- 885 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TÖRE
Günlerdir fırtınayla birlikte dinmeyen kar neredeyse yarı insan boyu kadar oldu. Uzun yıllardır böylesine kar yağışına şahit olmamıştık. Göz alabildiğine beyaz, ipek bir örtü kaplamıştı her yanı. Ağaçları ise ayrı bir güzellik bürümüştü. Göğe uzanan dallar kıvrılarak yere, toprağa dönmüştü yönlerini. Huşu içinde secdeye niyetlenmiş gibiydiler.
Yatsı hemen hemen olmak üzere. Bunu anamın abdest almak üzere sobanın üzerindeki ibriği almasından anlamıştım. Anam eline ibriği henüz almıştı ki dış avlu kapısı tok bir sesle gümbür gümbür dövülüyor. “hayırdır inşallah gecenin bu vakti” dedi anam. Ben de işkillenmedim desem yalan olur. Hemen doğruldum, üzerime kabanımı aldım, ayakkabılarımın ökçesine basarak kapıya yöneldim. Avluda bile neredeyse yarım metre kar var. “Allah dışarıda kalanlara yardım etsin” diye söylenerek çift kanatlı kapının geniş sürgüsünü çektim. Nerdeyse elim koca lataya yapışacaktı. Tahta bile buz tutmuş.
Geniş kapı gıcırdayarak açılınca iki kişi sorgusuz sualsiz avluya daldılar. Bütün bedenleri sıkı sıkıya sarılmıştı. Uzun boylu olanın kafasında kara bir kalpak, diğerinde ise rengini tam olarak seçemediğim şal ile kapatılmış, sadece gözleri görünecek kadar açıklık bırakılmıştı.
“buyurun, geçin bakalım, donmuşsunuz” dedim
Sessizce çağrıma uydular. Avluyu çarçabuk geçip iç kapıdan odaya daldık. Eşikte her ikisi de silkindiler şöyle bir, odanın içine epeyce kar döküldü bu arada. Hanıma döndüm “çabuk sobaya odun, tezek ne varsa at, misafirler donmuş” dedim. Bu arada üzerlerindeki kaba giysileri çıkarınca bir de ne göreyim bizi Güzüngürt ten Vahap’ ın oğlu. Sümsük sümsük bana bakıyor. Diğerine baktım, aman Allah’ ım bu, bu bizim Latife. Asker arkadaşım Köse Mahmut’un kızı. Başımdan kaynar sular döküldü bir an. Nasıl dökülmesin, nasıl şaşırmayayım, nasıl, nasıl. Beynim zonkluyor.
“emmi biz” dedi, suratına öyle bir baktım ki; yutkunup kalakaldı. Anam hala ibrik elinde odanın ortasında anlamsız anlamsız olaylara bir anlam vermeye çalışadursun, bu arada hanım da sobayı harlamaya uğraşıyordu.
“oturun şöyle” dedim. “Yalnız ellerinizi, ayaklarınızı hemen ısıtayım demeyin, yavaş yavaş oda sıcaklığında kendi haline bırakın” diye de ekledim. Misafirler sobanın karşısında şilteye diz kırıp uslu çocuklar gibi birbirlerine sokularak oturdular, gözleri yerde bekliyorlar. Derin bir nefes aldım. Öfkemi kontrol etmeliyim. Hem etmesem ne yazar, bu zemheri ayazında ne yapacağım, bunları sokağa atacak halim yok herhalde. Yedikleri herzenin hesabını sorarız elbet. Ama daha vakit var. “ hanım hemen sıcak bir erişte çorbası yap, içleri ısınsın” dedim.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bana sorarsanız birkaç gün, belki birkaç hafta, belki de yıl. Hem ne fark eder ki ne kadar zaman geçtiği. Geçti işte, ömrümden ömür alarak geçti.
