- 8137 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Arif Nihat ASYA
Milli ve Manevi Değerleri Bayraklaştıran Arif Nihat Asya
Arif Nihat Asya, 7 Şubat 1904 tarihinde Çatalca’nın İnceğiz köyünde, Ziver Efendi ile Zehra Hanımın ilk ve tek çocuğu olarak dünyaya gelir. Aslen Tokatlıdır. Büyük dede Kapusuz Hacı Ahmet, Tokat’ın Kapusuz köyünden İstanbul’a göç etmiş bir ahî ustasıdır. Asıl adı Mehmet Arif olan şâir, Arif Nihat Asya ismini alışını şöyle anlatır: "... Epey imza değiştirdim. Bir aralık Çatalcalı Arif dedim, Kesriyeli Sıtkı, Florinalı Nazım gibi... İnceğizli Arif dediğim de olmuştur. Sonra Mehmet Arif dedim. Mehmet Akif varken, Mehmet Arif’e kim bakardı? Bir aralık baktım piyasada Halil Nihatlar, Ali Nihatlar, Mustafa Nihatlar var; ben de Arif Nihat oldum. Birinci askerliğimde Arif Nihat Asyalığa terfi ettim."1
Henüz bir haftalık bebekken babasının taun hastalığından vefat etmesi (14 Şubat 1904) üzerine annesiyle birlikte üç yaşına kadar dedesinin (babasının babası) yanında kalır. Daha sonra annesinin, Osmanlı ordusunda görevli subay olan Filistinli Abdürrezzak Efendi ile evlenip, Filistin’e gitmesi üzerine, küçük Arif dört yaşındayken akrabalarının himayesine girer. Zehra Hanım Filistin’e giderken küçük Mehmet Arif’i de götürmek ister. Bu isteği kayın babası İbrahim Tevfik Efendi tarafından kabul görmeyen Zehra Hanım çok üzülür, bu aşırı üzülme sütünün zehirlenmesine, dolayısıyla Abdürrezzak Efendiden olan bebeğinin ölmesine yol açar.
İlk çocuğunu İnceğiz’de bırakan, ikinci çocuğunu da yolda toprağa veren Zehra Hanım, büyük bir yıkımla Filistin’e varır. Küçüklüğünde annesinden ayrı kalması, şâirin ileriki yıllarda annesiyle ilgili bazı hatıralarını sorgulamasına sebep olur. Şairin bazı mısralarında annesine sitemin izleri görülür:
“Kıydın bana sen gönlücüğün istemeden
"Öksüz kuzular memeye doysun" demeden
Ey dopdolu sine en susuz anımda
Kestin beni, kestin beni, kestin memeden”
Başka bir şiirinde ise şâir annesine biraz daha farklı hislerle seslenir. Aşağıdaki mısralarda, babasının vefatından sonra, hem şâirin hem de annesinin fotoğrafı saklı gibidir:
“İki öksüz gibiydik, anneciğim
Belki sütsüz de kaldım... öyleyken
Yeniden gelmek olsa dünyâya
Yine ben, doğmak isterim senden....”
