- 741 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Suçlu Gölge
Bu ayıp, günah kokan şey de nerden gelmişti şimdi? Pencereden giren esinti mi sürüklemişti yoksa peşinden? Zaten yeterince karmaşık değil miydi her şey? Şu küçücük oda tıklım tıklım dolmuştu zihninden taşan onca kirle. Dışarıdan geldiğinde üstünü başını çıkarıp kendini banyoya atardı hemen. Odaya kirlerinden arınmış bir vücutla dönse de birtürlü yeterince temiz hissetmezdi kendini.
Anlamını yakalayamadığı bir bakış ya da gülüş dışarıdaki dünyadan ona yönelmiş bir soru olur, takılır kalırdı aklına. Her eve dönüşte kapının ardında kendisiyle ilgili cevapsız bir soru daha bırakırdı. Odasına yine bir parça suçlu düşerdi gölgesi.
Yaşıtları da böyle miydi, soruyordu kendine. Çocukluktan yetişkinliğe geçişteki ani sıçrama onlarda da aynı şaşkınlığı mı yaratıyordu hala? Aynadan bakan gözlerinde bedenine yabancı şaşkın bir ruhu mu yakalıyorlardı?
Erkek olmanın ağırlığını üstlenebilecek kadar büyümediğini anlatamıyordu birtürlü, görünümüne bakıp da kendisinden koca bir adam gibi davranmasını bekleyen o insanlara. Onların beklediği gibi kızların ardına takılıp lise çağında bir gençten beklenecek o hormon salınımını ille de gözler önüne serme gereği duymuyordu o. Ne yaşayacaksa içinde yaşamalıydı. Ancak o zaman bir gösterinin parçası olmazdı hissettikleri. Erkeklikle ilgili tüm kalıpların dışında bir yerde ulaşabilirdi ancak, gerçekten erkekçe şeylere.
O kız muhabbetlerinden hiç hoşlanmıyordu bu yüzden. Sabah merhaba diyeceği, aynı sıraları paylaştığı kızlardan ucuz birer et parçasıymış gibi söz ettikleri o masalarda elden geldiğince az bulunuyordu bu yüzden.
“Hayatında bir kızı bile öpmemişsindir sen!” diye alay etmişti o oğlan onunla. Sınıftan bir arkadaşıydı. Abisinden aşırdığı o zampara gülüşün çocuksu gözlerine ne kadar aykırı düştüğünü bir aynada görebilseydi, onu yüzünden siler süpürürdü hemen. Utançtan mosmor, güçbela atardı kendini o masadan dışarıya… Ödünç aldığı bir giysi gibi bir an önce kurtulmak isterdi kendine ait olmayan bu eğreti kimlikten.
İşte şimdi hissettiği bu kirlenme hissi de o oğlan ve onun gibi birkaçıyla paylaştığı o dakikalardan arta kalmıştı. “Okul çıkışı bir yere uğrayalım” diyen birileri olurdu mutlaka. İstediği kadar uzak kalmaya çalışsın, bir yanı sürüklenip giderdi peşlerinden. Kendisiyle baş başa kaldığı bu küçük odada herkesten farklı, tuhaf bir yaratık gibi hissetmemek için kahkahalardaki o çirkin anlama katlanmaya zorlardı kendini. Kim demişti “büyümek kirlenmektir” diye? Bir bulsa neler yapacaktı bu kuralı koyana? Birkaç yıl içinde tüm arkadaşlarını çalmıştı ondan. Yüzlerine bu sahte acımasızlığı koymuş, onu ne kadar gerçeğe dönüştürürlerse o oranda ‘yetişkin erkek’ tanımına uyacaklarını öğretmişti onlara.
Gizem’in utangaç bakışları geldi aklına. Teneffüs bitmek üzereydi. Sınıfın kapısından tam girmek üzereydi ki burun buruna geldiler. Apansız, üzerine kafa yormaya fırsat bulamadan salınıverildi bir anda tüm duygular. Yanaklara rengini verdi, ele verdi en mahremdekileri. İşte o zaman tam bir erkek gibi hissetti kendini. Kızları çok iyi tanıdığını söyleyen arkadaşlarından çok daha yakından değmişti bir kadın ruhuna. Yüzünde, erkeklerin kabasaba sözcüklerine hiç uymayan o kırılgan bedenin nefesini duyabilmek bir ihtiyaç haline gelmişti hemen… Çirkin kahkahalar arasına serpiştirilen sözcüklerle ifade edilen o kadın imgesinden çok uzak bir gerçeğe bürümek kendi zihnindeki imgeyi…
Gizem’in bakışları yeni bir esinti olup girdi pencereden. Ama önceki esintiler gibi peşine dışarının kirlerini katmadan, aksine arındırmak için yalayıp geçti odanın her yerini. Onunla alay eden oğlanın sırnaşık gülüşünü kovdu en önce pencereden dışarıya. Ardından havada asılı kalmış ve onu suçlu hissettiren, erkek olmanın gereklerini yerine getirmediğini söyleyen tüm sözcükleri ve gülüşleri gönderdi. Sadece ona bıraktı bu odayı. Bir de kendisine… Ona bir öpücükten çok daha fazlasını vererek…