“eeee” dedim. “anlatın bakalım şu işin aslını, yediğiniz herzeyi ilk ağızdan dinleyelim”
“emmi” dedi kısık bir sesle. Anam kulağı iyi duymadığı için daha bir dikkatli bakıyordu delikanlıya, hiç olmazsa dudaklarından ne konuştuğunu çıkarmaya çalışıyor gibi. Hanım ise hem sofrayı toparlıyor, hem de ufak ufak misafirleri süzüyordu. “ biz çoktandır Latife ile birbirimize sevdalandık, Latie’nin de başka bir isteyeni çıkınca kaçtık emmi” dedi. Hay sizin sevdanıza da, kaçmanıza da, içimden “la havle” çekerek sakin olmaya çalışıyordum. “babamın bu civarda en iyi arkadaşı sensin, hem Latife’ nin babasının da asker arkadaşı olduğunu biliyoruz, onun için sana geldik”
“pekala” dedim. “Şimdilik yapacak bir şey yok, sabah ola hayrola” diyerek delikanlıyı kolundan tuttuğum gibi avluya çıkardım. Üzerime bir şey almadım ama üşümem umurumda bile değildi. “bana bak” dedim.” Kıza bir şey yaptın mı?, aranızda bir şey geçti mi” Gözlerini yere indirdi” yemin billah elim sürmedim, ben o kadar izansız mıyım emmi” dedi.
“derin bir ohhhh. “ çektim. Şimdilik buna da şükür. İçeriye girdik. Hanıma dönerek; “kız anamın odasında anamla birlikte yatsın, oğlana da misafir odasına yatak serin” dedim. Biraz sonra onları odalarına uğurlarken nasıl bir sabahın beni beklediğini kara kara düşünmeye başladım.
Vahap; Kürt kökenli adam gibi adam. Çok yemiş içmişliğimiz var. Canımın sıkıldığı zamanlar az mı onda misafir oldum. Her gidişimde beni nasıl da mahcup ederdi. İnsan arkadaşına her seferinde bir koyun, bir çebiş, bir toklu yani her seferinde bir şey keser mi? Ama Vahap keserdi. Yapma, etme, bidaha gelmem ha desem de bu inat Kürt bildiğinden geri durmaz biz söylenene kadar o hayvancağızı boğazlar, yine yapacağını yapardı. Hele anam bacım olsun karısı, kızı biz yatıncaya kadar el pençe kapı dibinde durur, biz uyumadan oradan ayrılmazlardı. “anam, bacım gidin yatın benim şu koca Kürt ile konuşacaklarımız var” desek bile kar etmezdi. Ne de olsa o da bir Kürt karısı, bir Kürt kızı idi. Hani Kürt inadı derler ya, ama onların inadı insan olmaktan, insana değer vermekten, kadir kıymet bilmekten kaynaklanırdı.
Ya Mahmut, bizim Köse Mahmut. Ona ne demeli. 24 ay askerlik yaptık. Bunun neredeyse tamamında birlikte olduk. Olmayan harçlığımızı paylaştık, esbaplarımız paylaştık, yokluğu, sefaleti, akla gelebilecek her şeyi paylaştık. Bir defa da yüze gelip birbirimizi kırmışlığımız olmadı. Allah için bir dost, arkadaş, kardaştı benim için. Ben de onun için aynı şeyi ifade ediyorum, nerden biliyorsun diyecekseniz arkadaşımın gözlerinden anlarım ben. Daha bir defa bile olsa ne o, ne ben birbirimize iltifat edecek kelime kullanmadık. Sözle kullanmadık ama bütün azalarımızla birbirimiz için öl dese ölümü bile göze alacak yapıdaydık.