Arif Nihat öğrenim hayatına köyünde Hüseyin Efendi’den elifbâ öğrenerek başlar. Babaannesi Rüveyda Hanımın vefat etmesi üzerine Örçünlü köyünde oturan halası Gülfem Hanım, küçük Arif’i yanına alır. Gülfem Hanım’ın kocası Yüzbaşı Mehmet Fevzi Efendi, Örçünlü köyü yakınlarındaki tabyalarda vazifelidir. Mehmet Fevzi Efendi’nin ailesi, Balkan Savaşı’ndan kısa bir süre önce İstanbul’a göçer. Halasıyla İstanbul’a gelen Mehmet Arif, Haseki Mahalle Mektebinden sonra Gülşen-i Maarif Rüştiyesinde okur. Daha sonra Bolu Sultanisine girer. Bu okulun lise bölümü kaldırılınca Kastamonu Sultanisi’ne geçer. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulundan mezun olduktan sonra (1928) Adana’ya öğretmen olarak gönderilir. Şâirin doğduğu ve eğitim gördüğü yıllar, tarihimizin en hareketli ve buhranlı yıllarıdır. Halk yoksulluk içinde hayatını devam ettirmeye çalışmakta, savaşların sebep olduğu göçler bütün hızıyla sürüp gitmektedir. Bu tarihî ve sosyal şartlar ona ciddi şekilde tesir eder ve eserlerini besler. Şairin "çocukluğunda çok yer değiştirmesi ve yoksul bir çevrede yetişmesi şiirlerine değişik bir çeşni, hareketli bir muhteva verir."2 Şair, Adana’da dört yıl vazife yaptıktan sonra askere gider. Askerlik vazifesinden sonra, Malatya Lisesi müdürlüğüne tayin edilir. Çeşitli sebeplerle dönemin hükümeti tarafından görevden alınır (1942). Daha sonraları Adana ve Edirne liselerinde görev yapar. 1947’de, şiirlerinde sitemle yad ettiği annesini Filistin’e giderek bulur. Annesi yarı felçlidir. 1948’de Yahudilerin Akka’yı işgali üzerine, annesi ve Abdürrezzak Efendi Türkiye’ye gelirler; fakat Arif Nihat’ın tayininin Edirne’ye çıkmasından sonra bu şehrin iklimine uyum sağlayamayarak geri dönerler. 1950-1954 yılları arasında Seyhan (Adana) milletvekilliği yapar. Milletvekilliğinden sonra tekrar öğretmenliğe döner. 1959’da Kıbrıs’a gönderilir ve burada iki yıl kalır. 1962’de Ankara Gazi Lisesinde öğretmenken emekliye ayrılır.
Emekliye ayrıldıktan sonra, çeşitli gazete ve dergilerde siyasî ve edebî fıkralar yayımlayan Arif Nihat Asya, yurdun çeşitli yerlerinde millî ve mânevî hisleri uyarıcı birçok konferans verir. Edebiyatımızda ’bayrak şâiri’ olarak tanınan Arif Nihat Asya, şiire 1.Dünya Savaşı yıllarında Gülşen-i Maarif Rüştiyesinde talebeyken başlar. O yıllar, milletimiz açısından çok önemli yıllardır. Çünkü Devlet-i Âliye içten ve dıştan gelen tazyiklerle sarsılmaktadır. Osmanlı orduları Galiçya’dan Sibirya’ya, Çanakkale’den Kanal’a kadar dünyanın birçok yerinde emperyalist kuvvetlere karşı mücadele vermektedir. Bu durum, ülke içinde millî hislerin uyanmasına sebep olmakta ve eli kalem tutan herkes bu minvalde bir şeyler yazıp çizmektedir. Arif Nihat, şiire başlamasını şöyle anlatır:
"O yıllar dönemin şartları gereği birtakım destancılar türemişti. Bunlar, yazdıkları veya yazdırdıkları harp havasına uygun destanları âhenkle okurlar, allı yeşilli kâğıtlara basılmış olarak satarlardı. Ben de onlara özenip ilk beytimi söyledim:
“İngiliz’in boşuna gitti her işi
Türk’e mermi menzili oldu gemisi"3”
Çanakkale Muharebelerine telmih yaptığı bu basit şiiri yazdığında Arif Nihat, henüz ilkokul üçüncü veya dördüncü sınıf talebesidir. Bolu Sultanisinde okuduğu yıllarda şâirin kendi ifadesiyle ’dört yıl için şâirliği uyur." Kastamonu Sultanisine geldiğinde ise, şâirliği tekrar uyanır. Bu dönem Millî Mücadelenin en hareketli günleridir. Kastamonu, coğrafî konumu gereği, Millî Mücadele’ye destek verenlerin durağı haline gelmiştir. Bu ölüm kalım mücadelesinde üstüne düşen görevi yerine getirmek isteyen İstanbul’daki birçok aydın buraya gelmekte ve faaliyetlerde bulunmaktadır. Mehmet Akif de burada bulunmakta ve halkı uyarıcı konuşmalar yapmaktadır. Gerek günlük hayatta, gerekse basın ve yayın hayatında millî faaliyetlerin en yoğun yaşandığı merkezlerden biridir Kastamonu. Arif Nihat, buradaki münbit ortamdan iyi istifade eder ve şiirleriyle hocalarının dikkatini çeker. Fecri Âti şâiri ve aynı zamanda okul müdürü olan Mehmet Behçet Yazar ona, ’şâir’ diye hitap eder.
