğün salonuna gelememiştim.” dedim.
“Doğru Şükrü, seni salonda görememiştim.”dedi Emmioğlu, başladı anlatmaya:
“Yeğenim, düğün salonunda çalgı aletlerinin gürültüsünden kafam gözüm şişmişti. Orhan emmin de Keçiören’deki evine gidince ‘Ben de Alaca’ya gideyim’ deyip, yola çıktım. Bir kaç kişiye ‘Aşti’ye (Ankara otogara) gitmek için hangi minibüslere bineyim’ diye sordum.
Sağ olsunlar birkaç kişinin yardımı ile minibüslerin kalktığı yeri buldum. Minibüse binip Aşti’ye geldim. Alaca Lider’den biletimi aldım. Saate baktım 15,30. Otobüsün kalkmasına bir iki saat vardı. Biraz dinleneyim diye Lider Otobüslerin kalktığı perona elli metre uzaklıktaki bir banka oturdum.” dedi, yeğenim Tosun’dan bir bardak su istedi.
Yeğenim Tosun, Yusuf kardeşimin oğlu idi. Rahmetli Babam ilk torun Yasin’den sonra hiç erkek torunu olmamıştı. Yasin’e de Satılmış ağabeyimin kayın pederi Sayıt emmi “Yasin-Tosin” diye severdi. Böylece evimizin ilk tosunu aslında Yasin’di.
Yasin Tosun’dan sonra hep kız torunları dünyaya gelince babam “Anlaşıldı bizim eve artık erkek bir tosun gelmeyecek, gelinler hep kız doğuruyor. Ahırdaki inekler de hep tosun doğuruyor.” demişti.
Rahmetli Babam erkek toruna çok meraklıydı. Arslan ağabeyimin dört kızı, benim üç kızım Satılmış ağabeyimin bir kızı , Yusuf’unda üç kızı olunca; iyice erkek torundan dolayı umudu kesmişti. Mahallenin camisine her vakit namaz kılmak için gittiğinde cebine şeker koyar, yolda oynayan erkek çocuklara dağıtır, “benimde bir erkek torunum olsun” diye dua ederdi.
Sonun da işte Yusuf kardeşimin bir oğlu oldu. Bizler adını babamın ismi olan İsmail’i koyduk ama babam ölene kadar torunu İsmail’e “Tosun” dedi. Bizde alıştık. “Tosun ileri tosun geri “diye çağırıp durduk. Şimdi Tosun büyüdü aklı ermeye başladı. Kendisine Tosun diyene hemen cevabını yapıştırıyormuş. Sakın siz siz olun İsmail’e tosun demeyin.
Tosun İsmail, suyu getirip Emmioğluna vermişti. Emmioğlu bir bardak suyu kafasına bir dikişte içti.
“Eee Emmioğlu hani sana bir şey olmamış. Anlatacağın hikâye bu muydu?” dedim.
“Hele beni dinle bakayım. Esas film şimdi başlıyor” dediğinde, kulaklarımı dört açarak Emmioğlunu dinlemeye başladım.
Yeğenim, banka oturur oturmaz sağ yanıma pejmürde kılıklı bir adam geldi, oturdu. Selam verdi. Ben de selamını aldım. Bana “sigara içer misin?” diye bir sigara uzattı.
Aslında canım da gidiyordu sigara içmeye ama adamın kılığından biraz şüphelendim. Elimle uzattığı sigarayı ittim Adama da dönerek:
“Şu yanımdan kalk” dedim. Adam yanımdan kalkmadı. Bu seferde sol yanıma bir başka adam oturdu. Ben ortalarında kaldım. Hemen yanımızdan da termosla çay satan biri geçiyordu. Sol yanıma oturan adam her ikimize dönerek:
“Hemşerim çay içer misin?” dedi. Ben bu adama içmem deyip döndüğümde, sağ yanımdaki pejmürde kılıklı herifin, benim göğsümün ve kolumun altından elini gezdirdiğini gördüm.
O anda ne olduğunu anlayamadım. Sol yanımda oturan adamın ayağa kalktığını ve gömleğimin iç cebinden paramı çektiğini gözlerimle gördüm. Ama ben hiç hareket edemiyordum ve de konuşamıyordum. Elimi kaldırıp:
“Adamlar beni soyuyorlar “diye bağıramadım. Dilim damağım kitlendi. Ayaklarım ve ellerim uyuştu.
“Eeee Emmioğlu geçmiş olsun. Başından çok kötü bir felaket geçmiş. Cebindeki para ne kadardı?” dedim.