Şimdi gel de çık işin içinden. Sakal bıyık misali, Nereye tükürürsen tükür bakalım. Kime ne söyleyecektim. Bizim Köse yi nasıl ikna edecektim. Ha Köse dedim de ona bu şekilde hitabeden pek bulunmazdı. Ben söylerdim. Bana da ilk zamanlar homurdandı ama baktı ki benden kurtuluş yok bıraktı ipin ucunu. Bir gün öylesine habersizce uğramıştım evine. Avludan girince ne göreyim, avlunun bir köşesinde Güllü, anlayacağınız Köse nin hanımı kafa göz sarılı bir şekilde oturuyor,
bir tarafında ise kurumuş bir kütük üzerinde süngüsü düşmüş asker gibi bizim Köse Mahmut oturmakta. Güllü hanımı görünce içimden Allah bilir ya tuhaf bir gülümseme ile birlikte acıma hissi uyandı. O kadar tuhaf bir hali vardı ki, kelimelerle tarif etmek pek mümkün değil.
“gel, gel ağam” dedi Güllü, “ gel de şu densiz Kösenin yaptığını gözlerinle bi gör hele” biraz soluklandı, yine “ el içine çıkamıyo baksana” “elleri böğrüne düşesice e mi” diye söylenirken , “ hoş geldin kardaş, boş ver şu dırdırıyı, çıkar potinleri de bi soğuk ayran içek hele” diyerek Köse yanıma geldi, kucaklaştık hasretle.
Sedire henüz yanlamıştım ki Güllü yine geldi. Anlaşılan bana anlatmak istedikleri var. O da beni kardaş bildiğinden kocasının yanında bile olsa ulu orta anlatırdı her şeyi. “ aha dedi densiz kardaşın var ya bak beni ne hale koydu, neymiş efendim ben ona Köse diye diklenmişim. Sen söyle ağam Köse değil mi bu hödük. Köse, Köse ne olacak” Mahmut “la havle” derken “ bak dedi senden saklımız yok ya; “bu karı olur olmaz yerde biraz işine gelmeyince bana sürekli Köse diyo, ulan karı, etme, tutma, yok, laf anlamıyo. Her seferinde hele bi küp dolsun gösteririm sana soyha diyom amma kime diyon. Vatandaş Reşit, Kendin söyle kendin işit”
“bu gün de küp doldu kardaş, bu gün doldu” dedi. Usulca kulağına eğildim” yine de iyi etmemişsin” dedim. “haklısın emme oldu bi kere” diyerek “kız Güllü hadi kardaşıma soğuk bi ayran çalkalayıver sonra da mercimekli bir aş pişir hemi” diyerek gönül almaya çalıştıysa da Güllü homurdana homurdana kalktı. Biliyorum ki ben olmasam ona bir karış adım attıramaz ya. Anlayacağınız iki inat birbirini bulmuş. Tencere kapak misali diyeceğim ama bunların ikisi de kapak. Neyse konumuz kapağa kalsın.
Sabahı nasıl ettiğimi bir Allah birde ben bilirim. Sabah dediysem buralarda sabah şafak vaktidir. Daha üzerimize güneş doğduğu vaki değildir. Bu gün sanıyorum ki diğerlerinden çok farklı bir gün olacak. Bu yaşıma geldim bu kadar darlandığımı, yüreğimin sıkıldığını hatırlamam. Gel de babamı arama. Rahmetli şimdi yanımda olsaydı ne olurdu. O ihtiyar haliyle ne eder, ne etmez bir çıkış yolu bulurdu. Sen gelmeyeceksen bari ben geleyim baba diye iç geçirdim bir an. Tövbe, tövbe. Aman Allah ım neler düşünüyorum. Ağzımdan yel alsın.
Kar ve fırtına dinmiş, ortalık ölüm sessizliğine bürünmüştü. Bütün kainat uykuda, yalnız ben uyanığım gibi geldi bir an. Ciğerlerimin çeperleri yeter diyinceye kadar soğuk havayı içimde tuttum. Sakin olabilmem için her zaman bunu yapardım. Öfkemi kontrol etmenin güzel bir yoluydu. Hiç olmazsa bedava, istediğin kadar çek, üfle.
Avluda yeni yeni ışıyan ortalıkta bir o yana, bir bu yana karların üstünde yürüyorum. Ayağımın altındaki karların hışırtısı müthiş keyif veriyor. Ben de inadına ayak değmemiş karları seçiyorum basmak için.