"O dönemde Kastamonu İstiklâl Mahkemesi Reisi olan, sonraki dönemlerin maarif vekili Mustafa Necati Bey, sokakta rastladığında elini omzuna kor ve tok sesiyle ’Nasılsın şâir?’ diyerek hatırını sorar."4 Artık, "Arkadaşlarının dörtte biri ’Arif’ dese, dörtte üçü ’şâir’ demektedir... İlk şiiri Enver Kemal Beyin neşrettiği dergide çıkar... İlk kitabını İstanbul Yüksek Muallim Mektebi’nde okuduğu sıralarda (1340) Osmanlıca harflerle ’Heykeltıraş’ adıyla çıkarır."5
Şairin, milletimizin derinlerden gelen zelzelelerle sarsıldığı bir dönemde doğması, ilk gençlik yıllarında milletimizin var olma mücadelesi veriyor olması ve şâirin Millî Mücadele döneminde Anadolu’da bulunması şiirine önemli tesirler yapar. O bir kültürün yıkılıp bir kültürün kurulmaya çalışıldığı bir geçiş döneminde yaşamış ve onların tesirlerine maruz kalmış insanlardan biridir. Necmettin Hacıeminoğlu’ Şehitler Tepesinde Ebedîleşen Arif Nihat Asya’ başlıklı yazısında, Arif Nihat’ın edebî kişiliğini ve yaşadığı dönemin şartlarını şöyle anlatır:
"Savaştan yeni çıkmış fakir ve dertli bir millet. Harap ve perişan bir vatan. Arkadan hoyrat bir kültür ihtilâli. Millî kültürün ret ve inkâr edilmesi. Türk şiir sanatının hor görülmesi. Bütün mazinin kötülenmesi.... Bizde hiçbir geleneği olmayan Batı san’at anlayışının devlet eliyle kabul ettirilmesi... Tek partili baskı rejimleri: saldırgan yabancı ideolojiler. Yıkıcı ve bölücü akımlar. Mukaddes ve yüce bildiğimiz bütün millî değerlerin yok edilmesi... Millî ve mânevî değerlerin çağ dışı sayılması. Maddeciliğin en itibarlı görüş olması... İşte Arif Nihat, hayatının tam elli yılını böyle bir cemiyette geçirmiştir... Geçen yarım asırda şiir telakkisi defalarca değiştiği halde, Arif Nihat’ın eserleri hem sanat değerini, hem de şahsiyetini aynen muhafaza etmiştir. Dil ve üslûpta olsun tem ve konuda olsun tamamıyla yerli kalmış; fakat çağın değer ölçülerinin de üstüne çıkmıştır."6 Arif Nihat’ın şiirlerinde Millî Mücadele döneminin coşkusu daima hissedilir. Arif Nihat’ın edebiyatımızdaki adı ’Bayrak şâiri’dir. Gerçekten o, Mehmet Akif’in yazdığı İstiklâl Marşı’ndan sonra halkımızın en beğendiği bayrak şiirini yazmıştır. Bu şiirde içi içine sığmayan bir alperenin ruh haritasını görmekteyiz ve o haritanın en yüce dağının zirvesinde de ay yıldızlı al bayrağımız dalgalanmaktadır:
“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü... Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü Işık ışık, dalga dalga bayrağım Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım”
Arif Nihat’ın şiirlerinde İslâm’ın ve Peygamber Efendimizin de önemli bir yeri vardır. O Türk edebiyatında şimdiye kadar yazılmış en güzel na’tlardan birinin şâiridir. "Seccaden kumlardı" mısrasıyla başlayan uzun şiirinde yer yer Efendimiz’in dönemiyle çağımız arasındaki tezatları anlatır:
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin
Biz dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammed? (sas)
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar (Ebû Leheb öldü) diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi yâ Muhammed (sas);
Ebû Cehil kıtalar dolaşıyor!
