- 774 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AYIŞIĞI BAVULUMDA TUTSAKTIR
Yaş aralıkları fazla olmayan bu iki genç adam, hem çalıştıkları iş yerini hem bu küçük daireyi paylaşıyorlardı birlikte.
Bir evli ve iki çocuk sahibiydi. Doğu Anadolu’nun bir şehrinden kısa bir süre önce gelmişti İstanbul’a çalışmak amacıyla. Daha genç olanı ise Doğu Karadeniz’in bir ilçesinden çocuk denecek yaşta ailesiyle birlikte göç etmişti İstanbul’a.
-Yahu Nedim can kardeşim, hani şu “tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diye eskilerden kalma bir söz vardır bilirsin…Kim söylemişse rahmet canına. Ne doğru ne güzel söylemiş vallahi!..
-Niye, ne oldu ki ağabey?
-Daha ne olsun Nedim can. Şu teknoloji icat oldu olalı bozulmadık güzellik bükülmedik bilek mi kaldı anam babam. Elimdeki çaya baktıkça kömürlü semaverlerden içtiğim o güzelim çaylar geldi aklıma. Vazgeçtim semaverinden, bildiğimiz çay demleme usulü bile ortadan kalktı desem yeridir. Yok demlik çay poşetleri, yok sallama çaylar. Üstelik bu millet yeriyle çay tiryakisi. Öyle değil mi.
-Orası öyle de…Bazı şeyler çağın gereği olarak gelişiyor, değişiyor ister istemez. Değişirken de senin dediğin gibi bir çok şeye zarar veriyor, çirkinleştiriyor maalesef. Hele ki bilinçsizce kullanıldıklarında büsbütün yangın yerine dönüyor ortalık.
Nedim can, ben sana şey sormak istiyorum iznin olursa?
-Estağfurullah ağabey. Buyur sor.
-Sen niye evlenmedin?
Onulmaz bir yürek yarası, iflah olmamış bir sevdanın dargınlığımıdır seni böyle tek başına bırakan yoksa?
-Oo! ne güzel konuştun böyle ağabey. Divane aşık misali. Senin bu yönünü bilmiyordum bak…
-Daha bilmediğin neler var Nedim can..Ama bana öyle geliyor ki senin yüreğin de yangınlar yaşamış. Sen korlarını küllerin altına gizlemiş olsan da ben onların harını hissedebiliyorum Nedim’im.
-O dediğin anlamda yok ağabey. Emin ol ki yok. Keşke olsaydı da umarsız olsaydı. Ben de o günlerden kalan heyecanla, yürek çarpıntılarıyla anlatsaydım onları sana. Buruk da olsa tortularını yudumlayabilseydim yeniden…Ama bazen öyle yangınlar yaşıyor ki yürekler. Onların korunu örtmeye küllerin gücü yetmiyor...
-Sen öyle bir insansın ki Nedim can. Tariflere sığmazsın. Sana da senin gibi biri gerektir. Senin gibi Nedim can…
-Aşk güzel şeydir. Sevda güzel şeydir. İnsana yakışan duygulardır bunlar elbette.
Aşk, hayatın en büyük armağanıdır insanoğluna. Açtığı yaralar bazen ömür boyu kapanmasa da…
Lise yıllarımızda bir kız arkadaşımız vardı sınıfımızda. Neşeli, sevecen, içten. Hemen her gün öğretmen sınıfa girmeden önce kürsüye çıkar ışıl ışıl bakan gözleri, sevimli gülüşü ve takındığı filozof edasıyla şöyle derdi:
“Bakın arkadaşlar! Şayet hayatta mutlu ve başarılı olmak istiyorsanız her şeyi bir kenara bırakın. Aşık olmaya bakın aşık! Çünkü aşk insanın hücrelerini yeniler ve yenilenen hücrelerin karşısında ise hiç bir engel barınamaz. Hatta kulak koparan tarihçi Selçuk. Matematikçi sıfırcı Suzan. Fizikçi tekme tokat Zülküf’ ün dersleri bile vız gelir!”
-Hay sen çok yaşayasın Nedim can. Arkadaşına da Allah selametlik versin. Boşuna dememişler ‘aşk nelere kadirdir’ diye.
