- 623 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bunun Adı Yok
Uyandım… Farklı bir evde, farklı bir yatakta, farklı bir sabaha… Garipsemedim ama hiç. Hatta hiç olmadığı kadar aitlik vardı bedenimde ve ruhumda. Farklı bir gardıroptan, farklı giysileri geçirdim üzerime. Farklı bir banyoda hazırlandım güne. Farklı buzdolabından aldığım farklı yiyecekleri, hayatımda ilk kez bedenimdeki açlığı gideriyormuşçasına bir hazla karıştırdım bedenime. Farklı bir çanta astım omzuma, farklı bir anahtarla açtım farklı kapıyı ve attım kendimi farklı sokağa…
Yürüdüm… Farklı bir yere doğru, henüz bilmediğim. Çantamda özgürlüğüm, zihnimde farklı bir benle… Aitliğimi anladım. Ben “ben” değildim, benden de öte, bedenden de öte, ruhtan da öte, insandan da öte… Her adımımda bir parça giysiyi bıraktım ardımda. Egolarım palto olmuş ya üstüme, korurmuş ya beni, gitti… Yargılarımı atkı yapıp dolamışım ya boynuma, kesmişim ya nefesimi, gitti… Dogmalarım, gömlek olmuş sarmışlar ya bedenimi, gitti… İnandırdıklarını taç etmişim ya başıma, gitti… Sorumluluklarım, pantolon olmuş dolanmışlar ya ayaklarıma, gitti… Tabularım, iç çamaşırı olmuş, örtmeye çalışmışlar ya mahrem yerleri, gitti… Her gidende, bir öncekinin ardında bıraktığı takıldı ayaklarıma. Önce düşer gibi oldum, sendeledim, sonra toparladım, üzerlerinden geçtim.
Durdum… Baktım çevremdeki çıplak bedenlere. Tüm giysilerinden arınmış ruhların, geriye kalan tek giysisiydi bedenler. Ben, sen, o; o an gerçekten “ben”, “sen” ve “o”ydu. Açtım çantamı, çıkardım özgürlüğümü dışarı. Aldım avuçlarımın içine, bir an salıverdim gökyüzüne. Özgürlüğümü özgür bıraktım, bütün çıplak bedenler gibi. Uçtu özgürlükler, bulut oldular, yağmur oldular, tene dokunup anlam buldular. Ellerimi açtım gökyüzüne, tüm damlaları yakaladım benliğimle.
Yürüdüm… Çıplak, özgür ve hafif…
Gördüm… Sevişen bedenleri… O kadar çıplak ve o kadar kendileriydiler ki, sevişen bedenleri değil ruhlarıydı sanki. Üzerlerinde gözlerden örülmüş ne bir duvar ne de bir hançer olmaksızın… Soyundukları tabuları ezilmiş bedenlerinin altında… Mahrem diye bir yer kalmamış artık....Ter olmuş, dökülmüş damla damla, toprağı susatmış, toprağı sulamış, toprağa can vermiş, tohumlarını yeşertmiş.
Gördüm… Herkesin yaratıcısının herkes olduğunu… Farklı isimlerin altına sıkışmış, farklı inançların gölgeleri kalkmış üzerlerinden. Varoluş bilinçle eşleşmiş. Herkes kendini yaratmış, kendini anlamlandırmış. Korku yok, aydınlık bilinç var sadece. Dogmaların korkusunu soyunmuş bedenler, gömmüşler, diri mezarlıklara. Ruhunun en ücra köşesinde hissettiğin “o şeyi yapma” isteğini engelleyen dikenli teller çıkmışlar battıkları yerden.
Gördüm… Yargısız gözlerin, infazı infaz ettiğini… Ters “U” çizen ağızların, infazsız gülebildiğini. Özgürlüğün kanatlarında yargının sesi kaybolmuş çığlıklar arasında. Hazzın çığlıkları yargıyı bile yargılamayacak kadar yargısızmış oysa.
Gördüm… Tek sorumluluğun; ayakların basmayı istediği yere basması, gözlerin görmeyi istediği yere bakması, tenlerin dokunmayı istediği hücrelere ulaşması, ruhun kavuşmak istediği an’a varması, dilin söylemek istediğini anlatması, elin yan yana getirmek istediği kelimeleri yazması olduğunu…
Gördüm… Sahipsiz egoların birbirlerini egolamalarını….. Birbirlerinin üzerine çıkıp, üstte kalma yarışında, her bir basamak yukarısında diğerlerinin ayakları altında yok oluşlarını. Bir el yukarı uzanırken, güneşe doğru; bir ayak sigara söndürürmüşçesine eziyor. Sıyrılmış egolar, kemikten eti koparırcasına…
Anladım… İnandırıldıklarımızın gerçekte, başkasının inandıkları olduğunu…. Ayağımıza her takılan taşın, bizim dışımızda, bizim için oraya konduğunu. İlk inanandan aktarılan inanç yağmurlarının yerini, akıl almış, bilinç almış, “ben” almışım, “sen” almışsın, “o” almış. İnanılanlar, ruh inanmayı seçtiği derecede inanılırmış.
Yürüyorum… Çıplak, özgür ve hafif… Yollar eklenir ucuca, uzar sonsuzluğa. Bir kere yola çıkmaya gör, yolcusun artık…
Uyandım… Artık nasıl uyusun bu beden, bu ruh, bu haz, bu bilinç, bu “ben”, bu “sen”, bu “o”…