Arif Nihat, 1933’te Mevlevî dedesi Ahmet Remzi Akyürek’le tanışır. Dervişlik çilesini çeker ve şeyhliğe kadar yükselir. "Mevlana, Hz. Resul’ün bizdeki dilidir."7 diyen şâir, onun yaşantısından ve fikirlerinden oldukça etkilenmiştir. "Ben Mevlana’ya kül halinde teslim olmuş birisiyim."8 diyen Asya, Mevlana’nın vasıtasıyla Hz. Peygamber’in sevgi iklimine ulaşmıştır. Birçok şiirinde Mevlana sevgisini işleyen şâir, bütün eserlerini o büyük zattan aldığı feyizle yazdığını söyler:
Ne şiir söyledimse hepsi onun
Eserim, vâridât-ı Mevlânâ
Ve hayatım, hayat-ı Mevlânâ
Arif Nihat’ın şiirlerinde millî ve dinî konular ağırlıkta olmakla beraber, o hemen hemen insanımızı ilgilendiren her hususta şiir yazmıştır. Arif Nihat, "Bir kulağını toprağa vermiş ve oradan küçücük dünyamız için gizli mesajlar alarak, onları kulağımıza fısıldamak gereği duyan bir haberci gibiydi. Tek kelime ile soyadı kadar büyüktü ve bütün hayatı boyunca da toprağımızın, tarihimizin ve şiirimizin Asya’sı olarak kaldı."9 Arif Nihat, dinî ve millî değerlerin horlandığı, yasaklandığı bir devirde, onları işleyerek, yeni nesillerin uyanmasına vesile olmuş bir şahsiyettir. O, "Cumhuriyet devrinde millî edebiyatın mirasını geliştiren, genişleten ve zenginleştiren bir şâirdir."10 "Bütün şiirlerinde toprağımızın ve millî değerlerimizin damgası vardır. Onun büyüklüğü ve güçlü tarafı millî değerlerimizle yoğurduğu özlü sanat anlayışına uygun şiir sesini ve iç âhengi getirmiş olmasıdır. Bütün eserlerinde iki bin yıllık mazinin mert ve tok sesi vardır."11 Millî ve manevî birçok değerin şartlar gereği horlandığı bir dönemde, onun -kendi ifadesiyle- "gönlüyle şuuru birbirine aykırı düşmemiştir."12 Arif Nihat, Cumhuriyet edebiyatında, millî konuların Yahya Kemal’den sonraki, İslâmî konuların ise Necip Fazıl’dan sonraki en başarılı şâiridir. Arif Nihat’ı, Necip Fazıl’la karşılaştırırsak, "Her ikisinde de pırıl pırıl bir Türkçe, her ikisinde de içiyle dışıyla Müslüman Türk geleneğinden gelen bir öz, Müslüman Türk hançeresinden gelen bir ses vardır... Arif Nihat’ta Necip Fazıl kadar metafizik ürpertiler bulunmaz. Onun kadar girift, muğlak ve kavgalı bir ruh yapısı da yoktur. Ama o da bütün benliğiyle inanmış bir müslümandır."13 Millî konularda Yahya Kemal’le mukayese edildiğinde ise Asya, sanatı millîleştiren ve milliyetçiliği de sanat haline getiren şâirimizdir. Yahya Kemal hariç pek az şâirimiz sanat hayatında onun kadar millî olabilmiştir. Yine pek az şâirimiz, tarihimizi, insanımızı ve dilimizi onun kadar sanatına ve dolayısıyla topluma mal edebilmiştir."14 "Yahya Kemal’deki geçmiş özlemini ve tarihî mirası yüceltme duygusunu, Asya, Cumhuriyet şiirine daha yakın, ama muhteva olarak Y. Kemal’inkinden biraz daha sarsılmış ve yaralar almış bir anlayışla tekrar ifadelendirmiştir."15 Arif Nihat’ta kuvvetli bir tarih şuuru vardır. Onun şiirlerini inceleyenler, şâirin muhteşem bir mazi ile sönük bir hâlihazır arasında bocaladığını göreceklerdir. Onun