- 707 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ters bir zaman kesikliği bu...
Zamandır tüm sızıların ardında kalan boşlukta...
Kimsesiz sanırız kendimizi bu anlarda, yalnızımsı sesler doluşur kulak diplerimizden beyin kuytularımıza, birileri vardır hep düşlediğimizde ama biri vardır ki hiç unutmadığımız ama o hiç bilmez unutamadığımızı işte o da buna değer miydi ki?
İşte sorun buradaydı değer miydi onun için bu kadar düş kurmaya değer miydi onu bu kadar düşünmeye. Oysa tek cevap vardı sanmıyorum demekti aslında kabullenemediğimiz...
Adressiz yaşamdı aslında nefeslerimizin bulunduğu mekânlar, yarınlar ise kayıplıklardı içimizdeki çöküntü, ortasını yok saydığımız bir yaşamdı arda kalan...
Ters bir zaman kesikliği bu, bir durgunluk, bir tutukluk, nefes almalarda zorlanma zamanı bu...
Tüm benliğe hükmedilmeyen, sadece bir çılgınlık zamanı...
Kendi kendine hesapsızlık, kendi kendine telaş ve kurgu zamanı...
Tüm hırsların peş peşe takıldığı, tüm hesaplaşılamamış düşüncelerin üst üste gelerek kendi kendini ağırlaştırdığı bir zaman kesikliği ve de beden çaresizliği...
Sadece beyinde dolanan çıldırtan düşünceler, sorgulanmamış cevapların dar zamanlara sığdırılmış hesaplaşma düşüncelerinin birbirleri ile düellosu bu...
İnsanın kendi düşüncelerine kendiyle karşı koymasının verdiği hırs kızışmaları bunlar...
Yüzlerce sorunun binlerce cevap şekline dönüşen çaresiz anlar bunlar, hep neden sorusunun ardında kalarak...
Neden veya cevabını alamayacağın soruları beyninde dolandırarak kendi kendini geçmişe mahkum etmek ki kendini geçmişteki çaresizliğin acizliğinde bulduğum anlar bunlar...
Yıllar süren bir sevda oyunun kahramanlarının birbirleri ile geçmişin savaşını hareketsiz, çaresiz, sadece yorgun bir bedenin içinde kalarak kusur aranan an zamanlarından, kararmış yüz hatları ile çıkışa uzanan bir sinir ve çaresizliği savaşımı...
Her şeyin ardına sığınan sevme duygusunun acizliğiydi tüm bu savaşımın çaresiz titreyişleri.
Nedeni, bilinmeyen çoğu geçmiş anıların neden sorularına verilemeyen cevaplar ve alınamayan algılanmalarla sersemce bir uğraş belki de bu sersemleşmiş an zamanlarındaki hâlim...
İçimdeki bir yitiklik savaşımıydı bu an zamanları yabanıl duyguların ortaya çıktığı kör dövüşü bir savaştı bunlar...
Sadece istemsizce geçmişi hatırlamak, geçmişten bu günlere düşmek, geçmişle bu günleri yaşamak sanki şizofrenik bir beyin yapısındaki duygulardı...
Kendi kendimi kendimle yargılarken, yaşanmışlıkları boş sayamamak, yaşanacakları sanki yok sayacak kadar bir dirence sahip değildir...
Gözüm kapalı, beynim tutukluk yapmış, tutsağı olduğum bir sevginin tüm şartlarına evet dercesine kendimi yetiksiz bir güce sahip sanıyordum...
Bedenimde kaldı artık sürüklendiğim kış ayazı...
Sevgiye esirleşmiş bir ruhla, tüm aldatılarını yok sayıyor, sevgilinin her söylediğinin körlemesine doğrularına atıyordum kendimi, kabullenişti bu, sevginin duruşuna karşı...
Zaten bitmek üzere olan birlikteliğin tüm aldatılarına boyun eğmişçesine sessiz kalıp, konuşmamayı seçmiş ve alacalıkların tümüne şartsız, koşulsuz, adamıştım kendimi...