Adamın bu temennisi karşısında Nedim’in yüzü karardı. Dudakları gerildi. Gözleri anlamsız bir ifadeyle boşluğa kilitlendi.
-Ben bilmeden bir kusur işledim anlaşılan Nedim can.
Nedim, yüzüne şiddetli bir yumruk yemiş ringdeki boksörün başına dökülen bir kova soğuk suyla kendine gelmesi gibi aniden ayıldı.
-Nereden bilecektin ki ağabey. Şu ölüm yok mu şu ölüm! Yapıştı mı insanın yakasına, ne iyi tanıyor ne kötü. Ne erken diyor ne de geç. Alıp götürüyor bir bilinmezliğe...
Şu soru aklımı kurcalar dururdu çocukluğumda hep: Neden çoğu zaman iyiler hem şanssız oluyor hem kısa ömürlü? derdim kendi kendime.
Çocukça bir merak gibi görünse de bu da çözemediklerim arasındadır hala...
Aynı yıl hepimiz liseden mezun olduk. O zamanlar öğrenim eğitim sistemi şimdiki gibi akıl uçurtan türden değildi. İki yıl üst üste aynı dersten başarısız olan bir öğrencinin eline tasdiknamesini veriyorlardı hemen gözünün yaşına bakmadan.
Arkadaşlarımızın çoğu üniversiteli oldu. Zorunlu ayrılıkların dışında kopmadık birbirimizden.
O, felsefe bölümünden mezun oldu. Yurt dışına gitti bir süreliğine. Oralardan attığı kartlarla bizi hem güldürmeyi hem kafamızı karıştırmayı sürdürdü.
Doktorasını yapmış olarak döndüğünde, onu daha mutlu, daha sağlıklı ve daha gençleşmiş olarak bulduk karşımızda. O sevimli çocuk saflığı duruyordu yüreğinde tertemiz. Hiçbir şey onun o insan yanına dokunmaya kıyamamış daha doğrusu buna cesaret edememişti anlaşılan.
Hepimizi kararlı bir ültimatomla boğazda bir akşam yemeğine çağırdığında onun bir şeyleri hem kapana kıstırdığını, hem kıstırıldığını düşündük. Uçarak gittik randevu yerine eksiksiz.
Boğaz en güzel en görkemli gecesini yaşıyordu o akşam. Gökteki yıldızların parlaklığı gözleri kamaştırıyordu. Uzansak tutabilecekmişiz gibi yakın görünüyorlardı üstelik.
Esen meltemin romantik büyüsü duyguları usul usul okşuyor, herkesi önüne katıp düşler alemine doğru sürüklüyordu adeta.
Hepimiz kulaklarımızı dikmiş, gözlerimizi onun gözlerinden ayırmadan ağzından çıkacak sözleri bekliyorduk. Tıpkı pusuya yatmış bir avcının, masum kurbanının ortaya çıkmasını beklemesinin sinsi sessizliğiyle.
“Heyecanınızı merakınızı anlıyorum arkadaşlar. Ancak isterseniz önce şu siparişlerimizi verelim. Bir iki laflayalım. Olur ya, söyleyeceklerime hücreleriniz ters tepki verirse yemekaltı içilen çorbanın hazmı kolaylaştırması gibi bunlar da sizi vereceğim haberin şokuna hazırlayabilir.” dedi edayla.
Hepimiz balık seçimini saçından tırnağına kadar pırıl pırıl görünen, saygılı ve işinin ehli olduğu çok belli olan garsona bıraktık. İçecek seçimini de yine topluca Melike’ye.
Kendisinin bizi olası bir şoka sokma konuşmasını daha fazla bekleyemeyeceğimizi anlayan Melike, dirseklerini üzeri ütülü, kolalı, bembeyaz örtülü masaya dayadı.
Aslında onun da konuya girmek için sabırsızlandığı belliydi. Söyleyeceklerinin üzerimizdeki etkisinin dozunu artırmak maksadıyla durumu ağırdan alıyordu bizim aşk filozofumuz belli ki...
“Bakın arkadaşlar!” dedi sonunda. Karşımızda lise yıllarımızın kürsüdeki konuşmacısı vardı olanca şirinliğiyle yine.
“Lise çağlarımız çok gerilerde kaldı. Büyüdük, geliştik. Olgunlaştık mı bilmem..