tarih bilincini kazanmasında çocukluğunda yaşadığı göç hâdiselerinin, savaşların önemli tesiri vardır. Tarih bilinci onu ister istemez dün ile bugünü mukayeseye götürmektedir. Tarihteki önemli hâdiselere bakışında Arif Nihat, Yahya Kemal’e benzemektedir. Fakat bir farkla: "Y. Kemal, tarihî şiirlerinde ihtişamlı mazi/ sönük hâlihazır tezadı yaşamaz, tarihe gider ve onun ihtişamı içinde kalır."16 Arif Nihat’ta ise; "Geçmişi bugüne getirerek, zamanı genişletme arzusu, maziye dönme arzusundan daha kuvvetlidir."17 Kısaca söylemek gerekirse, Y. Kemal şiirlerinde tarihî hâdiseleri yaşıyormuş gibi anlatır, bugüne dönüşler yapmaz. Arif Nihat ise, dün üzerinden bugüne uzanarak mazinin muhteşemliği karşısında, bugünün sönüklüğünün hayal kırıklığını yaşar, mazi karşısında bugünü sorguya çeker. Her iki şâir de İstanbul’un fethini anlatan şiirler yazmıştır. Bu şiirler karşılaştırıldığında bu farklılık net olarak görülür. "İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel" şiirinde Y. Kemal o ânı âdeta yaşamaktadır:
“Vur pençe-î Alî’deki şemşîr aşkına
Gülbangi âsmânı tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü’l-ebvâb vur bugün
Feth-î mübîni zâmin o tebşîr aşkına”
Arif Nihat ise, ’Fetih Marşı’nda "Yelkenler biçilecek" diyerek fetih
gününe; "Ne diye oyunda oynaştasın?" diyerek hâlihazıra döner:
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek
Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın ?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Sen de geçebilirsin yârdan, anadan, serden....
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...
Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
"O, sanatını mazi ile halihazır hatta istikbal arasında bir köprü yaparak, yeni yetişen nesillere, milletimizin tarih içindeki büyüklüğünü, İslâm’ın ruhlarda meydana getirdiği ürpertiyi ve bütün yaratılmışları Yaradan’dan ötürü, aynı sıcaklıkla kucaklatan ilâhi sevgiyi, bağlanılacak yüce değerler olarak göstermiştir."18 Arif Nihat’ın şiirlerinde derin bir dikkatin ipuçları vardır.
Bu dikkat onun şiirlerini derinleştirip zenginleştirmiştir. Arif Nihat’ın dikkati "İnsanı ve tabiatı içinden yakalayan” bir dikkattir.19 O, meseleleri ayırt edici özellikleriyle şiirlerine misafir ederken, dil hususunda da aynı hassasiyeti göstermiştir. "Dilde, ’dilciliğin emrinde bir sanat değil, sanatın emrinde bir dilcilik’ görüşünü savunur."20 Şiirlerinde hem bugünkü dili, hem divan edebiyatının dilini kullanan şâir, bunun sebebini, "Yalnız doğacaklardan değil, ölmüşlerden de okuyucularım var."21 diyerek açıklar. Böylece dil hususunda gelenekle bağlarının ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Bir dönemin ’öztürkçe’cilerini,
“Dilimiz bir devamdır kopmaz;
Dili millet yapar, kurum yapmaz”
diyerek tenkit eder. Mimar Sinan ile Yesarî’yi;
“Biri hattın; biri mermerin, tuncun,
kurşunun sırrını aramış, bulmuş;
Yesârî elinde ’lafza-i celâl’
Sinan’da kubbeyle minare olmuş.”