Bir an bu sessizliği dış kapının çift kanatlı kapısının tekmeyle dövülür gibi küt sesi bozdu. Kapı kırılacak zannettim. Boş bulunmadım, aslında her an beklediğim sesti ama yine de tüylerim diken diken oldular sanki. “hadi hayırlısı” diyerek geniş avlu kapısının sürgüsünü çektim.
“nerede o it oğlu it, o soysuzun p….i, Allah ın dağ köylüsü, Kürt oğlu Kürt….” Baktım öfkeden gözleri yuvasından fırlamış bizim Köse nin. “ dur hele” dedim. “dur be kardaş” “ne iti, ne uğursuzu, hele bi selam sabah yokmu” diyerek biraz zaman kazanmak istedim ancak bizim Köse nin durulmaya niyeti yoktu. Bu arada anam ve hanım da avluya çıkmışlar sessizce olacakları izliyorlardı. Akşamdan sıkı sıkıya tembihlediğim gençler ise ortalıkta gözükmüyorlar.
“bana bak Köse” dedim. “sen benim için arkadaş, dost değil kardaşsın. Ama bu başka. Sen de olsan benim yapacağımı yapmaz mısın ha” diyerek üste çıkmaya çalıştım. “bırak bunları” dedi. “bırak, sen bana kızımı ve o soysuz köpeği teslim et. Hem de hemen. Onları almadan şuradan şuraya adım atmam haberin olsun”
“bunu benden isteme, hangi erkek evine sığınanları verir Köse, bu töreye, adamlığa, insanlığa sığar mı heç”
“ sen dedi nasıl kardaşsın öyleyse, benim kızım senin de kızın değil mi ha” diye üsteledi.
“ öyle” dedim. “benim için de öyl, bu başka bir durum, cahilliğin üzeri cahillikle örtülmüyor, bunların yaptığını hiç tasvip eder miyim, ama olan olmuş”
“gel şunu usulünce bi hal yoluna koyalım kardaş, hadi üsteleme” dedim ama dinleyen kim. Öfke kabarmaya dursun. Artık önünde dağ olsa durmaz. Göz görme yeteneğini kaybeder, gördüğü değil, görmek istediğini görür. Köse de öyle bakıyordu bana. Bir an elini silahına attı. O çok iyi bildiğim Toplu Karadağ bana çevrilmişti. Anamın çığlığı ortalığı bıçak gibi yırttı. Hanımın nutku tutulmuştu sanki. Ses seda çıkaramıyor, put gibi aval aval bize bakıyordu.
“çekil önümden, Allah şahidim olsun kardaş demem, beni buna mecbur etme” dedi hışımla.
“ yapma” dedim. “bunu benden nasıl istesin, beni tanımıyon mu sen, ben heç bana sığınanı verecek adam mıyım, hadi versem bile bundan sonra beni adam diye barındırırlar mı bu köyde, hadi barındırdılar diyelim ve şu hanımın, bacını yüzüne nasıl bakarım, ben baksam o beni yatağına adam diye alır mı ha” diye haykırdım yüzüne.
“çekil” dedi. “çekil”bir an gözlerindeki öfkeden o kara gözlerinin karasının tamamen kaybolduğunu ve anlamsız bir beyaza döndüğünü gördüm. İçimde ise anlamlandıramadığım, daha önce hiç şahit olmadığım bir sıkıntı artarak devam ediyordu.
Avlunun ortasında Toplu Karadağın soğuk yüzü zemherinin soğuğundan daha beter bir şekilde canımı acıtıyordu. Ama ne ben, ne de o dediğinden dönecek adamlardık. O da ben de bunu biliyorduk ama, ama demeye kalmadı önce sol göğsümde bir yanma ile birlikte ortalığı inleten Karadağın sesi ve etrafa yayılan barut kokusu. Gözlerimin feri mi kaçtı, dizlerimin dermanı mı kesildi anlamadım. Öne doğru eğildim, Köse nin kucağına düştüm.
Çanakkale 27/12/2011
Berçin44
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.