“Fazla değildi. Sadece 250 TL vardı cebimde. Yalnız nüfus cüzdanımı ve biletimi almamışlar.”
“Seni adamlar eterle bayıltmışlar herhalde. Eee sonra Alaca’ya nasıl geldin? Anlat ta dinleyelim. Hikâyen gerçekten çok ilginç.” dedim.
Emmioğlu, oturduğu koltukta ayağının birini altına almıştı. Hafifçe ayağa kalktı. Bu seferde öbür ayağını tekrar altına alarak koltuğa oturdu ve anlatmaya devam etti:
Birisi bana habire göğsüme doğru dürtüp duruyor.
“Ey hemşerim Alaca’ya geldik. Bu ne uyuma. Uyan artık. Burası otel değil. Arabayı kitleyip evime gideceğim. Gecenin saat 22,30 oldu. Senin evin barkın yok mu? Uyan hemşerim uyan” deyip duruyordu.
Şoför bana ne kadar dürttü bilemiyorum. Bir gözümü hafifçe açtığımda bana devamlı eliyle dürten ve “Uyan! Uyan!..” diyen bir adamı hayal meyal gördüm.
Şoför benim koluma girdi. Otobüsten indirdi. “Hadi evine git “dedi.
Ben sarhoşlar gibi yalpalaya yalpalaya belediye binası’nın önüne gelmişim. Gözlerimi ellerimle iyice ovuşturdum. Baktım ki belediye binasının yanındayım.
“Tamam” dedim, “Şu yol doğru benim eve giden yol. Belediyenin altındaki bu yoldan gidersem evi bulurum.”
Bir oyana bir buyana gecenin on ikisinde sallana sallana eve geldim. Kapıyı kimin açtığını dahi hatırlamıyorum. Beni doğruca elbiselerimi dahi soymadan yatağa uzatmışlar. Ertesi gün saat 11.00 de ancak gözlerimi açabildim. Kendime gelebildim. Nerede olduğumu anlayabildim.
Gözlerimin açıldığını gören hanımım yanıma geldi.
“Herif sana ne oldu? Gece yarısı geldiğinden beri hiç uyanmadın. Tuvalete de çıkmadın. Hiç bir şey yemedin. Ne oldu? Yoksa hastalandın mı?” dedi.
Hanımın bu sözlerini duyar duymaz, elimi gömleğimin cebine attım. 250 TL’ den eser yoktu. Sadece otobüs bileti ve nüfus cüzdanım duruyordu. Yine de bir umutla, ceketimin ve pantolonumun ceplerini karıştırdım ama parayı bulamadım. Ve çarpıldığıma iyice kanaat getirdim. Hanıma dönerek:
“Sorma hanım” dedim, başladım başıma gelen olayları anlatmaya.
Hanım, sözlerimi bitirir bitirmez demesin mi bana:
“Herif seni çarpmışlar!..”
“Evet, beni işte böyle çarptılar Şükrü” dedi Emmim oğlu. Ben de:
“Emmimoğlu gelen mala gelsin, cana gelmesin. Seni başka yerlere götürüp öldürebilirlerdi. Yine de verilmiş sadakan varmış. Buna şükret. Beterin beteri de olabilirdi “ dedim.
“Doğru söylüyorsun yeğenim” dedi. “Bu adamlardan her şey beklenir. Yalnız benim bir anlayamadığım bir şey var. Bu adamlar beni bir şeyle uyuttular. Ama beni uyuttukları yerden alıp, otobüse kim bindirdi? Bunu bir türlü çözemedim.”
“Emmimoğlu, büyük bir ihtimalle, seni çarpan bu adamlar, ortada delil bırakmamak için, cebindeki bilete bakarak, Alaca’ya giden Lider arabasına seni paketleyip, postalamışlar. Eğer seni postalamasaydılar, senin uyuduğunu oradaki görevliler veya polislerin haberi olacaktı. Poliste senin cebinden para çalanların parmak izini alıp, adamları yakalayacaklardı. Yankesiciler bunu bildiklerinden, seni otobüse bindirip göndermişler. Buna da şükür de. Geçmiş olsun. Bir daha da böyle ıssız yerlerde banklarda oturma.” dedim.
“Emmioğlu, bu bana akıl parası oldu” dedi.
Sözlerime burada nokta koyarken;
Emmioğlu’nun dediği gibi;
“Size de, bu çarpılma hikâyesi akıl parası oldu mu? “
“Kendinize bir ders çıkardınız mı?”
“Sahi!...... Siz hiç çarpıldınız mı?”
Hoşça kalınız.
Yeni yılınız kutlu olsun....
Şükrü BİLGİLİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.