diyerek bayraklaştıran şâir, kendisi de şiirlerinde milletimizin tarih boyunca yapmış olduğu dilin sırlarını arayıp durmuştur. Arif Nihat, şiiri adına çağının bütün imkânlarından yararlandığı gibi, gelenekle bağını da sağlam kurmuştur. "Arif Nihat’ın geleneğe yönelmesinin temel sebebi, tarih bilinci ve Mevlanâ sevgisidir."22 O, aruzun’ Arap vezni’ diye horlandığı bir dönemde, aruzla bağını koparmadığı gibi, hece veznini ve serbest vezni de başarıyla kullanmıştır. "Aruz vezni mi, hece vezni mi?" tartışmalarına o: "Her dilin bir vezni varken, bizimkinin iki vezni olması bir dağılma değil, bir kazançtır... Ben birini birine tercih etmeyi mânâsız bulurum. Şiirin çekirdeği olan mısra, beyit veya kıta içime aruzla doğmuşsa, onu bozup heceleştirmeyi; heceyle gelmişse aruzlaştırmayı ilhama suikast telakki ederim. Şiir vezniyle doğar. Bu hüküm serbest vezne de şâmildir."23 diyerek cevap vermiştir. O, gelenekle bağlantısını, ünlü kişilere veya bazı hâdiselere ebcet hesabıyla tarih düşürerek de gösterdi. Ebcetle tarih, her birinin bir sayı değeri olan Arap harfleriyle (Kökü Sâmi alfabesine dayanır.) bir cümle, bir mısra, bir kıta veya tamlama tertip etmek veya bir kelime bulmak demektir ki, bunların harf değerleri toplanınca anlatılmak istenen hâdisenin tarihi çıkar. Arif Nihat, Peygamberimiz’in vefatına’ Hazret-i Peygamber’in Vefatı (Milâdî 632)’ isimli şiirinde şöyle tarih düşürür:
“Buradan çoluk çocuk, öteden pîr söylüyor;
Her sineden vefatını ’Tekbir’ söylüyor.”
Buradaki ’tekbir’ kelimesinden Efendimiz’in vefatı, milâdî 632 olarak çıkıyor. Arif Nihat, çeşitli şiirlerinde Peygamberimiz’in doğumuna, hicretine, miracına, veda haccına; ayrıca mübarek gecelere ve bazı önemli hâdiselere tarihler düşürmüştür. Arif Nihat’ın gelenekle bir diğer bağı da rubai yazmasıdır. O, rubaî üzerine kafa yormuş ve edebiyatımıza altı kitaplık bir rubaî mirası bırakmıştır. Şairin rubaî üzerine görüşleri şöyledir: "Türkçe, Arapça, Farsça rubaîlerin hepsini değilse bile, bir haylisini okudum. Gördük ki, rubaînin vaat ettiği imkanlar gerçekleştirilmiş olmaktan henüz çok uzak. Tahminen 1953 ve 54’te rubaiye başladım. Rubainin çerçevesini çok genişlettim. Tabiatı, aileyi, cemiyeti, memleket menkıbelerini, kasabaları, şehirleri, suları rubaîye soktum. Rubaîye başlık da koydum. Böylece rubaiyi, benden önce eski dar kalıplarından çıkarmış olan Sayın Cemal Yeşil’den sonra daha da genişlettim. Tabir caizse, bir rubaî rönesansı yapmış oldum. Belki de benimkilerden daha güzellerini yazmak gayesiyle yeni rubaiciler doğdu. Bununla müftehirim."24 O, rubaîlerinde; tarihimizi, coğrafyamızı, örf ve adetlerimizi, tarihî şahsiyetlerimizi kısaca bizden olan her şeyi işlemiştir. ’Fetih’ başlıklı rubaisinde Arif Nihat, eski ihtişamlı günlere özlem duyar:
Top sesleri hâlâ duyulur dağlardan
Diller söz açar dönmeyecek çağlardan
Târîhi sorar, yurdu sorar, Feth’i sorar
Sağlar ölülerden, ölüler sağlardan
Arif Nihat divan edebiyatında, her divan sahibi şâirin yazdığı na’t, münâcât, mersiye, methiye ve kasîde gibi şiir tarzlarında da eserler vermiştir. Onun "Dua" başlıklı şiiri, ’sosyal münâcât’ diyebileceğimiz bir tarzın en başarılı örneklerindendir:
Biz, kısık sesleriz.. minareleri
Sen, ezansız bırakma, Allah’ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını;
Ya kovansız bırakma, Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma, Allah’ım!
Bize güç ver.. cihat meydanını
Pehlivansız bırakma, Allah’ım!
Kahraman bekleyen yığınlarını
Kahramansız bırakma, Allah’ım!