“Ama ben o dönemlerde savunduğum görüşümü bu gün de savunuyorum. Hatta bu savımda iddialıyım üstelik!”
“Şu hücrelerin yenilenmesi işinden mi söz ediyorsun sen yoksa?” dedi Eylül.
“Evvet. Doğru bildin! “
“Bırak şimdi bize felsefe yapmayı. Seni ağzı açık dinleyen o zamanların saf torik liselileri yok artık karşında. Sen bu savını okul öncesi çocuklara bile yutturamazsın şimdi kızım” dedi Taner parmaklarını trampet çalar gibi masada tıklarken.
“Yahu! İlim adamları ölümsüzlüğün keşfine çıkıyorlar neredeyse. Sen kalkmış aşk iksirinin keşfinden söz ediyorsun bize!”
“Sen ne diyorsun Selim bey!” dedi Şevval. “Dünya aşk aşk! diye dönüyorken. Hayatta her şey aşka endekslenmişken, sen de bu sözlerine anne karnındaki bebeği bile inandıramazsın bilmiş ol!”
“İyi dedin Şevval. Peki...Söyleyin bakalım o zaman. Siz hangi maksatla ve hangi nedenle sabundan başka madde tanımayan cildime, ne kimyevi ne cerrahi hiçbir işlem görmemiş olan yüzüme ve lise yıllarımdan bile daha genç daha çekici göründüğünü söylediğiniz fiziğime bunca övgüler yağdırıp beni göklere çıkarıyorsunuz ha?” dedi Melike, Şevval’ in söylediklerinden yüz bularak biraz da.
“Bunun nedeni yalnızca aşk olamaz meleğim. Senin kök hücrelerin doğuştan aslanlar gibi çalışıyormuş da senin haberin olmuyormuş!” dedi Kubilay şarap kadehine uzanırken.
“Bırak şimdi yılların filozofuyla aşık atmayı da, o hangi limana demir atmış onu öğrenelim önce. Komşuda pişer bize de düşer örneğinde olduğu gibi o da arkadaşlarını unutmaz bu arada!”
“Yahu, seni böyle Tanrı mı konuşturdu Tahsin!.. Gerçekten de demir attım ben bir limana!”
“Yapma Melike!”
“Yaptım bile!”
“Nerede?”
“Marmaris yat limanında!”
“Kiminle?”
“Vikinglerden sonra yeryüzüne gelmiş geçmiş kaptanların en cesuru en yakışıklısı en kışkırtıcısı ve en güvenilir olanıyla!”
“Sence kaç kadın onun için aynı şeyleri söylemiş olabilir. Her limanda bir sevgili gerçeğini bilmiyor olamazsın!” dedi Tahsin zafer kazanmış bir kumandan edasıyla bu kez de.
“Hatta ‘anne, babam ne zaman gelecek?’ diyen bir çocuğun varlığını bile var sayabilirsin!” dedi Nevzat kocaman bir kahkahayla.
“Boşuna dememişler ‘Arkadaşını ya seyahatte ya içki masasında tanıyabilirsin.’ diye. İki kadeh şarap sizi böyle konuşturuyorsa gerisini hayal bile etmek istemem. Ama beni asla yıldıramayacaksınız çocuklar. Çünkü benim kaptanım tehlikeli limanların değil, sakin koyların kaptanı. Ayrıca ona olan güvenim engin denizler kadar sonsuz.”
“Nasıl yani?” dedi Begüm şaşkınlıkla.
“O, koylar arası sefer yapan mütevazı bir teknenin soylu kaptanı.Yani bizim yerleşik bir düzenimiz olacak. Anlaşıldı mı beyler!”
“Bu kız gerçekten çok ciddi...” dedi Atilla kadehindeki son yudumu alırken.
“Teknemiz küçük, evimiz kira. Ama ikimizin de yüreği hepinizi bir arada konuk edecek kadar kocaman. Hem hiç belli olmaz. Sizin ağlarınıza da birer deniz kızının takılmayacağı ne malum!..”
“Dememişmiydim ben size arkadaşlar! Yahu Melike, sen sevilecek değil tapılacak bir arkadaşsın!” dedi Tahsin ağzı kulaklarında.
“Ben aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Görüyorsunuz, bizi yok sayıyor hanımefendi” dedi Begüm alıngan bir tavırla.