Sende kaybettiğim düşüncelerimle, bende yokluğa koşan düşüncelerini, düşünürken, kıyasladım bir birimizde kaybettiğimiz duygularımızdan geriye sadece bir pişmanlık kaldı galiba...
Doyumsuz isteklerinle kayıp zamanların ardında kalarak, aramızdaki suçluyu arar olduk galiba şu günlerde...
Ne kaldı geriye, sadece kayıp yılların içinde kaybolan benliğimizle gelecek umutlarımızdı belki de pişmanlıkların ilk basamağı...
Evet ben sende yorgun kaldıkça, sen benle vuruldun ve tutunduk derken aslında birbirimizi dibe çektik ve gömüldükçe gömüldük karanlık çukurlara...
Saçlarından tutuğumuz hayatı aslında bizi utangaç bakışlara atan kimsesiz nefeslere merdiven dayayan yıllarla cebelleştiren...
Suçlu kimdi, neydi deme isteğimiz bile kalmamış bu hayatın uzaktan bakışlarına sığınmış
eski cümlelerin tılsımında değişken düşünceler yaşarken sadece suç bendeydi veya suçlu sendin bu kırık dökük yaşamın saçaklarına sinmiş bedenlerimizin, demek de kayıplıklarda dolaşmaktan başka bir olgumuz yoktu...
İyi günlerle, acı çıkmazlarında dolandığımız günlerin de bir tılsımı olsa gerekti ki tüm geçmişi tek kalemde silip atmamış olduğumuz ortadaydı...
Pencere aralıklarından, perde arkalarından, süzülen yağmur damlalarının saçılışına bakarken, şimdilerde hüzün yağmurları bunlar demekten başka da bir haz duyamazdık.
Artık her şey kurumuşçasına süzülürken gözlerimizin önünden, içimizden kıyılan duygulara gömülmekten başka pişmanlığımız da olamıyordu...
Artık her şey yalnızımsı hislerin peşinde kayboluyordu...
Şimdilerde sarıldığımız kalemlerimizle, birbirimize veryansın ederken de aslında tüm geçmişin sözleri, anıları sıralanırken yürüyüşlerimizdeki kararsızlıklarla, gözlerimizden akan yaşlarla avuçlarımızı ovuştururken o ıslaklığı yine de içimizde hissediyoruz, belki de sadece geçmişin kahır günlerini, geleceğin iyi günlerinin gölgelikleri yapıyoruz. Belki de hâlâ içimize sinmiş sevgili varlığının sıcaklığını, kendimizden bile utanarak taşıyoruz yüreğimizin kuytuluklarında...
Belki de geleceğin yalnızlık korkularını örtüştürüyoruz geçmişin gölgelikleri ile...
Hangi şartı yaşarsak yaşayalım, geçmişin iyi günlerinin güzelliklerine belki de yalnızlık çerçeveleri yapıyoruz anı gölgeliklerine...
Belki de biz geçmişin kahır zamanlarına şemsiye oluyoruz yürek yağmurlarımıza, içimizin ısınmalarını saklıyoruz belki de lavlaşan yürek cidarlarımızda...
Ama bir gerçek bariz bir ataklıkla fırlayan gözlerimize doğru bizi utandırarak, bize rağmen varlığını ortaya atarak herkese, her şeye rağmen haykırarak tam güçlü sesiyle haykırarak bize inatla sanki bir zamanlar bizi sevdiğinizi, bir zamanlar sevdim bende dediklerinizi haykırır gibi ben de seni sevmiştim dercesine fırlıyordu yüreğimiz belki de hâlâ...
Artık hiçbir doğrumun senin yanlışlarının yanında hükmü yoktu...
Hayat bazen insanı en kısadan yanındakiyle vurdurur, işte en derin acı budur...
Gidecek aşka sorgu sorulup yargılamak onu durduramazdı... Aslolan buydu ayrılıklarda...
Yarı yolda bitecek her şeyin oluruna alıştırmıştım kendimi...
Çok güvendiğim aşk yarı yol beraberliği ile bitecekti, aşk gözümün içine baka baka gidiyordu, aşk giderdi oysa, geride ise sadece hüsranla birlik bir acılanma kalırdı...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.