Bilelim hasma, karşı koymasını:
Bizi cansız bırakma, Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma, Allah’ım
Yarının yollarında yılları da
Ramazansız bırakma, Allah’ım
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma, Allah’ım
Bizi, Sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma, Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma, Allah’ım
Arif Nihat, tarihe giderken ecdadımız için önemli olan ve mazimizin şekillenmesinde payları bulunan şehirlere özellikle eğilir, onlardaki ihtişamı gözler önüne sermeye çalışır. Onun şiirlerinde Edirne’nin ayrı bir yeri vardır. "Osmanlı’ya payitahtlık eden bu serhat şehri, Arif Nihat’ın şiirlerinde İstanbul ve Konya’dan sonra ismi en çok geçen üçüncü şehirdir.
Şâirin, geniş bir perspektiften baktığı Edirne, tarihî geçmişi ve güzellikleriyle gururunu okşamış, zaman zaman da yüreğini burkmuştur. Çünkü orada hem -Selimiye gibi bir sanat harikası başta olmak üzere- görkemli bir miras vardır, hem de ’dün’ ile ’bugün’ arasındaki tezat, hayli rahatsız edicidir. Bu rahatsızlığı derinden hisseden Arif Nihat, Edirne’yi anlattığı şiirlerinde bunu ortaya koyan bir üslûp seçmiştir."25 "Edirne Kasîdesi"nde Osmanlı’ya bir dönem başkentlik yapmış olan ve büyük medeniyetin tohumlarının atıldığı, ’kubbelerin en ulusunun bulunduğu, “Türk’ün Trakya’da tapusu” olan, dünün ihtişamlı, bugünün ’mahzun Edirne’sini anlatmıştır. Bu şiirde şâir, zaman zaman ecdadın hatıralarıyla coşarken, zaman zaman da bir torun olarak şehit ruhlarına, halihazır sebebiyle cevap verememenin sıkıntısını çeker. Şiirde, Edirne’nin Osmanlı için öneminin yanında, Edirne’nin şahsında Osmanlı’nın ihtişamlı günlerine telmihler yapılarak, bu şehirdeki ecdadın yapmış olduğu başta Selimiye olmak üzere binlerce eserin bugünkü mahzunluğu anlatılır. Değişen şartlar ve değerler nazarlara sunulur. Türk edebiyatında değişen tarihî durumları bu kadar güzel, bu kadar tesirli ve bu kadar gerçekçi anlatan çok az şiir vardır:
Dünyanın en güzel minareleri
Ve kubbelerin en ulusu gelir;
Türk’ün Trakya’da tapusu gelir.
Mihrabında bir teravi kılmaya
Denizler ardından yolcusu gelir.
Bilsen ki bağrında kanar bir yara
Yarasını sarmak arzusu gelir.
Mahya olmak için Sultan Selim’e
Göklerden yıldızlar ordusu gelir.
Kubbeler menekşe, şerefeler gül...
Mermerlerinden çiğdem kokusu gelir.
Yazık ki yıkılmış Karaağaç’tan
Bugün, artık, ağıt kokusu gelir!
Edirne’ye ’mahzun Edirne’ sözü
Şimdi sözlerin en doğrusu gelir.
’Şu köprü, köprümdür... geçeyim!’ dersin...
Önüne yabanın namlusu gelir.
Şimalde bahçene çıkmak istesen
Yolunu bekleyen bir pusu gelir
Ve hıyanetlerin kuyusu gelir.
’Nerdesin ey tarih?’ desen, gözüne
Serdengeçtilerin koşusu gelir.
’Hani torunum?’ der şehit ruhları;
Sana bir imtihan kaygusu gelir...
Cevap verememek korkusu gelir
Millî ve manevî değerlerin yok sayıldığı ve horlandığı bir dönemde o, şiirleriyle değerlerimizin savunucusu olmuş ve bayrağımız gibi daha birçok değerimizi bayraklaştırmıştır. Lâkin o, hiçbir zaman mazinin muhteşemliği ile anın hâli pür-melâli karşısında kendini sorgulamaktan kurtulamamış; bu dünyada ve ülkesinde kendini devamlı misafir gibi hissetmiştir:
Artık ne sefer var, ne zafer tâlibiyim
Mademki, şu hür ülkelerin sahibiyim.