“Durun kızlar! bu ne telaş. Sizin için farklı planlarım var.” dedi gözünü muzipçe kırparak.
Bu buluşmamızdan bir ay kadar sonra uğurladık onu Marmaris’e büsbütün.
Giderken sanki hepimizin bir yarısını da beraberinde götürmüştü.
Telefonlaşıyor, yazışıyor, ancak yokluğuna alışamıyorduk hiç birimiz.
Dünyalar güzeli şirin mi şirin bir kızları oldu bir süre sonra.
Hem anneliğini, hem Muğla Üniversitesi’ndeki hocalığını sürdürüyordu şevkle, başarıyla.
Yurt dışından gelen meslektaşlarıyla araştırma amaçlı gittikleri Muğla’dan yolları Marmaris’e düştüğünde rastlıyor gönlünün kaptanına.
Kocası düşlerden çıkıp gelmiş bir hayal kahramanı kadar yakışıklıydı. Ondan etkilenmeyecek bir kadın çıkabilir mi? sorusu kızlı erkekli yine hepimize aitti. Ancak bir çok konuda Melike’den birkaç adım geride olduğu da belliydi. Oldukça farklı dünyaların insanları olan bu ikilinin nasıl olup da böyle bir aşka birlikte yelken açtıklarını çok kimse çözemedi.
İçimizden geçenleri sezinlemişti sanki can filozofumuz.
“Yıldızımız birbiriyle uyumlu, barışık. Tutkuluyuz birbirimize. En önemlisi, sizin de gördüğünüz gibi hücrelerimiz yenileniyor bu aşkın verdiği güçle durmaksızın. Daha ne olsun. Yani anlayacağınız karada ölüm yok bize!” demişti. Ani bir baskınla hep birlikte ziyaretlerine gittiğimizde.
Delicesine aşıktı kocası da ona. Gözünü bir an olsun üstünden ayırmıyordu bir arada olduklarında. Ona güvendiği, onunla iftihar ettiği her halinden belliydi.
“Hiç miçoluk yapmadı. Kısa sürede ikinci kaptanlığa yükseldi. Aslında hem evimizin hem teknenin kaptanı o. Ama erkekliğin şanındandır deyip dümenin başına ben geçiyorum anlayacağınız.” demişti gururla.
Ona hep “Melikem” diye hitap ediyordu. “O, ezelden ebede benim gönlümün Melikesi olarak kalacak” derken..Sesindeki sıcaklık derinlik sadakatin, vefanın yüceliğine. Aşkın ölümsüzlüğüne inandığını, bunları yürekten savunduğunu anlatmaya yetiyordu.
Kocasını yakından tanıdıkça, bu can arkadaşımızın sakin, huzurlu ve güvenilir küçük bir koya, gemisini ustaca bir manevrayla yanaştırıp demir attığına biz de yürekten inandık.
Onların bu hali hepimizi çok etkilemişti. Sarmaş dolaş veda ederken..Şu ‘hücreler’ konusunu yeniden düşüneceğimizi fısıldadık kulağına kahkahalarla.
Kızları Tutkum’un üçüncü yaş dönümünde akla hayale gelmeyen, görünmez bir kazayla teknede veda etti yaşama bu can arkadaşımız. “Bize karada ölüm yok!” dercesine.
Ardında onun dostluğunu. Vefasını ve insanlığını, hücrelerinin her zerresinde yaşatacak can dostlar bırakarak…
YORUMLAR
TÜLİN ÖZTUNÇ
Yazının Sizin beğeninizi kazanması benim için bir övüçtür.
Esenlikler Dilerim.
Kızları Tutkum’un üçüncü yaş dönümünde akla hayale gelmeyen, görünmez bir kazayla teknede veda etti yaşama bu can arkadaşımız. “Bize karada ölüm yok!” dercesine.
Ardında onun dostluğunu. Vefasını ve insanlığını, hücrelerinin her zerresinde yaşatacak can dostlar bırakarak…
Tebrikler,
güzel birçalışma. başarılarının devamını dilerim ..
saygılarımla,
TÜLİN ÖZTUNÇ
İletinize şu an rastladım.
Teşekkürlerimi faiziyle göndermek istiyorum. Lütfen kabul buyurun.
Esenlik ve Güzelliklerle Kalın.