Lâkin, bana söyleyin çocuklar: kendi
Yurdumda neden, böyle, misafir gibiyim.
Kendini "öz yurdunda garip" hissedenler gibi garip hisseden şâir, en sevilen şiirini yazdığı bir günde (Bayrak şiirini 5 Ocak Adana’nın düşman işgalinden kurtuluş günü vesilesiyle yazmıştır.) 5 Ocak 1975 tarihinde Ankara’da vefat eder. Tabutu çok sevdiği al bayrağa sarılarak,
Ezanımdan alışıp tekbîre,
Buldunuz mutluluk imanımla...
Vatan ettim sizi ey topraklar,
Beş vakit damgalayıp alnımla!
diyerek şiirler yazdığı ’vatan’ topraklarına defnedilir (8 Ocak 1975). Şimdi o, Ankara Yenimahalle Karşıyaka Mezarlığı’nda medfundur. Arif Nihat, Peygamberimiz’in (sas) vefatını anlattığı bir şiirinde Peygamberimiz’e (sas) şöyle sesleniyordu:
Yok mu ey yolcu, bu yoldan dönmek
Yeniden Refref’e binmek yok mu?
Göğe çıktın yine... Lâkin bu sefer
Ya Muhammed (sas), yere inmek yok mu;
Seni görmekte gecikmişleri de
Gelip ashâbın edinmek yok mu?
Peygamberimiz (sas), bir hadîslerinde; "Kişi sevdiğiyle beraberdir..."
buyuruyor. Şiirleriyle Efendimiz’e (sas) olan sevgisini bayraklaştıran Arif Nihat, inşâallah sevdiğiyle beraberdir.
Dipnotlar
1- Mustafa Karapınar, Arif Nihat Asya ile Bir Konuşma, Töre dergisi, s.17, Ekim 1972 2- Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh yay., s. 182, 1977 3- Mustafa Karapınar, age. 4- Age 5- Age 6- Doç.Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Şehitler Tepesinde Ebedileşen Arif Nihat Hoca, www.ulkuocaklari.org.tr/abdshtr/onlar/ardn1.htm 7- M. İlyas Subaşı, Mevlevî Arif Nihat Asya, Türk Edebiyatı Dergisi, Arif Nihat Asya Özel Sayısı, s. 58, Ağustos-Eylül 2004 8- Age, s. 58 9- Ömer Öztürkmen, Tanıdığım Şairler-1, 15 Temmuz 1975 10- Bekir Oğuzbaşaran, Arif Nihat Asya’nın Şiirlerinde Hz. Peygamber, Berceste Dergisi, Şubat 2004 11- Ömer Öztürkmen, age 12- Mustafa Karapınar, age 13- Ömer Öztürkmen, age 14- Age 15- Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh yay. s.183, 1977 16- İsa Kocakaplan, A. Nihat Asya’dan Yahya Kemal’e, Türk Edebiyatı Dergisi, s. 30, Ağus tos-Eylül 2004 17- Yrd. Doç. Dr. Saadettin Yıldız, Arif Nihat Asya’da Vatan Sevgisi ve Tarih Şuuru. 18- Sakin Öner, Bayrak Şairi Arif Nihat Asya , Türk Edebiyatı Dergisi, s.110, Ağustos- Ey lül 2004 19- Ömer Öztürkmen, age 20- Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh yay. s.183, 1977 21- Mustafa Karapınar, age. 22- Muhsin Macit, A. Nihat Asya’nın Şiirlerinde Geleneğin Etkisi, Türk Edebiyatı Dergisi, s. 36, Ağustos- Eylül 2004 23- Mustafa Karapınar, age. 24- Age 25- Yrd. Doç. Dr. Saadettin Yıldız, ’Lârî Câmisi’, ’Murâdiye’ ve ’Selimiye’ Şiirlerinin Üslûbu.
Yağmur Dergisi
Üç aylik Dil-Kültür ve Edebiyat Dergisi’nden
Ali Osman DÖNMEZ’İN yazısından alınmıştır...
Hazırlayan : lebiderya